Can Ataklı; Daha önce niye asılmıyordu bu pankartlar. Yoksa tepedekilerden mi korkuyorlardı?
YENİ ÖĞRENDİM
İKTİDAR ZARRAB KONUSUNDA SONUNDA DERİN BİR NEFES ALDI
Soruyorlardı “Tayyip Erdoğan Trump'la daha yeni konuşmuşken Başbakan'ın Amerika seyahati nereden çıktı?” diye. Aslında herkes biliyordu Ankara'da siyasetle ilgilenen, bizlere söyleniyordu, Başbakan sırf Zarrab olayını konuşmak için Amerika'ya gitti aslında. Ama bunu açıkça yazmak kolay değildi, en azından hukuki sorumluluğu var. Ama sonunda gerçek Başbakan'ın ağzından ortaya çıkarıldı. Gezinin asıl amacının Zarrab konusunu görüşmek olduğu bizzat Binali Yıldırım tarafından söylendi. Yıldırım Washington'dan New York'a uçakla giderken yanına aldığı gazetecilere “Zarrap konusunu konuştuğunu, tutuklamaların sahte belgelerle ve haksız içimde yapıldığını” anlattığını söyledi. Pence ise buna karşılık “papazı ve tutuklu konsolosluk görevlisini” hatırlatmış. Yıldırım da “Biz de hukuk devletiyiz” demiş. Buradan çıkan anlam şu; Amerika Rıza olayında geri adım atmıyor. Buna karşılık biz de papaz ve tutuklu konsolosluk görevlisi hakkında bir şey yapmayacağız.
Buraya kadar olanlar resmi açıklamalardan çıkan sonuçlar. Amerika'daki kaynaklarımdan aldığım bilgi ise biraz farklı. Çünkü Binali Yıldırım'ın esas amacı Zarrab olayını çözmek olan Amerika gezisi bu anlamda başarılı bir sonucuna varmış. Edindiğim bilgilere göre avukatları ile yapılan görüşmelerde Zarrab'ın Erdoğan ve aile fertleriyle ilgili hiçbir suçlayıcı ifade kullanmayacağının garantisi alınmış. İddialara göre Zarrab'la ilgili kanıtlar arasında bazı telefon konuşmalarının tapeleri de bulunuyormuş. Bu tapelerde Zarrab'ın üçüncü kişilere Erdoğan'la ilgili söylediği bazı sözler de yer alıyormuş. İktidarın yoğun çabası sonucu Zarrab bu telefon konuşmaları kendisine sorulduğunda “Ben Erdoğan'la bunları hiçbir şekilde konuşmadım. Ama işimi yapabilmek için üçüncü kişilere sanki Erdoğan'la da konuşuyormuşum gibi yaparak onları etkilemeye çalıştım” deme sözü vermiş. Bu durum Pence ile görüşmede de dile getirildikten sonra ilgili birimlere de daha sonra aktarılmış. Amerikan resmi yetkilileri mahkemeye baskı yapamayacakları ama mahkeme başkanının Rıza Zarrab'ın bu açıklamalarına olumlu yönden ve Türkiye'yi zora sokmayacak biçimde yaklaşması konusunda ricada bulunabileceklerini belirtmişler. Amerika'daki kaynağım “Bu tür bir anlaşma olabilecek en iyi anlaşma. Sanıyorum Amerikan resmi yetkilileri ancak bu kadarını başarabileceklerini düşünüyorlar. Federal Mahkeme Beyaz Saray'dan bu yönde gelen bir talebe çok soğuk bakmaz” dedi. Tabii burada önemli olan karşılığında ne gibi tavizler verileceği bana göre. Zarrab konusunda derin bir nefes alan iktidar bir süre sonra papazı ve konsolosluk çalışanını serbest bırakabilir. Ama belli ki önce 26 Kasım günü gelecek, mahkemedeki durum ortaya çıkacak ve sonuç görülecek. Zarrab konusu tehdit ve tehlike olmaktan çıktığı an karşı tavizleri vermek pek zor olmayacaktır. Bu arada Halkbank'a ağır bir ceza gelebilir, Zarrab anlaşma ile kurtulurken bankanın genel müdür yardımcısı ağır ceza alabilir, Türkiye'de yaşayan bazı kamu görevlilerine gıyaplarında cezalar yağabilir, ama muhtemelen fark etmez, onlara yol kazası diye bakılır olur biter.
BUNU YAZMAK GEREK
BABASIN BE ERDOĞAN
Türkiye'de artık hiçbir şey kuralına göre gitmiyor. Bir şeyler oluyor. Tepki çekiyor veya yanlış olduğu görülüyor, ama normal yollarla düzeltilmesi yapılmıyor. Peki, ne oluyor? AKP Genel Başkanı müdahale ediyor. Sonuç hep şöyle oluyor; “Bu Tayyip Erdoğan baba adam, halkın yanında, yapılan her hatayı düzeltiyor, o olmasa ne yaparız?” Bu algı için çalışıyor herkes.
MTV'nin bu yılki zam oranı yüzde 40 açıklandı önce. Erdoğan müdahale etti. “Bu çok” dedi. Hükümet MTV'yi yüzde 25'e indirdi. Oysa bugüne kadar MTV ortalama yüzde 15 artıyordu. “Baba Erdoğan” sayesinde yüzde 10 daha zamlandı ama ahali önce yüzde 40'ı gördüğü için yüzde 25'e sevinip alkışladı. Şimdi aynı babalık araba camlarına yapıştırılan koyulaştırıcı filmler için de yapılıyor. 2015'de çıkarılan ve 2017'de yürürlüğe giren bir yasa ile araçlarda cam filmi kullanmak serbest bırakılmıştı. Yüz binlerce araca cam filmi takıldı. Bu piyasanın 5 milyar lirayı bulduğu belirtiliyor. Derken bir anda yönetmelik değiştirildi ve cam filmleri yasaklandı. Takanlara da 4 küsur lira ceza kesilmeye başlandı. Millet söktürmeye gittiğinde bunun 300 lira olduğunu öğrendi. Bu sefer müthiş bir tepki oluştu. Öyle ki ne terör, ne şehitler, ne ekonomik sıkıntılar ne işsizlik konuşulmadı bile, varsa yoksa cam filmler vardı gündemde. Sonunda baba Erdoğan çıktı yine meydana ve “Şu işe bir daha bakın” dedi. Henüz yakalanıp ceza ödemeden sadece filme taktırma için 600, söktürme için de 300 toplam 900 lira harcayanlar bunu sineye çekip “Babasın be Erdoğan” diyerek bunu da alkışladı.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
MEĞER HEP GİDERLERMİŞ ANITKABİR'E
Atatürk bu yıl daha farklı biçimlerde de anıldı. Her yıl Anıtkabir Atatürk sevdalıları ile dolar taşar bilirsiniz. Bu yıl ilk kez AKP teşkilatları da 10 Kasım'da Atatürk'ü anmak ve Anıtkabir'i ziyaret etmek için seferber oldu. Bu aslında iyi bir şey. Atatürk hepimizin Atatürk'ü. Hepimiz O'nun kurduğu ülkede yaşıyoruz. Bugün ülkeyi yönetenler O'nun açtığı yoldan geçerek bu hale geldiler. AKP'lilerin de Atatürk'ü ziyaret etmelerini şu açıdan da iyi oldu, hep “zorla Atatürk'ü anmamız isteniyor, sap gibi duruyoruz, Atatürk'ü sevmeye mecbur muyuz” diyenler şimdi Atatürk'ü anlamaya başlıyorsa ne mutlu ülkemize. Ancak bunun da samimiyetle yapılması gerek. Hürriyet'te Ahmet Hakan da AKP'lilerin bu yeni coşkusuna çok sevindiğini yazınca AKP'nin Beşiktaş ilçe başkanı kendisini arayıp “Biz her yıl otobüsler kiralayıp gidiyorduk zaten” demiş. Belki her yıl gidiyorlardı gerçekten ama hiç bu kadar reklamını yapmıyorlardı. Beşiktaş'tan geçenler görmüştür, her taraf AKP amblemli Atatürk bayrakları ve “Anıtkabir'e gidiyoruz” pankartlarıyla donatılmış halde. Daha önce niye asılmıyordu bu pankartlar. Yoksa tepedekilerden mi korkuyorlardı?
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
10 KASIM YOK AMA REKLAMLARDAN DÜNYANIN PARASINI ALMAYI BİLİYORLAR
Yandaşların en militan gazetelerinden Star dünkü sayısında 10 Kasım'la ilgili tek satır bile haber yayınlamadı. Sanki 10 Kasım sıradan bir gündü. Yazarlarından sadece Ersoy Dede 10 Kasım'ı hatırlatarak Atatürk'ü andı. Başta Erdoğan olmak üzere AKP'nin bütün birimleri bu yıl Atatürk'e ayrı ilgi gösterirken iktidarın en militan gazetelerinden birinin Atatürk'ü hiç görmemesi bana şaşırtıcı geldi. Bu bir iç çekişme ürünü mü yoksa gazete kendi tavrını mı ortaya koydu bilemiyorum. Ancak aynı gazete bazı şirketlerin verdiği tam sayfa Atatürk'lü ilanları almakta bir beis görmemiş. İşin içine para girince her şeyi unutuyorlar çünkü. Eğer Atatürk'e, ilke ve devrimlerine karşıysanız haberini koymadığınız gibi reklamlarını da koymazsınız. Tabii Star dışında Akit'te de yoktu Atatürk. Neyse ki bu yıl saygısızlık yapmamışlar hiç olmazsa. 10 Kasım'ın en çirkin yazılarından biri Sabah'ta yayınlandı. Engin Ardıç Atatürk ve 10 Kasım'la dalga geçerek “Aaa, bugün 10 Kasım'dı yahu, onu yazacaktık, yer kalmadı… Zarar yok, nasıl olsa bugün beş yüz kişi yazacak ve de hep aynı yazıyı yazacak, oralardan okursunuz” diye yazdı. 15 Temmuz'dakilerin dışındaki gazilere “şaklaban” diyen bir adamdan başkası beklenir mi bilemem tabii.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
HUKUK DA DEVLET DE BENİM
Erdoğan artık hiçbir sınır tanımıyor. Lafın nereye gideceğine falan hiç bakmıyor, o anda bir fayda görüyorsa dilediğini söylüyor. Sonuçta kimse karşı çıkmadığı, itiraz etmediği veya eleştirmediği için de söylediği her şey artık doğru ve geçerli kabul ediliyor. Örneğin “diktatör olmadığını” anlatmak için “Diktatör olsam böyle konuşabilirler mi, aldırırım içeri” diyebiliyor. Oysa bir işareti ile içeri alınanların sayısını saymakla bitiremeyiz. Sadece twiit attıkları için kaç kişi hakkında ağır cezalık soruşturma olduğunu biliyor musunuz? 3 binin üzerinde. Önceki gün muhtarlarla yaptığı konuşmada sözü cemaate getirdi yine. Bildiğimiz sözlerini tekrarladı. Cemaatçileri defalarca uyardığını, Bank Asya'ya para yatırmamaları, çocuklarını onların dershanelerine vermemeleri gerektiğini anlattığını söyledi. “Sanki biz bunları dememişiz gibi arabasını satıp o bankaya yatıran,…bunca zaman bunları söyledik, bilsen nolur, bilmesen nolur? Bu kadar söyledikten sonra sen bunu yaparsan, hukukta bir kaide var. Onu bilmemek mazeret değil. Biz meydanlarda söyledik bunları ya. Bunların ne olduğunu meydanlarda anlattık. Bu örgüte sempati besleyen herkesi derhal ilişkilerini kesme konusunda ikaz ettim. Çağrımızla örgütle ilişkisini kesenler hayatlarını rahat sürdürüyorlar” dedi. Bu cümle çok alkışlandı ama aslında demokrasi ve hukuk sistemini alt eden bir söylem bu. Erdoğan sözlerinin “hukuk” olarak algılanması gerektiğini anlatıyor hepimize. Elbette kanunları bilmemek mazeret sayılamaz. Erdoğan kendi sözlerini duymamış olmayı da kabul etmiyor ve “Bileceksin yoksa bedelini ödersin” diyor. İnsan ne söyleyeceğini şaşırıyor ister istemez.
Can Ataklı - Korkusuz