Can Ataklı; Hepsi bir konuşmada geçen kelimeler ve ifade özgürlüğü. Bu kelimeleri önce arka arkaya okuyun; Alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksindirici, vatan haini, lümpen, terör örgütü maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş.
ANALİZ
Elinizi tutan yok Ergenekon davasını yeniden başlatın!
Yargıtay’ın Ergenekon davası konusunda verdiği karar iktidar çevrelerinin de kimyasını bozdu.
Kararın açıklanmasından sonra yandaş gazeteler sanki bu kumpaslarda hiç payları yokmuş gibi davrandılar.
Yargıtay’ın kararını “alkışlayan” bir tutum takındılar.
Çünkü onlara göre zaten bütün bu kumpaslar cemaat tarafından yapılmıştı. Şimdi adalet yerini buluyordu. Cemaat de bu işten yakasını kurtarmamalıydı.
Ancak aradan biraz zaman geçtikten sonra durum biraz farklılaştı.
Çünkü “mış gibi” yapanlar “bu aslında sizin eseriniz değil miydi, suçu cemaate atıyorsunuz ama bütün bu kumpasların emrini siz vermediniz mi!” diye soranların ısrarı karşısında bunalmaya başladılar.
Öyle ya siz 5 yıl boyunca “darbe” diye tutturacaksınız, bu kumpasta tutuklanan, zindanlara atılan insanlara olmadık hakaretler yapacaksınız, bütün kurguları gerçekmiş gibi sunup bunu da hararetle savunacaksınız, sonra başınız sıkışınca “kandırılmışız, bu cemaat çok kötü bir şeymiş” diyerek sıyrılmaya çalışacaksınız.
Yazdıkları kitapları, köşe yazılarını, televizyon konuşmalarını, miting alanlarındaki söylevlerini şimdi ne yapacaklarını şaşıranlar kendilerini tekrar savunmaya başladılar.
Önce “her şeyi cemaat yaptı” diyorlardı, bazıları tavır değiştirdi “Darbe ile hesaplaşma cemaat yüzünden yapılamadı, bir davanın içine her şeyi attılar, gerçek suçlular da kurtuldu” diye yeni bir söylem geliştirdiler.
Çünkü arşivlerin hiç ortaya çıkmayacağını düşünüyorlardı. Söylediklerinin, yazdıklarının unutulacağını sanmışlardı. Şimdi bunlar yüzlerine vurulunca “ama cemaat” bahanesinin de pek anlamı kalmıyor tabii.
İşte bu yüzden karşı saldırıya geçerek kendilerini aklamaya çalışıyorlar.
Bunlara göre meğer Ergenekon varmış. Tam hesap sorulacakmış ki devreye cemaat girmiş işi sulandırmış. Bu sulandırma olmasaymış darbecilerden hesap sorulabilecekmiş.
Güzel bir atasözümüz vardır, “Halep oradaysa arşın burada” diye.
Madem Ergenekon var, madem dava sulandığı için hesap sorulamadı, elinizi tutan yok ki, açın yeni bir Ergenekon davası.
Öyle isimsiz saldırılar yapmakla olmaz. “Herkesi aynı torbaya attılar” demekle iş bitmez. Açıklayın gerçek darbeciler kimlerdir, kimler torbaya sulandırmak için atılmıştır.
Ama kendileri de biliyorlar ki, böyle bir şey olması mümkün değil.
“Şunlar, şunlar” darbeciydi diyemezler. Çünkü sayacakları isimleri bir araya getirdiğinizde herkes güler.
Zaten zamanında da böyle olduğu için ortaya bir isimler salatası çıkarmışlardı, şimdi “sulandırıldı” dedikleri o dehşetengiz operasyonlar yapılmasaydı toplumda “darbe algısı” oluşturamazlardı.
Bu nedenle otursunlar artık oturdukları yerde.
Utançları ile sussunlar.
Yok, bildikleri bir şey varsa çıkıp açıklasınlar ve Ergenekon soruşturmasını yeniden başlatsınlar.
SORDUM ÖĞRENDİM
Amerika’da başkan uçağına binen gazeteci parasını öder
Sevgili dostum Kubilay Çelik’in yazdığı Amerika Başkanlık Sistemi kitabını daha önce size tanıtmış ve “Çok yararlandığım bu kitaptan ara sıra size de bilgiler vereceğim” demiştim.
Hafta sonunda eskinin yandaşı şimdinin “ne yapacağını bilemeyen” yazarı Fehmi Koru ile yapılmış bir röportajı okurken çok ilginç bir şey öğrendim.
Meğer yandaş medyada çalışan bazı yazarlar sabahları Erdoğan’ın evine gidiyor ve “o gün yazacaklarının” talimatını alıyormuş.
Koru “yanlışlıkla benim de talimat alacağımı sanarak onların bulunduğu odaya aldılar da ben de öyle öğrendim” diyor.
İyi oldu bu bilgi, biz yazdığımızda inanmayanlar şimdi rahatlamışlardır artık.
Bunları okuyunca aklıma geldi, saray ve hükümet her gezilerinde yanlarına ısmarlama gazeteci alıyorlar. Bu iliştirilen gazetecilerin her türlü masrafını da devlet ödüyor.
Oysa Amerika’da durum böyle değil.
Kubilay Çelik’in kitabından okuyalım; “ABD Başkanı ve yardımcısının uçağına bizdeki gibi köşe yazarı veya genel yayın müdürü alınmaz. Bu uçağa binmenin şartı Beyaz Saray Muhabirleri Derneği’ne üye (akredite) olmaktır. Büyük ve uzun gezilerde ise medyanın tamamının başkana eşlik edebilmesi için uçak kiralanır. Gazetecilerin yol, otel ve diğer ulaşım masraflarını kendi çalıştıkları kurumlar öder.”
Kitaptan öğrendiğimize göre bu gezilerde bütün masraflar önce Beyaz Saray tarafından yapılıyor sonra katılanların sayısına bölünüyor.
Aslına bakarsanız Erdoğan’a kadar bizde de durum buydu. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın gezilerine katıldığımızda bütün masrafları öderdik. Üstelik ne Cumhurbaşkanının ne Başbakanın aklına gazeteci seçmek gelmezdi.
Bu kişiler hangi gazetecilerin geziye katıldığını genellikle uçakta öğrenirdi.
Erdoğan bu sistemi kaldırdı, yanına sadece kendi seçtiği gazetecileri almaya başladı.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Hepsi bir konuşmada geçen kelimeler ve ifade özgürlüğü
Bu kelimeleri önce arka arkaya okuyun; Alçak, zalim, kapkaranlık, cahil, tiksindirici, vatan haini, lümpen, terör örgütü maşası, ahlaksız, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş.
Bu kelimelerin tamamını Erdoğan bir konuşmasının 15-20 cümlelik bölümünde kullandı.
Kendisine hakaret davası açtılar. Savunmasını gönderdi; “Fikir özgürlüğümü kullandım” dedi.
Yukarıda okuduğunuz kelimelerin çoğunu diğer siyasetçilerin ağzından pek duyamazsınız. Yandaş olanlar hariç gazete manşetlerinde ve köşe yazılarında da fazla rastlayamazsınız. Yine yandaş televizyoncular haricindekiler de bu kelimeleri pek kullanmaz.
Ama lafa gelince; “muhalefet küfürbaz, hepsi Erdoğan’a ve ailesine küfrediyor.”
Fazla lafa gerek yok, mahkemeye intikal eden dava ortada, küfürler ortada ve “savunma” ortada.
Başka sorum yok hakim bey!
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Çevre böyle katledilir işte
Cumhurbaşkanı hiçbir konuda dur durak tanımıyor.
Canı ne istiyorsa öyle söylüyor.
Doğruymuş, yanlışmış, söylediklerinin ağır sonuçları olurmuş takmıyor.
“Milletin menfaati ne ise ona bakarız gerisi teferruattır” diyerek popülizmin en kötüsüne imza atıyor.
Son konuşmalarından biri çevre ile ilgili.
Ülkenin enerjiye ihtiyacı olduğunu söyleyerek “Ne yapsak karşı çıkıyorlar. Bunu çevre için yapanlar var. Bunlara kulak asmayın haaa” dedi.
Türkçesi şu; “Para kazanmak gerek. Çevre mevre diye tuttursanız kazanamazsınız ona göre.”
Oysa çevreyi korumazsanız belki bir süre “süper kazançlar” elde edersiniz ama sonra siz de ölüme mahkûm olursunuz, kazandığınız para da işe yaramaz.
Ayrıca devletin en tepesi bu tür “ucu açık ve lastikli” sözler söylerse yarın çevre katliamına dur diyebilecek hiçbir otorite kalmaz.
Erdoğan’ın “çevrecilere aldırmayın” sözü haklı haksız her yerde geçerli olur ki, zaten ağır tahribata uğrattıkları doğa bir daha geri dönmemek üzere yok olur gider.
ÇOK GÜLDÜM
Akdoğan’ın açıklamaları klasik Türk filmleri gibi
Hükümetin “saray propagandacısı” gibi çalışan bakanlarından Yalçın Akdoğan da Ergenekon davasının iflası konusuna girmiş.
O da tıpkı diğer utanç içinde olanlar gibi suçu cemaate atıp sıyrılmaya çalışanlardan.
Cemaatçiler hükümete değil devlete karşı darbe yapacaklarmış ama Erdoğan’ın sağlam iradesi bunu önlemiş, kumpasları böylelikle açığa çıkarmışlar ve mağdur edilen herkes bu sayede kurtulmuş.
Akdoğan’a göre Erdoğan’a karşı olanların da bunu bilmesi ve teşekkür etmesi gerekiyormuş.
İyi güzel de sanki o operasyonlar hükümetin hiç haberi olmadan yapıldı.
Sanki cemaatin tetikçilerine talimat hükümetten gitmedi.
Sanki dönemin başbakanı çıkıp “ben bu davanın savcısıyım” demedi.
Akdoğan’ın sözleri bana eski klasik Türk filmlerini hatırlattı.
Saraycı bakan muhalif isimleri tehdit ederek “Sizi o kurtardı” diyor.
İçeri atan da o sonra çıkaran da o.
Tamam. Burası doğru. Erdoğan istemese Balyoz da Ergenekon da böyle sonuçlanmazdı. Anayasa Mahkemesi’ne “kararı böyle çıkar” denmeseydi karar böyle çıkmazdı. Yargıtay’a “boz” denmese Yargıtay bozamazdı.
Açıkçası “Bak Türkiye’de hukuk işliyor aslında” masalına kimse kanmasın.
Çok merak eden Yargıtay’ın Balyoz kararına baksın.
Ne oldu, bir yıl sonra Yargıtay’ın başına taş mı düştü de bütün hukuki hataları görüverdi, davanın kasıtlı olarak sürdürüldüğüne ve karar verildiğine hükmetti?
Eğer öyleyse Balyoz’da neden bu uygulanmadı?
Erdoğan kendine tehdit olarak gördüğü her kesimle hesaplaştı ve tehlikenin ortadan kalktığını anlayınca da düğmeyi kapattı. O kadar.
Türk filmlerinde esas oğlan tecavüze uğrayan kadını zorbaların elinden kurtarır, sonra bir bakarsınız bu kez kadını kendi halleder.
Bu olayda iş biraz tersine tabii. Halletmeyi önce yaptılar. Sonra zorbaların elinden kurtardılar.
Can Ataklı - Korkusuz