loading
close
SON DAKİKALAR

Böyle adalet bakanı olur mu?

Can Ataklı
Tarih: 01.02.2024
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Nedeni basit; hiçbir soruya cevap veremiyorlar, böyle olunca karalama yarışına giriyorlar, ‘yalan, bir yerinden uyduruyor, mutlaka dediğinin tersidir’ algısı yaratarak gerçeklerin üstünü örtecekleri sanıyorlar.

ANALİZ

Kimsenin söyleyeceği bir şey olamaz, Can Atalay kararı ile ağır bir Anayasa suçu işlendi ve bu suça Türkiye Büyük Millet Meclisi de alet edildi.

Bir anlamda darbe meclis tarafından da tescil edilmiş oldu.

Ancak bu karar sadece Anayasa’nın belirleyici hükmünün uygulanmaması ile de sınırlı değil.

Atalay kararının Meclis’e gönderilmesi de hukuk kurallarına aykırı.

Sözüne çok güvendiğim hukukçulardan Ömer Faruk Eminağaoğlu Anayasa dışında işlenen hukuk cinayetini maddeler halinde özetlemiş.

Bu yazıyı sizin de takdirinize sunmak istedim.

Şöyle diyor Eminağaoğlu;

1- Seçilme yeterliliğinin ortadan kalkması, bir yıl ve daha fazla hapis cezası içerir kasıtlı bir suçtan mahkûmiyete ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesi ile olur.

Ancak kesinleşmiş böyle bir mahkeme kararı TBMM Genel Kurulunun bilgisine sunulabilir.

Kesinleşmemiş bir mahkeme kararı TBMM’nin bilgisine sunulamaz.

Kesinleşmemiş bir mahkeme kararı TBMM’nin bilgisine sunulsa bile, böyle bir mahkeme kararına dayalı olarak milletvekilliği düşmüş sayılamaz.

Can Atalay’ın milletvekilliği düşmemiştir.

Diğer gerekçelere de gelirsek:

(AYM’nin kesinleşmeyi ortadan kaldıran kararına itibar edilmemesini, Yargıtay’ın hukuk dışı kararına itibar edilmesini, yerel mahkeme kararının kesinleşmemesinin gözetilmemesi konularını da bir an için bir yana bırakalım.)

Dahası da var!

Konu o kadar vahim ki, skandal!..

2- Anayasa madde 84/2 ye göre TBMM’ye yargılamayı yapan “yerel mahkemenin kesinleşmiş kararının” bildirilmesi gerekiyor.

Oysa TBMM’ye, Anayasa’nın 84/2’inci maddesindeki bu karar değil, Yargıtay’ın en son verdiği 3.1.2024 tarihli kararı gönderilmiş.

Bu durum Yargıtay kararı ile ve TBMM tutanağı ile sabit!

Bu yönüyle bile TBMM’nin bilgisine Anayasanın 84/2 maddesindeki bir karar sunulmamış.

Bu yönden bile düşen bir milletvekilliği yok.

3- Yazışma silsilesi olarak;

Yargılamayı yapan merciin yani İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı, o yer Cumhuriyet Başsavcılığı yoluyla Adalet Bakanlığına, Adalet Bakanlığı’nın da Cumhurbaşkanlığına göndermesi gerekiyor.

Kesinleşen kararında, Cumhurbaşkanlığı tezkeresi
yoluyla TBMM Genel Kurulu’na
sunulması gerekiyor.

Olayda yerel mahkeme çıkışlı bile bu silsileyle hiçbir yazı gönderilmemiş.

Kesinleşen yerel mahkeme kararı gönderilmemiş ki...

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, doğrudan TBMM’ye yazı yazarak, sadece “kendi kararını” iletmiş.

4- Kaldı ki, Yargıtay 3. Ceza Dairesi doğrudan TBMM’ye yazı da yazamaz.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi kurum dışına adli yazışmalarını sadece Yargıtay Başkanlığı aracılığı ile yapabilir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi yazışma kurallarını bile gözetmemiş!

5- Yargıtay tarihinde ilk kez bir Yargıtay Ceza Dairesi, doğrudan TBMM’ye yazı yazıyor. Bu, AYM’ye de yapıldığı gibi, TBMM’ye saygısızlık, TBMM’nin manevi şahsiyetine saldırıdır.

6- TBMM Genel Kurulu’na hiçbir kurum “doğrudan” yazı yazamaz. Bu gibi konular ancak yürütme organı olarak Cumhurbaşkanlığı’na tezkereleri ile sunulur.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin doğrudan TBMM Genel Kuruluna yazı yazması, hadsizlik, TBMM iradesine saldırı, Anayasa’yı ihlaldir.

7- TBMM tutanağına göre, TBMM Genel Kurulunda okunan yazı içeriğinde, ceza miktarı yer almıyor. Yani seçilme yeterliliğini ortadan kaldıran bir ceza miktarı da TBMM bilgisine sunulmuş değil!

Bu saldırıyı kınıyorum.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Böyle adalet bakanı olur mu?

Anayasa ihlal edilerek seçilmiş bir milletvekilinin üyeliğinin düşürüldüğü meclis oturumunda büyük tartışma çıktı biliyorsunuz.

Meclis başkanlık koltuğunda oturan eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, meclis tarihinde ilk kez bu kadar alelacele ve ayakta bir karar açıkladı.

Bozdağ hızlandırılmış bir konuşma ile Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürüldüğü söyledi ve elindeki tokmakla çana vurarak oturumu kapattı.

İktidar ve yandaş medya karardan çok memnun. Bir intikam duygusu ile kararı alkışlıyor.

Ancak benim en şaşırdığım ve canımı sıkan gelişme adalet bakanının konu ile ilgili yaptığı açıklama oldu.

Hukukçu kimliği de taşıyan bakan Yılmaz Tunç bakın ne dedi;

“Yargıtay 3. Ceza Dairesince verilen kesin hükmün Anayasanın 84. ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 136. Maddeleri uyarınca, TBMM Genel Kurulu’nda okunması sırasında Meclisi yöneten Meclis Başkanvekilimiz Sayın Bekir Bozdağ’a yönelik çirkin hareket asla kabul edilemez. TBMM Başkanlık Kürsüsü aziz milletimizin kürsüsüdür. Her ne gerekçeyle olursa olsun millet adına hareket eden TBMM’nin çalışması engellenemez. TBMM Genel Kurulu’nu yöneten Başkanlık Divanına saygı göstermek herkesin görevidir. Meclis Başkanlık Kürsüsünün işgal edilmesi ve Meclis Başkanvekilimize kitapçık atılması, milli iradeye büyük bir saygısızlıktır.”

Demek ki bütün olay muhalif milletvekillerinin milli iradeye saygısızlığı imiş.

Açıkça Anayasa çiğnenmiş, ortaya bir Anayasa suçu çıkmış, bakanın umurunda bile değil, o milletvekillerinin itirazını eleştiriyor.

Kedi kendime “Böyle ülkeye böyle adalet bakanı” demek geliyor içimden de neyse.

SORDUM ÖĞRENDİM

Utanmadan nasıl “kayıp yok” dersiniz

Büyük depremin yıl dönümüne 6 gün kaldı.

Yani o acının ve dehşetin üzerinden tam bir yıl geçti.

Elbette yaraların sarılması için eksik de olsa pek çok şey yapıldı ama hâlâ bulunamayan kayıplar var.

Üstelik iktidar deprem yaralarını sararken bile ayrımcılık yapıyor, çıkarcı yandaşlarının bu acıdan para kazanmasına olanak sağlıyor.

Aile bakanı kayıp çocuklar olduğu iddialarına nasıl “Yok böyle bir şey, kayıp çocuk yok” diyebiliyor, nasıl utanmıyor?

Dün Antakya’nın en eskilerinden, Hatay’ın ilk Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen’in torunlarından Ali Mursaloğlu ile konuştum.

Bu köşenin okurları hatırlayacaktır; Ali Mursaloğlu’nun yıkılan evinde yitirdiği oğlu, gelini ve torununun cenazelerini bulamadığını yazmıştım.

Ne yazık ki hala bulunamadı.

Ali Mursaloğlu şaşkınlık içinde “Ben deprem anında yoktum, eşim kurtuldu, torunumun bakıcısı Kongo’lu bir yardımcımızın cenazesini Kongo yetkilileri gelip aldı ama çocuklarımı hâlâ bulamadık” diyor.

Çevrede cenazelerin topluca gömüldüğü alanlar taranmış, yetinmemişler bütün hastane kayıtlarına baktırmışlar ama üç kişinin izine hiçbir şekilde rastlanmamış.

Ali Mursaloğlu “Depremde ölenlerin sayısında da doğruyu söylemiyorlar, toplam 50 bin ölü olduğu açıklandı ama sadece Hatay’da ölenlerin sayısı 200 binin üzerinde” dedi.

Acılı baba bütün bunları yaşarken bir de devletin uygulamalarının çok rahatsız edici olduğunu söylüyor.

Örneğin geçen hafta yıkılan evine gitmiş Mursaloğlu, bir de ne görsün, evin temeli kazılmış, evden artan ne kadar demir ve kullanılacak inşaat malzemesi varsa alınmış, ortada derin bir çukur ve çamur deryası kalmış.

“Bu nasıl olur?” diye soruyor “Bina benim, tapulu malım, bana sormadan, izin almadan demirleri hangi hakla alıp götürürler, kim kazanıyor bu işten” diye soruyor haklı olarak.

“Kayıp çocuk yok” diyen bakana da tepkili Ali Mursaloğlu.

“Nasıl böyle bir açıklama yapar, sadece bu bölgede binin üzerinde insan kayıp, sorduğunuzda deprem anında gömülmüş olabilecekleri söyleniyor, DNA bile alınmamış, bizim zorlamamızla açılan mezarlardan DNA örnekleri alındı, ne yazık ki kendi evlatlarımın DNA’sına rastlamadık” diyor.

Ve en önemlisi Hatay hâlâ “afet bölgesi” ilan edilmedi.

Hatay halkının mücadelesine, onca çabaya rağmen iktidar bu sesi duymaktan kaçınıyor.

Ve son notu; Hatay’da hiçbir güvenlik yok. Antakya başta olmak üzere yerleşim yerleri hala korku filmlerindeki dehşet görüntülere sahne oluyor. Hırsızlık almış başını gitmiş ne polis ne jandarma halkın malını korumak için varlık göstermiyor.

TWITTER ALEMİ

Yeni slogan “Bu söylüyorsa tersi doğrudur”

Sosyal medya iktidar trollerinin elinde adeta bir batağa dönüştü.

Özellikle Twitter (X) tam bir algı operasyonu merkezi haline geldi.

Cımbızla çekilen cümleler üzerinden linç kampanyaları mı dersiniz, bağlamından koparılmış açıklamalar üzerine saldırılar mı dersiniz, söylenenin tamamen aksi söylenmiş yapılan kurgular mı dersiniz hepsi var.

Son günlerde yeni bir algı kampanyası daha başlattılar.

Bir haber, bir bilgi veriyorsunuz, ilk saldırı “yalan” diye geliyor.

Sonra da “Eğer bu söylüyorsa kesin tersidir” diye yazıyorlar.

Nedeni basit; hiçbir soruya cevap veremiyorlar, böyle olunca karalama yarışına giriyorlar, ‘yalan, bir yerinden uyduruyor, mutlaka dediğinin tersidir’ algısı yaratarak gerçeklerin üstünü örtecekleri sanıyorlar.

BUNU YAZMAK GEREK

Türkiye’nin ciddiye alınmadığına son örnek

İktidar ve yandaşları Erdoğan’ın bir dünya lideri olduğunu, Türkiye’nin hem bölgesinde hem dünyada oyun kurucu duruma geldiğini, Amerika ve Avrupa ülkelerinin Türkiye’yi kıskandığını söylüyorlar ama biliyorsunuz durum tam tersi.

İşte bunun son örneklerinden biri.

Birleşmiş Milletler iki gün önce rutin bir karar aldı, buna göre Kıbrıs’taki Barış Gücü’nün görev süresi bir yıl daha uzatıldı.

Bu yıllardır böyle, ancak bu kez karar alınırken ne KKTC’ye ne de Türkiye’ye sorulmadı bile.

Oysa teamüllere göre rutin de olsa böyle bir alınırken taraflara sorulması gerekiyor.

Şimdi Dışişleri buna tepki gösteriyor, Birleşmiş Milletlerin usulsüz karar aldığını savunuyor.

O zaman dönüp kendinize bakın, dünyadaki saygınlığınızın yerini görmüş olursunuz.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları