Bu durumda S-400’ler ne olacak?
Can Ataklı: Açıkçası ilk günden bu yana bu sistemin alınacağına hiç inanmadım.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Maç skoru mu bu kardeşim?
Dünkü yazımda da belirttiğim gibi İdlib krizi göz göre göre geldi.
İdlib, Suriye’de direnişin, muhalefetin merkezi değil.
Hatta muhtemelen İdlib halkının çoğunluğunun Esad’a karşı olup olmadığı bile bilinmiyor.
İdlib’in önemi şu: İki yıl önce Suriye güçlerinin ülke genelinde hakim olmaya başlamasıyla birlikte ortada sıkışan dinci terör örgütlerinin militanları “geçici bir çözümle” İdlib’e taşındı.
Rusya ve İran, kendi ülkelerinden gelen teröristlerin tamamen imha edilmesi gerektiğini söylüyordu.
Burada devreye AKP iktidarı girdi.
Suriye ve Rusya’ya “Bu bir katliama yol açar, siz de zor durumda kalırsınız. Bu konuyu bize bırakın, hepsini İdlib’e toplayalım. Belli bir vadede ellerindeki bütün silahları toplayalım, değişik ülkelerden gelenleri geri gönderelim, gerisini de rehabilite edelim” önerisi götürdüler.
Öneri Rusya’nın ve diğerlerinin de işine geldi.
Sonuçta Suriye bir süreliğine kuzey bölgesinin güvenliğini Türkiye’ye ihale etmiş oldu.
Rusya ve İran da terörle mücadele ederken sivil ölümlerine neden olma riskinden kurtulduğunu düşündü.
Astana ve Soçi anlaşmalarının esası budur.
AKP, aslında sorunu bir süreliğine ertelemişti, yoksa çözebilecek gücü de yeteneği de yoktu.
Nitekim aradan 2 yıl geçti, teröristler İdlib’te güçlenerek varlıklarını sürdürdüler.
Suriye artık ülkenin tamamında egemen olacağını düşünerek harekete geçti.
AKP Genel Başkanı, hayli zamandır İdlib’teki terörle mücadele operasyonlarına karşı çıkıyor, Suriye’yi, dolaylı olarak da Rusya’yı sivil ölümlerine neden olmakla suçluyordu.
Bu suçlamalardan sonra AKP iktidarı bölgeye daha fazla asker ve silah-mühimmat göndermeye başlayınca ipler bir anda koptu, Türk konvoyuna saldırı gerçekleşti, 8 şehit verdik.
AKP iktidarı ise kamuoyuna “Bize saldırdılar ama intikamını anında aldık, 46 hedef vurduk, 76 Suriye askerini öldürdük (etkisiz hale getirdik) sabrımızı kimse test edemez” açıklamaları yaptı.
Sanki maçtayız ve skor yarıştırıyoruz.
8 canımız gitmiş.
Bunun karşılığında 76 can almış olmak bu canları geri getiriyor mu?
Bir başka ülkenin topraklarında şehit vermenin nedenini, alınan bu intikam anlatabilir mi?
İktidar; toplumu uyutmayı, illüzyon gösterileri yapmayı tercih ediyor.
Suriye topraklarında neden olduğumuzu, neden Suriye askerleri ile çatışmalara girdiğimizi, neden Amerika’nın güdümünde olduğumuzu anlatmak yerine, “Onlar 8 canımızı aldılar ama biz de onlardan 76’sını öldürdük” diyerek gerçeğin üzerine örtüyor.
Bu arada şimdilik daha ileri gidileceğini sanmıyorum.
İlk anda AKP Genel Başkanı’nın çok öfkeli açıklamalarından sonra diğer yetkililer daha ılımlı açıklamalarla sanki olayı soğutmaya çalışıyorlar.
Örneğin sınır bölgesine giden Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “Ateşkesin sağlanması gerektiğini” söyledi.
Milli Savunma Bakanı, “Dileğimiz, temennimiz bir an önce ateşkesin, barışın, huzurun, istikrarın gelmesi. Gayretimiz budur. Biz daha önce Rusya ve İran ile yapılan Soçi Antlaşması’nda, Astana mutabakatındaki görev ve sorumluluklarımızı yerine getirdik. Getirmeye devam ediyoruz. Aynı şekilde muhataplarımızın da sorumluluklarını yerine getirmesini bekliyoruz. Burada biz uluslararası hukuka ve mutabakat unsurlarına saygılı olduğumuzu söylemekle beraber, diğer taraftan da hakkımızı koruyacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın. Planlarımız bu şekilde devam ediyor” diye konuştu.
Şimdi tekrar sormak istiyorum; “Tamam da bu yumuşatıcı tavır, giden 8 canımızı geri getirecek mi? Bu canların hesabını kim verecek?”
Bİ SORALIM BAKALIM
Bu durumda S-400’ler ne olacak?
Bu soru sizin de aklınıza gelmiştir mutlaka.
Bir anda Rusya ile papaz olduk.
Bir ara öyle bir hava yayılmıştı ki, sanki Amerika ile bütün ilişkileri bitiriyoruz, artık yeni hedefimiz Rusya ve dolayısıyla Avrasya oluyordu.
Stratejik derinlik safsatası ile Amerika ile Rusya’yı kafa kafaya getirdiğini düşünüyordu iktidar.
Bunun bir yansıması da “Biz büyük ülkeyiz kendi savunma sistemimizi kurarız, buna da kendimiz karar veririz” diyerek Rus S-400 füzeleri almalarıydı.
Açıkçası ilk günden bu yana bu sistemin alınacağına hiç inanmadım.
Elbette Türkiye bu konuda kendi kararını verecek güçteydi belki ama bu iktidar o kadar güçlü mü, bundan kuşkuluydum.
Gerçi bütün afra tafraya rağmen Erdoğan zaman kazanarak “Füze sistemi Nisan 2020’de devreye girecek” açıklamaları yapmıştı.
Oysa bu sistem o kadar komplike bir şey değil.
Sonuçta bir kamyon, üzerinde füze rampası ve bir bilgisayardan oluşuyor.
Kurulmasının, hizmete girmesinin o kadar uzun sürmesi aslında mantıksız.
Tabii bu süreçte Rusların, sistemin bütün özelliklerini sunmayacağı, teknoloji transferi yapmayacakları da konuşuldu.
Şimdi geldiğimiz noktada ise durum çok karışık.
“Aldık” denilen S-400’ler gerçekten hizmete girecek mi?
Yoksa yeniden Amerika’nın yanına dönen AKP iktidarı, verdiği paranın üzerine bir bardak soğuk su içip elimizdeki kamyon ve boruları hurdaya mı atacak?
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Gazeteme teşekkürler ama beni niye koymuyorlar acaba?
Biliyorsunuz bu köşede yazdığım gibi, her sabah Tele1 ekranlarından da sizlere sesleniyorum.
Yaklaşık 2.5 saat süren programın önceden belirlenmiş bir akışı yok.
Bir akşam önceki haberlerden başka hazır hiçbir şey de yok önümde.
Yalnızca gazeteler ve bilgisayarda açtığım bazı internet siteleri var.
Her şey doğaçlama gerçekleşiyor.
Bir süre önce dikkatimi çekmişti, yazdığım KORKUSUZ’un televizyon sayfasında ne yazık ki Tele1’in akışı yoktu.
“Aman” dedim yazı işleri sorumlusu arkadaşlara “Tele1’i niye koymuyorsunuz?”
Arkadaşlar, özellikle Neşet’le Serdal, “Aaaaa” dediler. “Olur mu, hemen koymaya başlarız.”
Aradan zaman geçti. Yine yok.
Ben de açıkçası arsız çocuklar gibi ikide bir sormayı kendime yediremedim.
Derken bir de baktım ki KORKUSUZ’un televizyon sayfasında Tele1’in de yayın akışı var.
Aaa o da ne?
Akış saat 10.00’dan itibaren başlıyor.
Yani 07.00’den itibaren 2.5 saat süren programım nedense KORKUSUZ’un akışına girememiş.
Arkadaşlar etmeyin, eylemeyin, iki satır ekleyeceksiniz o kadar.
07.00 Can Ataklı ile gün başlıyor.
09.30 18 Dakika
Hepsi bu.
Lütfen yani.
ÇOK GÜLDÜM
Bugün size bir fıkra yazmak geldi içimden…
Adam, avlanmanın kesinlikle yasak olduğu, yakalanınca çok yüklü para cezalarının uygulandığı milli parkta, göl kenarında, kucağında kocaman bir balık ile parkın polisine yakalanmış.
Polis adama, “Burada avlanmanın yasak olduğunu bilmiyor musunuz?” diye sormuş,
“Yooo” demiş adam, “Ayrıca balık avladığımı da nereden çıkardınız, çünkü bu balığı ben evimde besliyorum. Her gün buraya gelip gölde bir müddet yüzdürüyorum. Sonra gitme saati geldiğinde ıslık çalıyorum dönüp geliyor, alıp eve götürüyorum.”
Polis memuru biraz da şaşırarak “Tamamen palavra” demiş “Balıklar bu dediğinizi asla yapamaz. Yalan söylemeyin, elinizdeki suç delili ile sizi mahkemeye götüreceğim” diye eklemiş.
“İnanın bu gerçek efendim, isterseniz göstereyim” demiş adam.
Polisin “Haydi görelim bakalım” demesi üzerine adam, balığı gölün sularına bırakmış, aradan birkaç dakika geçmiş polis müdürü adama dönmüş “Evet” demiş meraklı bakışlarla.
Adam “Evet ne?” diye sorunca polis biraz sinirlenerek “Ne zaman geri çağıracaksın?” diye sesini yükseltmiş.
“Neyi?” diye sormuş adam bu kez şaşırmış gibi yaparak.
Polis, “Neyi olacak, balığı” diye bu kez kükrer gibi bağırmış.
Adam gayet sakin ve çok kibarca tekrar sormuş “Anlamadım efendim, hangi balığı?”
Nereden mi geldi aklıma bu fıkra?
Bilmem, bir şirketten Kızılay’a “Paranın birazını sen al, gerisini Ensar’a ver” denilerek şartlı bağış yapılması, Kızılay’ın parayı verdiği Ensar’ın bunu Amerika’daki Türken Vakfı’na gönderdiğini söylemesi, Amerikalıların ise “Ülkemize böyle bir para girmedi” açıklaması yapması üzerinedir belki de.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Başımıza bir de yardım turizmi çıktı
İktidar, Elazığ’da sınıfta kaldı aslında.
Depremle birlikte büyük gürültüler çıkararak bölgeye gittiler.
Bakanlar “Buraya Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı ile geldik” dediler.
Müthiş bir şov yaptılar.
Elbette bazı mağdurlara çadır, battaniye falan da verildi.
Sonrası yok.
Bölgeye Tele1 adına giden Kubilay Erdaş ve Engin Acar, yardım bekleyen vatandaşlarla konuştular.
Haberleri izlemiş olabilirsiniz; birçok kişi bakanların ve resmi yetkililerin şov yapıp gittiklerinden yakınıyordu.
Kubilay Erbaş’la sohbet ederken ilginç bir ayrıntıyı daha öğrendim.
Elazığ, depremle birlikte bir anda Suriyeli akınına uğramış.
Elazığ’daki Suriyeliler, depremle birlikte yakın bölgelerdeki yakınlarına haber vermişler “Gelin burada yardım dağıtılıyor” demişler.
Kubilay Erbaş, “Böylelikle Elazığ’daki Suriyeli sayısı üçe katlanmış. Hepsi birer çadır kapmışlar, örgütlü oldukları için gelen yardımlardan da ciddi pay almışlar” dedi.
Bu bilgi Tele1 haberinde de vardı zaten, Kubilay Erbaş’tan daha ilginç bir şey öğrendim.
Suriyeliler gibi bazı Türkler de depremle birlikte bölgeye gelmişler.
Dağıtılan yardımdan yararlanmak, hatta belki bir ev koparmak umudu taşıyan çok sayıda Türk vatandaşı da Elazığ’ı mesken edinmiş.
Bu bilgiyi daha önce Elazığlı bir arkadaşım da söylemişti. “Çadırların çoğunda Suriyeliler kalıyor. Yardımları da onlar aldı, ayrıca çevreden akın akın gelen Türkler de var” demişti.
Ben önce inanmamıştım ama arkadaşım “Zaten” demişti, “Elazığlılar çadırlarda pek kalmıyor, evleri yıkılanların çoğu ya akrabalarında ya da komşularında kalıyorlar şimdilik. Bu nedenle Suriyelilerin çadırları kapması o kadar da büyük sorun olmadı” diye eklemişti.
Kubilay Erbaş da anlatınca bu kez tam ikna oldum.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları