CHP’nin bu konudaki beceriksizliğinin ve hatta ciddiyetsizliğinin bir örneğini sunmak istiyorum.
Özellikle CHP’li okurlardan ve CHP’li çevrelerden gelen en büyük şikâyet “partiye gönderilen mesajların asla cevaplandırılmayışı.” Nedense koca CHP bir türlü halkla ve partililerle ilişkiyi kuramıyor. Sanıyorum seçimlerdeki başarısızlığının başta gelen faktörlerinden biri de bu.
CHP’nin bu konudaki beceriksizliğinin ve hatta ciddiyetsizliğinin bir örneğini sunmak istiyorum.
Dün Almanya’da yaşayan, yıllardır bu ülkedeki Türklerin Alman devletiyle ilgili hukuksal sorunlarında tercümanlık yapan, Almanya’da Türkiye’nin tanıtımı için neredeyse gecesini gündüzüne katan değerli ağabeyim Tahsin Ersoy aradı.
“Can” dedi “Hani kasım ayında seni aramıştım, Kılıçdaroğlu’nu Almanya’ya davet etmek istediğimizi söylemiştim ya!”
Ben de “Evet, ne zaman geliyor Kılıçdaroğu?” diye sordum. Tahsin abi kısa bir süre sustu ve “o davete hâlâ bir cevap gelmedi” dedi... Şimdi filmlerdeki gibi “flashback” yapayım ve kasım ayına döneyim:
Tahsin abi aradı ve yaşadığı Tübingen’in bağlı olduğu Baden Württemberg eyaletinin SPD’li Başbakanı Nils Schmid’in Kemal Kılıçdaroğlu’nu davet etmek istediğini söyledi:
“Baden Württemberg Almanya’nın en zengin eyaleti. (Mercedes burada.) Ayrıca Tübingen ve Stuttgart’ta çok sayıda Türk var. Bölgede okumaya gelen Türk öğrenci sayısı da çok fazla” dedikten sonra “Schmid üç günlük çok güzel bir program hazırlamak istiyor. Kılıçdaroğlu parlamentoda konuşacak, işçilere hitap edecek, Türk üniversite öğrencileriyle sohbet edecek, ayrıca Türk evleri ziyaret edilecek” diyerek planladıkları ziyareti anlattı.
Benden istediği ise CHP’de bu konuları konuşacakları bir muhatap bulmaları için yardım.
Ben de ardından CHP’yi aradım, basınla ilgili yetkili ile görüşüp durumu anlattım. Yetkili kişi “Çok heyecan verici bir davet olduğunu” söyleyerek “Davet içeriğini bana mail’le atsınlar, ben Sayın Genel Başkan’a ve diğer yetkililere anında iletirim” dedi.
Tahsin abiyi aradım, CHP’deki yetkilinin adını ve mail’ini verdim.
Flashback bitti, bugüne dönelim. Dün Tahsin abi aradı. “Konuştuğumuz günden beri CHP’den cevap yok” dedi. Davet içeriği ekli mektubu tam üç kere CHP’ye göndermiş, bir dönüş bile olmamış.
Ama Tahsin abi kolay kolay yılmaz, Ankara’dan CHP’ye yakın bir arkadaşını bulmuş, mektubun aslını göndermiş ve bunu CHP’ye götürmesini rica etmiş. Bu kişi mektubu CHP’ye götürmüş, Kemal Işılak’la görüşmüş, mektubu vermiş, Işılak “Şu sıralar başımız kalabalık sizi ararız” demiş.
Yine cevap yok.
Bu tür davetler prestij davetleridir, yapılan konuşmalar, temaslar hem Alman hem Türk medyasında yer alır, gidilen ülkenin Türk toplumlarında ilgi görür, siyasetçiler kendileri gibi düşünmeyenleri de etkileme şansı bulur.
CHP nedense bu tür konularda ya ciddiyetsiz ya umursamaz davranıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun bunlardan haberi oluyor mu acaba?
*****
TL’nin yeni simgesinde çıpa varmış. Madem artık çıpası da var, bari bundan sonra vatandaşın cebinde biraz daha uzun süre takılı kalsın! (Gani Yıldız)
*****
Zorunlu bir yazı
Çarşamba akşamı CNN Türk’te katıldığım programda söylediklerim benim tahminimi aşan ölçüde olay yarattı. Üç gündür medya ve siyaset çevreleri o gece konuşulanları tartışıyor.
Birkaç noktaya açıklık getirmem gerektiğine inanıyorum;
1- Ben bir iddiada ya da ifşaatta bulunmadım. Yaşadığım bir olayı anlattım.
2- Ortada bir yalan ya da iftira yoktu, çünkü iyi niyetle bana söylenen bir konuyu o dönemin bir bakanına aktarmıştım.
3- Söylediğimi kanıtlamak gibi kaygım yoktu. Bir tanıklık söz konusuydu ve bunun somut belgesi olamazdı.
4- Yayına katılan Aydın Doğan’ı büyük saygı ile dinledim, sözlerine üzüldüğümü belirttim. Medyanın en büyük patronu ile polemiğe girme haddini kendimde bulamazdım.
5- Zafer Mutlu’ya da cevap vermedim, gereği yoktu, “hatırlamadığını” ve “benim karıştırdığımı” söyledi. Yılların arkadaşlığına saygı göstermek zorundaydım.
6- Ertuğrul Özkök’ün “Ben şantaj yapmadım, bana iftra atılıyor” sözlerini anlayamadım. Konu onun gıyabında gelişmişti.
7- Bahattin Yücel herkesi kollayan bir açıklama yaptı. Benim anlattıklarımı doğruladı. Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu’nun o dönemde “dosya yok” dediklerini anlattı. Dosya var ya da yok, bu benim dışında, ben Yücel’e “bana söyleneni” aktarmıştım.
8- O gece söylediklerimi bugüne kadar ilk kez söylemedim. 15 yıl önce de buna benzer sözler sarfettim. 28 Şubat uygulamalarına dönemin en büyük gazetesinin yöneticisi ve yazarı olarak “zorunlu aktör” gibi katılmakla birlikte rahatsızlıklarımı her fırsatta dile getirmiştim.
9- O dönemdeki tavrım nedeniyle gazetemle yollarımı ayırmak zorunda kalmış, uzun süre hiçbir yerde iş bulamamıştım.
10- Benzer bir durumu sadece bir yıl çalıştığım Uzan Grubu’na el konmasından sonra da yaşamış ve mesleğe yeniden Zafer Mutlu sayesinde dönebilmiştim.
11- Aydın Doğan kısa bir süre öncesine kadar çalıştığım Vatan Gazetesi’nin de sahibiydi. CNN Türk’teki anımı, eğer Aydın Doğan hâlâ Vatan’ın sahibi olsa bile muhtemelen yine anlatırdım. Çünkü o sözler önceden planlanmış değildi, sözün oraya gelmesiyle söylenmişti. Muhtemelen hem gazetemin hem de CNN Türk’ün Aydın Doğan’a ait olduğunu unutur ve yine konuşurdum.
12- Ertuğrul Özkök’ün CNN Türk’e dava açacak olmasını yadırgarım. Kimse önemli bir olayda ve canlı yayında kimin ne söyleyeceğini bilemez. Bu risk bütün kanallar için geçerlidir.
13- Ertuğrul Özkök’ün “Bizim kanalımızda bu adamları nasıl konuşturursunuz?” sözlerini ise anlamam mümkün değil. Sanıyorum bunun sansür olduğunu fark edecek ve üzülecektir.
14- Yayında söylediğim “Bu gece meslek hayatımın sonu olabilir” sözü bir korku ve endişenin sonucu değil, bir anda 12 yıl öncesini hatırlamamın refleksi ile söylenmiştir.
15- Sözlerimin bir iftira, karalama, komplo olmadığını bütün yüreğimle söylüyorum. Amacımın kamuoyu tarafından anlaşıldığının kanıtı ise gazetelerin internet sayfalarında ve yüzlerce internet sitesinin okur yorumu köşelerinde yayınlanan yazılardır. Aldığım binleri aşan mesajlar ise cabası.
*****
Peki şimdi ne olacak?
Balyoz davasında bir ilke daha imza atıldı ve bir kuvvet komutanı mahkemeye giderek “tanık” sıfatıyla ifade verdi. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Bekir Kalyoncu iddianamede “darbe planı” olarak tanımlanan, sanık emekli ve muvazzaf subayların “plan semineri” dediği belge üzerine bildiklerini söyledi.
Kalyoncu’nun sözlerinden o dönemde bir darbe olasılığı olmadığını, irticanın söylendiği gibi çok önemli bir tehdit olarak algılanmadığını anlıyoruz.
İfadeye bakıldığında “Darbe planı-plan semineri” belgesinin askerin “rutin” çalışmalarından biri olduğu görülüyor.
Nitekim Kalyoncu mahkemeye sanki tanık olarak değil de bilirkişi olarak davet edildiği hissine kapıldığını belirtti.
Dünkü ifadelere bakıldığında, eğer bir kuvvet komutanı mahkeme tarafından ciddiye alınacaksa, darbe planı iddiası tamamen çökmüş durumdadır.
Ama mahkeme aksi yönde düşünüyorsa bu sefer de bir kuvvet komutanının sözlerine inanılmadığı anlamı çıkacaktır.
Kişisel görüşüme göre bu dava artık iyice çıkmaza girmiştir. Hâkimlere kolaylıklar dilerim.