loading
close
SON DAKİKALAR

Bunun adı terörle mücadele değil savaştır

Can Ataklı
Tarih: 15.12.2015
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Bütün bu yaşananlar, özel timlerin, özel harekât birliklerinin operasyonları “terörle mücadele” midir, yoksa bölgede “savaş” mı yaşanmaktadır.

Güneydoğu bölgesinde çok garip olaylar yaşanıyor.
Örneğin, koskoca Diyarbakır’ın içindeki Sur ilçesinde günlerce sokağa çıkma yasağı uygulanıyor.
Yasak bittiğinde görünen manzara korkunç.
Evlerin çoğu harap olmuş, binaların üzerinde binlerce kurşun deliği var.
Resmi açıklamalarda “şu kadar terörist etkisiz hale getirildi” deniyor.
Devlet jargonunda “etkisiz hale getirmek” aslında “öldürüldü” demek oluyor.
Başta yandaş yalaka medya olmak üzere, medyanın tamamına yakını “terörün ağır darbeler yediği, hainlerin belalarını bulduğu, katillerin canilerin temizlendiği” manşetleriyle çıkıyor.
Peki, bütün bu yaşananlar, özel timlerin, özel harekât birliklerinin operasyonları “terörle mücadele” midir, yoksa bölgede “savaş” mı yaşanmaktadır.
İktidar ve yandaşları yıllardır ısrarla “90’lı yıllardan” söz ederler. Buradaki kasıt şudur; “90’larda terörle mücadele adı altında bölge halkına eziyet edildi. Terörün teröristleri öldürmekle bitirileceği sanıldı. Oysa sorun Kürt halkının kimlik, varlık, kültür, özgürlük sorunudur. 90’lı yıllarda devlet çok sert davrandı. Türkiye bir daha 90’lara dönemez.”
Oysa şu anda yaşananlar 90’lı yıllara göre çok daha feci.
90’lı yıllarda “olağanüstü hal” uygulaması olmasına rağmen kimsenin aklına kentlerde günler süren sokağa çıkma yasakları uygulamak, herkese yasak haline getirilen bu kentlerde taş üzerinde taş bırakmamak gelmezdi.
90’lı yıllarda iç savaş Lübnan’ını, Suriyesi’ni veya İsrail’e karşı direnen Filistin’i andıran “sokak çatışmaları” görüntüleri olmamıştı.
Oysa şimdi “bütün bir halk” terörist yerine konuyor ve kentler enterne edilerek sokak çatışmalarıyla sözde terörle mücadele yürütülüyor.
İktidar kentlerde hendekler kazıldığını, evlerin cephane deposu haline getirildiğini ve sokak çetelerinin türediğini ileri sürerek operasyonlara meşruluk kazandırmaya çabalıyor.
Elindeki medya gücünü kullanarak bunun propagandasını yapıyor ve üstelik kamuoyundan destek de alıyor.
Oysa bütün bunların olmasını sağlayan bizzat kendileridir, içi boş açılım politikalarıdır.
Kendimizi kandırmayalım. Artık Güneydoğu’da gerçek bir savaş yaşanıyor. Operasyonlar teröristlere karşı değil, neredeyse halkın tamamına karşı yapılıyor.
Ne yazık ki düne kadar terörle mücadeleyi savaş olarak niteleyen, barış çağrıları yapan, terör liderleriyle görüşmeleri adeta şehvetle destekleyen sözde liberal, demokrat çevreler de aşırı “devletçi” bir anlayışın esiri olarak “Devlete kalkan el kırılır, teröre müsamaha gösterilemez” gibi aksi savunulamayacak söylemlerle bu savaşa destek oluyor.

--BUNU YAZMAK GEREK—

Bugünlere nasıl gelindi?
PKK terörü 1984 yılından bu yana resmen yaşanıyor. PKK’lı teröristler o yıl Eruh’a bir baskın düzenlemişler ve birçok kişiyi öldürmüşlerdi.
Ardından 30 yılı aşkın süren bir “terörle mücadele dönemi” başladı.
Ancak devlet olmanın sorumlulukları vardı. Devlet terörle mücadele ederken, sivil halkla, masum insanlarla, çoluk, çocuk, kadın, yaşlılarla teröristleri ayırmak zorundaydı.
Ayrıca mücadele “suçlu takibi” kapsamında olduğu için devletin güvenlik birimleri yasalara ve daha da önemlisi hukuka uymak zorundaydı.
Durum böle olunca elbette terörle mücadele koşulları da zorlaşıyordu. Bu zorluklar nedeniyle, geçen 30 yıl içinde “istenmeyen” olaylar da yaşandı. Kimi zamanlar masum kişilerin de canı yandı, öldüler, yaralandılar, hapse düştüler.
AKP iktidara geldiğinde “güvenlik açısından” sorun büyük ölçüde halledilmişti. Teröristlerin can damarları kesilmişti. Örgüt nefes alacak derman bile bulamaz hale gelmişti.
Ancak AKP iktidarı içi boş, temelsiz, ama aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini tahrip etme amacıyla, arkasına cemaatleri, eski sol-sosyalist grupları, liberalleri de alarak bir açılım politikası başlattı.
Geçmişte yapılan terörle mücadele “savaş” olarak nitelendi, sanki karşımızda düşman varmış gibi “barış” söylemi öne çıkarıldı, terörle mücadelede görev almış olanlar “cani, katil, darbeci” hatta “hain” ilan edildi.
Bu süreçte PKK’nin başta hapisteki lideri olmak üzere tüm elebaşlarıyla masaya oturuldu, müzakere adı altında “pazarlıklar” yapıldı.
“Sivil Anayasa” veya “özerk yönetim” havuçlarıyla her seçim öncesi terör örgütü ile kurulan ilişkiler sayesinde AKP seçimleri kazandı.
Ta ki, 7 Haziran 22015’e kadar. Bu seçimlerden AKP yenik çıktı. Meclis çoğunluğunu kaybetti. İşte o andan itibaren bunun sorumluluğu Kürt siyasi hareketi olarak bilinen HDP’ye yüklendi.
Hiçbir anlamı ve hedefi olmamasına rağmen “PKK terörünün hortladığı” imajı yaratacak bir dizi eylem yapıldı.
İktidar, “devlete kalkan el kırılır” sloganını kullanarak ülkedeki milliyetçi damarları harekete geçirdi. Nereden ve nasıl geldiği belli olmayan bir terör dalgası ülkeyi kapladı.
İktidar da “teröre sıfır tolerans” adı altında operasyonları sertleştirdi. 3.5 ayda 600’ün üzerinde kişi öldü. 1 Kasım’da halkın yüzde 49’u tekrar AKP’ye oy verdi. Böylece AKP yeniden ve daha güçlü biçimde tek başına iktidar oldu.
İktidar bir daha “7 haziran faciası” yaşamamak için Güneydoğu’daki Kürtler’i iyice korkutarak, ülkenin diğer bölgelerinde de milliyetçiliği yükselterek yerini sağlamlaştırmayı amaçlıyor.

--SORDUM ÖĞRENDİM—

Cemaatçiler kaçmadı kaçırıldı
İktidarın cemaate yönelik operasyonu “tam gaz” sürüyor.
Hafta sonunda 10 ilde eş zamanlı operasyonlar yapıldı, bir eski milletvekili, bir rektör ve yine polisler gözaltına alındı.
Ancak operasyonlarda aranan 65 kişiden 43’ünün zaten çoktan kaçtıkları anlaşıldı.
Geçmiş dönemde önemli bir güvenlik biriminde yöneticilik yapmış bir dostumla sohbet ediyordum. “Bunlar nasıl kaçıyorlar böyle?” diye sordum.
Gülerek “Kaçmadılar ki, kaçırıldılar” dedi.
Sonra da anlattı; MİT ve istihbarat örgütleri son yıllarda sınır kapılarında özellikle gece yarısından sonra en iyi elemanları görevlendirmeye başladı. Çünkü suç örgütlerinin militanları, kaçakçılar, mafyacılar bu saatleri tercih ederler çıkmak için. Böyle olunca pek çok suçlu için sınır kapıları artık kolay geçilemeyen yerler haline geldi. Buna karşı cemaatçilerin kaçış saatleri hep gece yarısından sonra. Yani güvenliğin en sıkı olduğu saatler. Demek ki diğer suçlular için zor olan bu saatler cemaatçiler için “kolaylaştırılmış” zaman olmuş. Kısacası kaçmalarına göz yumulduğu gibi yol da gösterilmiş.
Peki, cemaatçiler neden kaçırıldı. Onu da söyledi dostum; Çünkü burada kaldıkları sürece itirafçı olmaları, konuşmaları mümkün. Giderlerse en azından uzunca bir süre kimse konuşmaz.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları