Can Ataklı; CHP'li milletvekiline göre CHP oylamaya hiç katılmayınca oluşacak fireler konusunda kimse CHP'ye çamur atamayacak. CHP'siz oylama sonunda her parti fireyi kendi içinde arayacak.
ŞAŞIRDIM
BUNU DA DEDİLER; ERDOĞAN “MEHDİ” OLABİLİRMİŞ
Sabahları birçok televizyon kanalı magazin sohbetleri yayınlıyor.
Genellikle üçlü ya da dörtlü gruplar günün magazin olaylarını değerlendiriyor, dedikoduları, polemikleri, yeni aşkları, ayrılıkları, skandalları konu ediyorlar.
Zapping yaparken hepsine birer ikişer dakika bakıyorum.
Ama Beyaz TV'de yayınlanan magazin programına mutlaka her sabah daha fazla bakıyorum.
Müzik dünyasın fenomenlerinden Nihat Doğan başrolde. Magazin yazarı Ömür Varol ve Bircan İpek de diğer konuşmacılar.
Bu programa diğerlerinden daha fazla neden bakıyorum?
Çünkü bu bir magazin programından ziyade bir “din” programını andırıyor. Her sabah Nihat Doğan, din, iman, Allah, Peygamber, ayetler, hadisler, kıssalar artık ne varsa anlatıyor.
Din hikayelerinden giriyor, türbanlı bacılarına 28 Şubat'ta çektirilenlerden çıkıyor. CHP'nin dinsizliğinden başlıyor, Atatürk ilke ve devrimlerinin ne kadar kötü olduğu ile bitiriyor.
Kıldığı namazları, zorunlu olarak kaçırdığında kıldığı kaza namazlarını anlatıyor, kiminde coşuyor herkese ayar veriyor kiminde gözyaşlarına boğuluyor.
Gördüğü rüyaların nasıl uhrevi özellikler taşıdığından dem vururken doğadaki tüm canlıların Hu çektiğini ileri sürüyor.
Açıkçası “din nasıl istismar edilir?” konusunda büyüklerine ders veriyor.
Ben tebessümle ve ibretle izliyorum ama belli ki bu programın seyircisi çok ve her söylenene de inanıyorlar.
Ancak dün işin dozu iyice arttı. Nihat Doğan Tayyip Erdoğan'ın İbni Arabi'nin kehanetlerindeki “Mehdi” olabileceğini bile söyledi.
Doğan hayli teatral biçimde Nostradamus'un kehanetlerinden söz ettikten sonra “Bu kehanetlerin aslında İbni Arabi'den alıntı” olduğunu ileri sürerek özetle şunu anlattı.
Gerçi anlatımı hayli uzundu, ballandırdı da ballandırdı, ben iyice kısaltmak durumundayım.
İbni Arabi bir kehanetinde İslama hakim olan bir büyük gücün çökeceğini ondan sonra fetret dönemine girileceğini anlatıyor. Nihat Doğan'a göre bu büyük güç Osmanlı İmparatorluğu. Daha sonra Konya çevrelerinden bir Necm (yıldız) çıkacak. 28 defa ihram giyecek, yani Hacca gidecek bu kişi yeni bir öğreti ile İslamı toparlayacak. Nihat Doğan Konya, Necm arasında bağlantı bulabilmek için günlerce araştırma yapmış, ne olduğunu bulmak için çok ter dökmüş. Sonunda keşfetmiş ki Necm yani Necmettin Erbakan. Araştırmış Erbakan'ın tam 28 defa hacca gittiğini öğrenmiş. Bu Necm'in ölümünden sonra hilafet bölgesindeki (yani Ortadoğu) zalim diktatörler birer birer devrilecek ve ölecekler. Nihat Doğan “İşte Saddam, Kaddafi” diyor. Esad'ın da gideceğini söylüyor. Ardından İslam ülkelerinde büyük sarsıntılar olacak. Dış saldırılarla pek çok Müslüman öldürülecek. Sonunda bir komutan çıkacak ortaya. Konyalı Necm'in açtığı yoldan giderek İslamı tekrar toplayacak, kuracağı İslam ordusu ile Kudüs'ü fethedecek ve gerçek İslam devletini kuracak. Nihat Doğan “Çok düşündüm taşındım, bu tanıma en çok uyan kişi Erdoğan değil mi?” dedi. Sonra da ekledi; “Mehdidir demem doğru olur mu bilemem ama bu kehanetlere bakınca bu da benim yorumum.”
Demek ki neymiş? Tayyip Erdoğan mehdi imiş.
Nihat Doğan'ın demesiyle Erdoğan mehdi olabilir mi? Elbette hayır ama Nihat Doğan her sabah ekranlara çıkan, din konusunda doğru yanlış sürekli konuşan, herkese ayar veren, kendileri gibi düşünmeyen herkesi din dışı ilan etme cüreti gösteren ve izlenen bir kişi.
Din konusunda basit kurallar ve hurafeler dışında fazla bilgisi olmayan milyonlara her gün hitap eden biri. Bu açıdan söyledikleri önemli değil ama tehlikeli.
Hoş bunu söyleyen ya da ima eden sadece Nihat Doğan mı? İnternette bu görüşü savunan pek çok kişi var. Hürriyet yazarı Akif Beki bile kitabında Erdoğan'ın “göklerden gelen güçlerin temsilcisi” gibi tanıtmamış mıydı?
SORDUM ÖĞRENDİM
CHP ANAYASA OYLAMASINA KATILMAMA EĞİLİMİNDE
AKP ve MHP'nin anlaştığı anayasa değişikliği paketi Meclis'e sunulduktan sonra üzerindeki görüşmeler başlayacak. Tabii asıl önemli olan 330 rakamının bulunup bulunmayacağı.
Görünen bu sayının artık garanti altına alındığı yönünde. Buna rağmen siyasi kulislerde “kim ne kadar fire verir?” tartışmaları da sürüyor.
Ankara'daki bazı kaynaklarım “CHP'de de fire olabilir” dediler. Kim olur bunu bilemem. Ancak bir CHP milletvekiline “CHP gerçekten fire verebilir mi?” diye sordum. “Kesinlikle vermez, aramızda Erdoğan'ı tek adamlığa taşıyacak bir kişi bile yok” cevabını verdi.
Aynı milletvekili “Ama biliyoruz ki MHP içinden de AKP içinden de ciddi fireler olacak. Bunu açıkça göstermek için son oylamaya hiç girmeme eğilimi parti içinde ağır basıyor” diye ekledi.
CHP'li milletvekiline göre CHP oylamaya hiç katılmayınca oluşacak fireler konusunda kimse CHP'ye çamur atamayacak. CHP'siz oylama sonunda her parti fireyi kendi içinde arayacak.
Bence de maddeler üzerinde çetin bir mücadele vermek ama oylamaya hiç katılmamak olumlu bir karar olur.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YENİÇAĞ GAZETESİ'NE SALDIRIYI KİMLER YAPTI?
Önce Yeniçağ'da çalışan gazetecilere ve diğer emekçilere geçmiş olsun diyorum. Son zamanların en şiddetli “Vandal” saldırısına uğradılar.
Yüzleri maskeli, kapişonlu, taşlı sopalı bir güruh gazeteye saldırdı.
Ben bu yazıyı yazdığım sırada henüz saldırıyı kimin yaptığı ile ilgili bir bilgi yoktu. “Biz yaptık” diyen de çıkmadı.
Tabii akla ilk gelen MHP oluyor. Yeniçağ Gazetesi MHP eğilimli bir gazete. Ancak son yıllarda MHP Genel Merkezi'ni değil muhalif grupları destekliyor ve genel merkeze ağır eleştirilerde bulunuyor.
Saldırıyı buna öfkelenen MHP'liler düzenlemiş olabilir.
Ancak MHP desteği ile “Erdoğan'ı başkan yaptırma telaşında” olan AKP'ye yakın grupların yapmış olma olasılığı da var. Daha önce Hürriyet Gazetesi de benzer biçimde saldırıya uğramıştı. Oradaki “milis” güçler bu saldırıyı da yapmış olabilir.
Burada tehlikeli olan siyasi amaçlarla genç, ateşli ve çoğu bilgisiz, bilinçsiz gruplardan “milisler” oluşturmak ve gözdağı vermek için eylemler yaptırılmasıdır. İktidarın bu korkunç saldırı üzerindeki perdeyi çok hızlı şekilde açması gerekir.
BUNU YAZMAK GEREK
DEMEK SARAY 330 KONUSUNDA İKNA OLDU
Anayasa değişikliği ve Tayyip Erdoğan'ın tek adamlığının tescili konusunda son aşamaya gelindi.
Değişiklik teklifi Meclis'e sunulduğuna göre demek ki saray desteğin en az 330'u bulacağı konusunda ikna olmuş durumda.
AKP milletvekilleri günlerdir gruplar halinde saraya çağrılıyordu. Burada Erdoğan tek tek her milletvekiliyle konuştu. Muhtemelen hepsinden söz aldı. Bunu nasıl yaptı bilemem elbette. Yemin mi ettirdi, ricada mı
bulundu, başka şeyler mi söyledi, bilmemiz de pek mümkün değil.
MHP'nin de AKP'yi tamamlayacak sayıda destek vereceği anlaşılmış olmalı ki ok artık atıldı.
Bundan sonrasını Meclis'te göreceğiz.
Kimi muhalifler Bahçeli'nin, değişiklik maddeleri Meclis'e geldiği andan itibaren hiçbir yorum yapmayacağını, milletvekillerini de “serbest” bırakacağını söylüyor.
Bana göre değişiklik metnindeki birçok nokta çok tartışılacaktır. Ama sonuçta her şey parmak sayısına bağlı .
Sayı garantisi sağlandığına göre bu tartışmaların da pek önemi kalmaz.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
FAHİŞ FİYAT DEVLETİ BİLE CAYDIRDI
İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Saylan Demir bütün şubelere bir yazı göndererek “Resmi polis araçlarının üçüncü köprü ile Körfez geçişini kullanmamaları” talimatı vermiş.
Gerekçesi ise bu köprülerin ve bağlantılı otoyolların çok pahalı olması.
Müdür yardımcısının yazısında “Bu yolların kullanılması için gerekli ödeneğe sahip bulunulmadığı” kaydedilmiş.
İşe bakar mısınız, devlet köprü ve otoyollar yapıyor, buradan geçecek halktan para topluyor ama aynı yollardan kendi araçlarının geçmesine izin vermiyor, çünkü çok pahalı.
Halkın geçmesi için yapılan, bazı araçların geçmesi de zorunlu tutulan yolları devletin kendisi kullanmak istemiyor.
Oysa o polis araçları o yollardan geçse de geçmese de zaten parası yine devletten çıkıyor.
Emniyetin bu talimatı halkın “nasıl kazıklandığını” anlatan bir ibret belgesidir…
BAŞIMDAN GEÇENLER
BERBERDE EKONOMİ VE PİYASA SOHBETİ
Ancak ayda bir gidebiliyorum berbere. Nişantaşı'nda bir han içinde berberlik yapan Osman'a neredeyse 20 yıldır aralıksız giderim. Sonra birkaç yer değiştirdi ama ben Osman'ı hiç bırakmadım.
Her tıraşta elbette sohbet de ederiz. Bana piyasayı anlatır, çevresine olup bitenleri aktarır.
Hafta içinde telefon ettim “Geleyim mi, meşgul müsün?” diye sordum. “Ne meşgulü Can abi, kimse yok, bekliyorum” dedi.
Gittim, oturdum koltuğa “Hayrola, ortağın nerede, kimse de yok” deyince “Ortak bir yere kayboldu, bilmiyorum” dedikten sonra ekledi “Zaten müşteri yok ki.”
Ben sormadan da anlatmaya devam etti; “Millet gelmiyor Can abi, sokaklara baksana saçı başı darmadağın, iki üç günlük sakalla dolaşan yığınla insan var. Eskiden ayda iki kere gelip saçını kestiren, düzelttiren, sakal tıraşı olan, boyatanlar iki hatta üç ayda bir gelmeye başladı.”
Ben de “Peki ne oldu, hepsi mi parasız kaldı?” diye sordum.
Osman “Yok be abi, parasızlıktan değil, milletin keyfi yok. Tıraş işi bazıları için ayda bir belki mecburiyet ama birçok kişi buraya keyif için gelir, daha güzel, daha yakışıklı görünmek için çabalar. Şimdi moral kalmadı ki. Millet saldı kendini işte.”
Kestiği saçımı yıkarken Berber Osman devam etti “Sadece bizim işimiz mi, Valikonağından Osmanbey Şişli'ye kadar o kadar çok boş dükkan var ki. Bütün tekstilciler dükkan kapadılar. Eskiden üç bin dolarlık yere hava parası vermeden kimse giremezdi şimdi aynı yere üç bin lira istiyorlar veren yok.”
Çok dar bir alandan ekonomi manzarası böyle görünüyor.
Can Ataklı - Korkusuz