loading
close
SON DAKİKALAR

Birden bire NATO’cu kesiliverdiler

Can Ataklı
Tarih: 20.02.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Şimdi ne olduysa oldu ve Türkiye’nin NATO’ya katılımının 68’inci yıl dönümü olan 18 Şubat günü We are NATO kampanyasının tanıtımı da resmen yapıldı.

ANALİZ

Bu kadar öfke ve nefretle nereye?

Lafı hiç çevirmenin alemi yok.

Dün AKP Meclis gru­bunda Erdoğan’ı izlerken içim çekildi, hatta kanım dondu desem yeridir.

Erdoğan, siyasette gerilimi çok seviyor.

Kendinden olmayanları “hain, terörist, alçak, darbeci” gibi sözler­le tanımlamaktan da hiç çekinmiyor.

Ama dünkü konuşma çok farklı.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin “bir numaralı” ismi, yargı kararı üzerinden inanılmaz bir nefret ve öfke saçtı.

“Cumhurbaşkanı” partisinin gru­bundaki konuşmasında Gezi direnişi sonucu açılan davada yargıla­nanların beraat etmesine şiddetle karşı çıkarak bir taraftan yargıyı suçlarken, diğer taraftan Gezi’yi karalayan, aşağılayan sözler söyledi ve bunları da muhalefete ama özellikle CHP’ye bağlamaktan çekinmedi.

Erdoğan, Gezi olayları ile ilgili daha önce de çok sert konuşmalar yapmıştı.

Gezi’ye katılan milyonlarca insanı rencide eden beyanlarda bulunmuştu.

AKP’li trollerin çıkardığı kimi yalanları da savunmaktan geri dur­mamıştı.

Camilere ayakkabı ile girildiğini, içki içildiğini, kız­larla erkeklerin uygunsuz hareketler sergilediğini söylemiş ve bunun belgelerini de “bir-iki gün içinde” kamuoyu ile paylaşacaklarını iddia etmişti.

Aynı şekilde üstü çıplak, deri giysili kişilerin sırf türbanlı olduğu için on binlerce kişi içinde bir kadını hırpaladıklarını, üzeri­ne çişlerini ettiklerini de söylemek­ten çekinmemişti.

Ancak dünkü konuşma çok farklı.

Gezi direnişinin üzerinden tam 7 yıl geçmiş.

Mahkeme sadece 16 kişi hak­kında dava açmış, bu dava da önceki gün sonuçlanmış.

Mahkeme, savcının üçü için ağır­laştırılmış diğerleri için 16’şar yıl hapis istediği sanıkların beraatına karar verdi.

Erdoğan’ın öfkesi bu karara.

AKP Genel Başkanı’na göre Gezi olayları hükümeti devirmeye yönelik bir ayaklanma, bir darbe girişimi.

Ama unuttuğu bazı şeyler var.

Birincisi, cumhurbaşkanının en önemli sorumluluklarından biri ülkede adaleti kurma ve korumadır.

Elbette cumhurbaşkanı da olsa mah­keme kararlarını eleştirebilir ama dünkü konuşmasındaki gibi değil.

Dünkü konuşma bir yargı kararı­nı eleştirmekten çok öte, kin ve nefret duygularını öne çıkaran toplumun belli kesimlerini tah­rik ve teşvik eden biçimdeki bir konuşmaydı.

Ayrıca Gezi üzerinden 7 yıl geçmiş. O günler belki çok hararetli olsa bile Erdoğan’ın iddia ettiği hedeflerin hiçbiri gerçekleşmediği gibi, geçen süre içinde hiç kimsenin aklına benzer bir eyleme kalkışmak da gelmemiş.

O halde bütün televizyonların canlı yayınlamasından da yararlanarak adeta bir yara kabuğunu acımasızca deşmeye kalkar gibi bu kadar öfke sergilemenin bu ülkeye bir yararı olabilir mi?

Ama en önemlisi, beğenilmeyen yargı kararları en üst düzeyden ve bu kadar öfke, şiddet ve kin ile eleştirilecekse bu ülkede adaleti sağlamak artık asla mümkün olamaz.

Erdoğan’ın son günlerdeki haline dünkü konuşmasını da ekleyince söyle­yecek tek cümle buluyorum aslında.

“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete.”

NOT: Erdoğan’ın “Gezi olaylarını yapanları affettirmeye kalktılar” sözleri de dehşet. Muhtemelen tem­yizin bu kararı bozacağını haber verdi şimdiden.

SORDUM ÖĞRENDİM

Atatürk, İş Bankası ile ilgili vasiyeti ölmeden 5 gün önce yazmıştı

İktidarın İş Bankası’na el koyma hesapları sürüyor.

Tabii tamamına sahip olabilmek için bir formül bulmaları çok zor.

Çünkü bankanın bir patronu yok.

Yarıya yakını 25 bini aşkın üyeden oluşan İş Bankası sandığına ait. Üçte birlik bölüm halka açık, kim bilir kaç bin kişinin elinde İş Bankası A-B-C hisseleri var.

CHP’nin elindeki bölüm yüzde 28’e denk geliyor.

İktidar ancak CHP’nin elindeki bu hisselere konabilir.

Konmasına konar da bunu Türk Tarih ve Dil kurumlarına aktarmak yerine, Hazine’ye koyarsa vasiyet hukukunu delmiş duruma düşer.

Bunu da yapar, bu kez yerli yabancı tüm yatırımcıların güveni sarsılır.

Atatürk, İş Bankası hisselerini içeren vasiyetini ölümünden 5 gün önce 5 Kasım 1938’de yazmış.

El yazısı ile yazdığı vasiyette aynen şöyle demiş;

Dolmabahçe 5-lX-1938 Pazartesi

Malik olduğum bütün nukut (paralar) ve hisse senetleri ile Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi (para ve para ile alınabilen her şey) C.H. Partisi’ne atideki (gelecekteki) şartlarla, terk ve vasiyet ediyorum:

1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır.

2) Her seneki nemadan, bana nispetleri gereği mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe Makbule’ye ayda bin, Afet’e sekiz yüz, Sabiha Gökçen’e altı yüz, Ülkü’ye iki yüz lira ve Rukiye ile Nebile’ye şimdiki yüzer lira verilecektir.

3) S. Gökçen’e bir ev de alınabilecek ayrıca para verilecektir.

4) Makbule’nin yaşadığı müddetçe Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır.

5) İsmet İnönü’nün çocuklarına yüksek tahsillerini ikmal için muhtaç olacakları yardım yapılacaktır.

6) Her sene nemadan mütebaki miktar yani yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.

Mutlaka dikkatinizi çekmiştir.

Atatürk, vasiyetine 6 kadını koymuş.

Hepsine maaş bağlatmış.

Ama bu maaşlar “yaşam süresi ile sınırlı” tutulmuş.

Yani Atatürk bu kişilere sağlanan maaşların miras yoluyla başkalarına geçmesini önlemiş.

Aynı şekilde yakın silah arkadaşı İsmet İnönü’nün çocukları için de sadece “yüksek eğitimlerini tamamlayıncaya kadar” yardım yapılmasını istemiş.

Yine mutlaka dikkatinizi çekmiştir, Atatürk gibi döneminin en güçlü lideri, hiç kimsenin bu yolla servet edinmesine izin vermediği gibi yol da açmamış.

Atatürk’ün vasiyetinde “sürekli” olan tek konu kendisine ait olan İş Bankası hisselerinin sağlayacağı nemanın Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu’na aktarılması.

Bu hisselerin CHP’ye bırakılmasının da tek amacı bu zaten.

Hisseleri en önemli kurumsal yapıya ve şartlı olarak emanet ederek nemasını garanti altına alıyor.

Büyük Önder, yüzde 28’lik hissenin hiç kimsenin kişisel çıkarı için kullanılmamasını vasiyet ederek muhtemelen tarihte de görülmemiş bir namus ve şeref gösterisi yapmış.

Şimdi bir yandan bu vasiyeti delmek isterken, diğer taraftan CHP’yi de İş Bankası’nın parasını paylaşan parti gibi göstermek en hafif deyimle ayıptır.

ŞAŞIRDIM

Birden bire NATO’cu kesiliverdiler

Ekonomi sıkıntıya girdiğinde, dış politikada yeteneksizlik nedeniyle olumsuzluklar yaşandığında, toplumda homurtular yükseldiğinde iktidarın elindeki tek silah “dış güçler, karanlık mihraklar, yabancı odaklar” algısını kullanmak.

Asla isim vermediler bugüne kadar “dış güçler” diye bağrışırken.

Ama tarif ettiklerinin öncelikle Amerika sonra Avrupa Birliği ülkeleri olduğu anlaşılıyordu.

15 Temmuz da dış güçlerin işiydi, dövizdeki ani yükselme de faizlerin yükselmesi de.

Bir de “içerde iş birlikçiler” vardı.

Bunlar da AKP iktidarına biat etmeyen herkesten oluşuyordu.

Tabii hepsi birer tiyatroydu bunların ve yıllardır bu konudaki gerçekleri her gün anlatmaya çalışıyoruz.

Bu iktidar “dış güçler” dediği Amerika ve Avrupa’nın güdümünden hiç çıkmadı, ne istenirse yaptı. Ama vatandaşa sanki tersiymiş gibi sunuldu hep.

Örneğin NATO 2017’de üye ülkelerdeki “ittifak bilincini” artırmak amacıyla başlatılan We are NATO (Biz NATO’yuz) kampanyası açmıştı.

İktidar kendi halkına “Herkese kafa tutuyoruz” dediği için 3 yıldır bu kampanyaya katılmadığı gibi, kamuoyuna da bu konuda hiç bilgi vermiyordu.

Şimdi ne olduysa oldu ve Türkiye’nin NATO’ya katılımının 68’inci yıl dönümü olan 18 Şubat günü We are NATO kampanyasının tanıtımı da resmen yapıldı.

Erdoğan’ın dün “İdlib’e her an girebiliriz, zaten Trump’la da konuştuk”, Milli Savunma Bakanı’nın ise geçen hafta “İdlib’e NATO da müdahil olmalı” demesinden sonra birden oluşan bu NATO aşkı gözlerimizi yaşartıyor açıkçası.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Yani şimdi “Müjde ilaçlara zam geldi, artık aradığınız ilacı bulacaksınız” diye sevinecek miyiz?

Geçen hafta bazı ilaçların bulunmadığını yazmıştım hatırlarsanız.

Girdiğim bir eczanede vatandaş sürekli kullanması gereken bir ilacı bulamaması üzerine tepki göstermişti.

Ben de eczacıya “Neden bu ilaç yok?” diye sormuştum.

Eczacı da “Zam gelecek diye birçok ilaç piyasadan çekildi, zam gelirse rahatlayacak” cevabını vermişti.

Konuştuğum eczacı bazı tansiyon ilaçlarının, kimi göz damlalarının, karaciğer ve mide ilaçlarının zor bulunduğunu söylemişti.

Neyse ki dün zamlar açıklandı.

İlaçlar yüzde 12.10 oranında zamlandı. Fiyatlar da anında yürürlüğe girdi.

Ve tahmin edeceğiniz gibi nasıl olduysa bulunmayan ilaçlar da raflarda yerini alıverdi.

Yetkililer de zaten “Yapılan zamla birlikte Türkiye’de bulunamayan ilaçların bulunabilirliği de artmış olacak. Bazı ilaç firmaları bu zammı bekliyordu” açıklaması yaptı.

Nasıl müjde ama?

10-15 gün olsa da bazı ilaçları zam gelecek diye piyasadan çekmek, ahlaksızlık olduğu kadar vicdansızlıktır.

BUNU YAZMAK GEREK

Fransa’daki sarı yelekliler eylemi ile Gezi’yi karşılaştırmak akılsızcadır

Genel başkanları yargı kararı üzerinden Gezi direnişine öfke saçar da yandaş tetikçi trolleri boş durur mu?

Nasıl olur da “vandallık” yapanlar cezasız bırakılırmış?

Neymiş Gezi direnişi sırasında 58 kamu binası, 68 MOBESE kamerası ve 337 işyeri tahrip edilmiş, 90 belediye otobüsü, 214 özel araç, 240 polis aracı ve 45 ambulans kullanılamaz hale getirilmiş.

Rakamlar İçişleri Bakanlığı’nın rakamları elbette.

İnanılmaz abartılı.

Ayrıca o günleri yaşayan herkes biliyor ki, söz konusu bazı tahribatların büyük bölümü polisin kalabalıklara gaz ve su sıkması sonucu yaşandı.

Ne İstanbul’da ne başka bir yerde hiçbir iş yeri tahrip edilmedi. Bankalar, şirketler, plazalar saldırıya uğramadı.

Buna karşı iktidar yandaş yalakaları mahkemeye “Bunları yapanları nasıl beraat ettirirseniz?” diye çemkirirken, Fransa’da bir yılı aşkın cumartesi günleri yapılan ‘sarı yelekliler’ eylemlerini örnek göstermeye çalışıyor.

Neymiş, Fransa’da protestoculardan 8 bin 500’ü aşkın kişi gözaltına alınırken, bunlardan 1.796’sı ise hapis cezasına çarptırılmış.

O halde farkları belirteyim.

Fransa’da eylemlerde bazı göstericiler binaları, bankaları, büyük şirketleri, banka para makinalarını, metroyu direkt hedef aldı. Polis bu şiddeti uygulayanları olay anında yakaladı ve mahkemeye çıkardı.

Suçüstü mahkemeleri de kamu malına zarar vermekten pek çok kişiyi kısa süreli hapse mahkum etti.

Gezi’de ise milyonlarca insanın katıldığı direnişten sonra 16 kişi hedef seçildi ve buradan bir “darbe, kalkışma, ayaklanma” çıkarılmaya çalışıldı.

Doğal olarak da bu kişilere bırakın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını para cezası bile verilecek kanıt bulunamadı.

Yargıyı “kendinden olmayanların burnunu sürtmek” için kullanmaya kalkanlar bir gün mutlaka duvara çarparlar.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları