Can Ataklı: Nasıl her konuda 'Valla dün yaparken iyiydi, ama yanılmışız, şimdi düzeltiyoruz' diyorlarsa, Tam Gün Yasası da aynı muameleyi görüyor.
ŞAŞIRDIM
AMERİKA DEYİNCE SORMAMIŞIZ BİLE
Devlet yönetmek ciddi bir iş. Ancak bu kural galiba Türkiye için pek geçerli değil. Çünkü bizde ülkeyi yönetenler akıllarına ne geliyorsa söylüyorlar. İktidarı büyük bir sayısal çoğunlukla ellerinde tuttukları ayrıca devletin tüm kurum ve kuruluşlarını da tamamen ele geçirdikleri için kimse hesap soramıyor. Ortaya büyük bir skandal çıksa bile bunun hiçbir müeyyidesi yok. Belki “rezil olma” faktörü vardır ama rezil olmaya da kimse aldırmıyor bile. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı “nedeni belirsiz” görüşmeler yapmak üzere Amerika'ya gidiyor, karşısında muhatap bulamıyor, önceden talimatlı Başkan yardımcısı görüşmesi dışında kimse Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'yla görüşmek istemiyor, o başbakan randevu saatini beklerken Washington turuna çıkıp tuhaf “yalnızlık” fotoğrafları çektiriyor ve bundan hiç rahatsızlık duymuyor. Çünkü ne rezil olmasının bir önemi var ne de kendisinden herhangi biri hesap soracak durumda değil. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı CNN televizyonuna çıkıp sorulara cevap veriyor örneğin. Ama verdiği cevaplarda ciddi bir gaf yapıyor. Ne Türkiye'den ne dünyadan hiç tepki almıyor. Türkiye'de almamasını anlıyorum, kim ne diyecek ki. Röportajı yapan da muhtemelen “Zaten laf olsun diye röportaj yaptık, bir de üzerinde mi duracağız” mantığı içinde Yıldırım'ı fazla sıkıştırmıyor. CNN'deki röportajda GPS programının sunucusu Fareed Zakaria Binali Yıldırım'a “Washington'daki kaynaklarım Türk hükümetinin sağladığı kanıtların güçlü ve inandırıcı olmadığını söyledi. Bu kanıtlar güçlü olsa kamuoyuna duyururlardı diye düşünüyorlar” dedi.
Yıldırım da bunun üzerine, “15 Temmuz'da bir darbe girişimi oldu. Benzeri 11 Eylül'de ABD'ye oldu. Bush, ‘ABD saldırı altında' dediğinde Türkiye, ordusunu Afganistan'a göndererek ilk yardım öneren ülke oldu. ABD, ‘Bu saldırının arkasında El Kaide var. El Kaide sorumlu' dedi. Kimse ABD'ye ‘El Kaide'nin yaptığına dair kanıt var mı' diye sormadı” cevabını verdi.
İnanılır gibi değil. Türkiye sadece Bush'un lafı ile Afganistan'a asker göndermiş. Terörü “El Kaide'nin yaptığı” açıklamalarına tereddütsüz inanmış. Üstelik Türkiye Müslüman bir ülke. Bu korkunç terör eylemlerinden sorumlu tutulanlar Müslümanlar. Ancak Müslümanlığı sürekli bayrak yapan yöneticilerimizin aklına bile gelmemiş “Yahu nereden çıkarıyorsunuz bu eylemleri yapanların El Kaide olduğunu, elinizde belge, kanıt var mı?” diye sormak. Dünyanın yaşanmış en kanlı terör eylemlerinden biri olan 11 Eylül'ü “Müslümanların yaptığına” Hristiyan bir Amerikalı siyasetçinin sözüne güvenerek ve hiçbir kanıt istemeden inanan bir iktidarımızın olduğunu öğrenmiş olduk bu röportaj sayesinde. Şu sıralar pek ciddiye alınmadığımız için olacak sunucu Yıldırım'a “Siz nasıl ülke yönetiyorsunuz ki Amerikan başkanının söylediği her söze inanıyorsunuz?” dememiş. Belki aklına gelmiştir o sırada ama “Aman bana ne” diye düşünmüş olabilir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
SIRA PARA KAZANMAYA GELİNCE TAM GÜN YASASI ESNETİLİYOR
Nasıl her konuda “Valla dün yaparken iyiydi, ama yanılmışız, şimdi düzeltiyoruz” diyorlarsa, Tam Gün Yasası da aynı muameleyi görüyor. Sağlık Bakanı açıklamış “Tam Gün Yasasını esnetiyoruz” demiş. Nedeni basit, kurdukları Şehir hastanelerinde çalıştıracak “akademik unvanlı” doktorlara ihtiyaçları var. Oysa aynı iktidar Tam Gün yasasını çıkarırken halkın sağlığını ön planda tuttuklarını, doktorların keyiflerine göre çalışamayacağını, ya hastaneleri ya üniversiteleri seçmeleri gerektiğini söylüyorlardı. “Halkımız artık sıra beklemeden ve hiç para ödemeden sağlık hizmetlerine ulaşıyor” propagandası yaparak ciddi oy da topladılar bu yolla. Şimdi başları sıkıştı, yeni yaratılan kazanç kapısı sıkıntıya girdi demek ki, “yasada esnetme” yoluna gidiyorlar. Başlarının sıkıştığı yer Şehir hastaneleri. Her biri devasa boyutta, binlerce kişinin çalışacağı ve binlerce kişinin yararlanacağı Şehir hastanelerini ilk duyduğumda “uçuk gibi görünüyor ama önemli bir hizmet verebilir” diye düşünmüştüm. Çünkü Erdoğan'ın “En büyük hayalim” dediği Şehir hastanelerinin yeni anlayışla yapılan çok modern Devlet hastaneleri olduğunu sanıyordum. Meğer özel sektör yapıyormuş bu hastaneleri ve hükümet bunlara yıllık hasta garantisi veriyormuş. Tıpkı otoyol ve köprülerdeki gibi, günlük araç geçiş garantisi gibi bu hastanelerin de günlük hasta garantisi var. Bu hastanelere ilgiyi artırmak için de “Profesör, doçent” gibi unvanı olan uzmanlara ihtiyaç var. O halde; “haydi unutalım eski popülist sözleri ve esnetelim Tam Gün Yasasını.”
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
ERDOĞAN'I BU YANDAŞLAR BATIRACAK
Çok güzel bir lafımız vardır. İktidara yaranma yarışı yapanlar için “kraldan çok kralcı” tanımı yapılır. Bunun örnekleri bizde pek bol. Dün iktidarın en militan yandaşlarından biri olan Star Gazetesi Erdoğan'a yaranmak için “İstanbul'a böyle ihanet ettiler” manşetini atmıştı. Haberde kocaman bir de gökdelenler fotoğrafı var. Doğal olarak ayrıntıları okumadan önce Erdoğan'ın söylediği “Bu şehre ihanet ettik” sözleri aklınıza geliyor ve haberin de sanki Erdoğan için yapıldığını sanıyorsunuz. Doğru haber Erdoğan'la ilgili ama tamamen tersten çakan bir haber. Şöyleymiş manşetin anlamı; Efendim Erdoğan zamanında belediye başkanıyken İstanbul'un nüfusunun artmaması için öneriler getirmiş. Hatta kente giriş için vize konulmasını bile gündeme getirmiş. Ama o Cehape zihniyeti ve Mimarlar Odası Erdoğan'ın her talebine karşı çıkmış, yatırımları davalarla baltalamış. Eeee ne olmuş? Olan şu ki İstanbul beton yığınına dönmüş. Peki Star'ın bu “yalakalık” olsun diye yaptığı haberin ucu nereye gidiyor? Erdoğan sanki İstanbul'dan intikam almış. Vize önerisine karşı çıkılınca o da yönettiği kentte ipin ucunu bırakmış ve İstanbul bugün “ihanet ettik” dediği çirkinliğe gelmiş. Kısacası Erdoğan İstanbul'u yönetememiş, otoritesini kuramamış. Hep diyorum ya, yalakanın da akıllısı gerek. Erdoğan bilmeli ki kendisini İstanbul'dan intikam almış gibi gösteren bu yandaşlar yüzünden batacak.
YENİ ÖĞRENDİM
ARTIK ORDUYA SUBAY DEĞİL CAMİYE İMAM SEÇİYORLAR
Askeri okullar kaldırıldı. Yerine güya askeri bir akademi kuruldu. Artık subay olmak isteyenler önce liseyi veya dengi bir okulu bitirecek ondan sonra bu akademiye gelecek ve subay olacak. Ya da belli eğitimlerden geçmiş olanlar mülakatla subay yapılıyor. Bu mülakatlar da askerler tarafından değil hükümetin belirlediği kişiler tarafından gerçekleştiriliyor. Aslına bakarsanız iş başından belli. Bundan sonra subay olacaklar “sivil” bir AKP'li ekip tarafından seçilecek. Onların seçtikleri subaylar da orduyu yönetecek. Ama bunun bu kadar göstere göstere yapılacağını sanmıyordum, biraz dikkat edeceklerini düşünüyordum. Oysa tam tersi bu konuda da iktidar gözü kara gidiyor. Subay mülakatlarına giren bir vatandaş sorulan soruları anlatmış gazetecilere. Mesleki soruların sorulmadığını söylemiş. “Kuran okuyor musun?” diye sormuşlar örneğin. “Kevser suresi ne anlatır?” diye sormuşlar. En uzun ve en kısa surelerin neler olduğunu bilip bilmediğini öğrenmek istemişler. Kuran konusunda bilgiyi ölçtükten sonra “Berkin Elvan ekmek almaya giderken mi ölmüştü?” diye de sormuşlar. Bunları anlatan subay adayı “kendi adamları olduğunu sandığım kişilerin mülakatları beş dakika sürdü ve hemen ardından kabul edildikleri bildirildi. Bizimki hem uzun sürdü hem de kabul edilmedik” diyor. Orduyu cemaat zaten feci hale getirmişti. Şimdi de “devrim muhafızları” kuruluyor galiba.
ÜZÜLDÜM
HÜLYA KOÇYİĞİT'İ ORADA GÖRMEK İNSANIN İÇİNİ ACITIYOR
Bu yıl 39'uncusu yapılan Asya Avrupa Maratonu'na her yıl olduğu gibi çok ünlü isimler, sivil toplum kuruluşları katıldı. Bazı gazetelerde yılların sinema sanatçısı Hülya Koçyiğit'in maratona “TÜRGEV gönüllüsü” olarak katıldığını okudum. Gerçekten üzüldüm ve içim acıdı. Nedeni basit. Her sanatçı, hatta herkes gibi Hülya Koçyiğit de değer ve önem verdiği bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü olabilir, yapılan hizmetlere katılarak desteğini gösterebilir. Ancak Hülya Koçyiğit gibi çok tanınmış ve sevilen bir sanatçı bunu yaparken dikkatli olmak zorundadır. TÜRGEV öğrencilere burs sağlayan, yurt olanakları yaratan bir vakıf. Yönetimi Erdoğan Ailesi'nin elinde. Yönetimde Erdoğan Ailesi'nin olması Hülya Koçyiğit'i elbette ilgilendirmez ama bir sanatçı olarak bu vakfın gelir kaynaklarına bakmak buna göre hareket etmek zorundadır. Bu vakıf çok büyük bağışlar alıyor. Ama bu bağışlar vakıf çok başarı olduğu için verilmiyor. Devletle iş yapan kimileri bu vakfa yüksek miktarlarda bağışlar yaparak göze girmeye dolayısıyla devletle olan işlerini kolaylaştırmaya çalışıyorlar. Öyle ki pek çok devlet işinde muhataplara “TÜRGEV'e bağış yaptınız mı?” sorusunun sorulduğu dedikoduları bini aşmış durumda. Amerika'da “kara para aklamak, dolandırıcılık yapmak” suçlarından tutuklu olan Reza Zarrab'ın bu vakfa ne kadar bağış yaptığını biliyor mu acaba Hülya Koçyiğit? Bir sanatçı çok dikkatli olmak zorundadır.
Can Ataklı: Korkusuz