Çocukluk anılarımda çok önemli yeri olan bina depremle bu hale gelmiş
Can Ataklı; Sadece bir virgül öyle mi?
Sosyal medya hesaplarımdan birine gelen mesajı içim burkularak ama heyecanla okudum.
Depremi yaşadığımız şu günlerde eğitimin ve daha da önemlisi gerçek bir eğitimcinin hayatımızda ne kadar önemli yeri olabileceğini anlatan bu yazıyı sizlere de sunmak istedim;
“2003 yılında, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde, henüz 19 yaşında ikinci sınıf öğrencisi olarak kafası bir karış havada gezen biriydim.
Bir gün, çok değerli bir mukavemet akademisyenimizin dersindeydim. Değerli hocamız, öğrenciler tarafından korkulan biriydi. Herkes, kendisinin çok gaddar ve de acımasız olduğundan şikâyet ederdi.
Düşünün ara sınavdaki sınıf ortalamaları 100 üzerinden 15-20 gibi seviyelerde çıkıyor.
Bir gün, bir arkadaşımız isyan etti: “Hocam, bize o kadar düşük notlar veriyorsunuz ki ortalamamız düşüyor. Hevesimizi yitiriyoruz.”
Hocamız derin bir nefes aldı ve sordu; “Haksızlık mı yapıyorum? Buna mı itirazınız var?”
Arkadaşımız biraz laubali bir şekilde “Gidiş yolumuz doğru olan sorularda, bir virgül kaydırdık diye sıfır puan veriyorsunuz” diyerek serzenişte bulundu. Hocamızın yüzü aniden gerildi ve birden bağırdı;
“Demek virgül yüzünden puan kırıyorum?”
Sonra da “Hiç kimse sınıftan çıkmayacak. Hepiniz burada bekleyeceksiniz. Eğer sınıftan çıkan olursa; dersten bırakırım” diye sözünü bitirdi ve bir hışımla sınıftan dışarı çıktı.
Hepimiz şaşkın bir şekilde birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
Sonra aniden sınıfın kapısı açıldı ve de elinde kocaman bir slayt makinesi ile içeriye girdi. Şaşkın ve korkulu bir şekilde kendisini izliyorduk. Hemen bir kutu slaytı hızlıca makineye yerleştirdi.
Ekrana gelen ilk görüntüde, kalorifer peteği altında sıkışarak can vermiş bir vatandaşımız vardı. Az önce meraklı ve uğultulu olan grubun sesi bıçak gibi kesilmişti.
Bir sonraki slaytta ise; deprem göçüğü sebebiyle patlayan bir kazan dairesinden fışkıran sular sebebiyle vefat eden bir yatakhane dolusu ortaokul öğrencisi vardı. Hocamız, buz kesmiş sınıfa doğru döndü ve de sesini bir ton yumuşattı. Ama halen öfkeliydi.
“Soralım bu zavallı vatandaşlarımıza, virgülün yeri neresiymiş… Gidiş yolu doğru olan herkesi mezun etmemiz gereken bir kurum olmamız lazım aslında. Ne de olsa iyi niyet var değil mi?”
Sonra aniden elindeki tebeşiri tahtaya fırlatıp parçalattı.
“Ben o niyete tüküreyim e**ğlueşekler! Siz nerede olduğunuzu, ne okuduğunuzu sanıyorsunuz? Çocuk oyunu mu? O virgül yüzünden insanlar ölüyor. İstersen onlara soralım Tolga (isim uydurulmuştur) efendi. Belki sana puan verirler. Gidiş yoluymuş…Yolunuzun belasını versinler. Eskiden sizin yaşınızdaki insanlar, savaşta tünel kazıyorlardı, siper yapıyorlardı, köprü yapıyorlardı. Müderrishane bu yüzden kurulmuştu. Okuduğunuz okulu hobi olarak görüyorsanız; yarın derhal kaydınızı alın bu okuldan. Gidip eğlenin istediğiniz yerde. Bu meslekte kayan şey, virgül değil hayattır. Senin bir anlık ihmalin, yetersizliğin, bu slaytta görmüş olduğun suçsuz insanların ölümüne neden olacaktır. Sen sadece doktorluk kutsal bilirsin. Her meslek kutsaldır. Yaşayan ve yaşatan herkes kıymetlidir. Siz bu ülkenin aptal gençliği değilsiniz. Siz umutsunuz! Siz geleceksiniz. Biz elimizden geleni yapmaya çalıştık ama olmadı. Belki siz başarırsınız diye yırtınıyorum. Bir umudum var sizden çocuklarım.”
Sonra Tolga’ya döndü ve “Sen katil misin Tolga?” diye sordu.
Tolga’nın gözleri halen yatakhanedeki ölü çocuklara bakıyordu. Hepimiz gibi onun da boğazı düğümlenmişti ve ağlamaklıydı. Titreyerek “Hayır hocam” diyebildi.
Ve sonra sayın hocam hiç unutmayacağım şu sözleri söyledi:
“Beni bir katilin hocası olarak andırmayın. Bana gaddar diyebilirsiniz… Bana acımasız diyebilirsiniz… Ama bana bir katili mezun etmiş hoca demeyin, dedirtmeyin. Bu benim sizden tek isteğim ve vasiyetimdir.”
(SONAD PELİT’DEN ALINTI)
BAŞIMDAN GEÇENLER
Çocukluk anılarımda çok önemli yeri olan bina depremle bu hale gelmiş
Bu fotoğraf Antakya’dan.
Bu binada en büyük teyzem çocuk doktoru Nermin ve eniştem operatör doktor Ahmet Kalaycıoğlu çok uzun yıllar yaşadılar, üç kızlarını yetiştirdi.
Teyzem ve eniştem aslen Antakyalı değillerdi ama doktor olarak ilk görevlendirildikleri bu kenti çok sevmişler yerleşmişlerdi.
Oturdukları bina sarınım Fransızlardan kalma bir binaydı, yüksek tavanlı, geniş ferah, ortasında bir de avlu olan binaydı.
Kalorifer yoktu o zamanlar, koca bir soba ve mutfaktaki kuzineler her tarafı ısıtırdı.
Bayılırdım kısacak tatiller için de olsa Antakya’ya teyzemlere gitmeye.
Sonra herkes Antakya’dan ayrıldı, önce kızlar tabii, üniversite, mesleğe adım atış ve evliliklerle yuvadan uçtular.
Antakya’ya önceki yıl gittim, bu binanın önünden geçerken gözlerim doldu, boş duruyordu, butik otel yapılacağını söylemişlerdi.
Derken deprem oldu ve bu fotoğraf geldi.
Fotoğrafa bakan bir inşaat mühendisi arkadaşım “Bu bina yıkılmamış, depreme dayanmış aslında” dedi, sonra da ekledi; “Sanıyorum 100 yıllık bir bina bu, yorulmuş artık, buna rağmen temeli dimdik, sadece ön cephedeki duvarları dayanamamış depreme.”
Ne olursa olsun, binalar yıkılır ama asla unutamayacağım çok güzel anılarım hep dipdiri kalır.
KOMİK
İstanbul’da yaşasalar hangi semtleri tercih ederdi?
Pierre Cardin; Moda
Adem-Havva; Elmadağ
Giyom Tell; Okmeydanı
Donkişot; Yeldeğirmeni
Kazanova; Harem
Pinokyo; Sarayburnu
Stalin; Kızıltoprak
Robin Hood; Avcılar
Gandi; Etyemez
Carl Levis; Koşuyolu
Marlon Brando; Zuhuratbaba
Van Gogh; Kulaksız
Marilyn Monreo; Bebek
Mark Spitz; Çiftehavuzlar
Zagor; Baltalimanı
Pamuk Prenses ve 7 cüceler; Yedikule
NOSTALJİ
Bina aynı bina ama arada 80 yıl var
Fotoğraflardan siyah beyaz olan Amerika’da 1940’lı yıllarda çekilmiş.
Bilgisayar hayatımıza girmeye hazırlanıyor henüz.
Renkli olan fotoğraf ise aynı binanın önünde günümüzü yansıtıyor.
8-10 kişinin güçlükle bir kamyona yüklemeye çalıştığı ‘Computer’in taşıdığı bilginin yüzbinlerce katı şimdi bir kişinin elinde tuttuğu minicik bir çipin içinde artık.
Tabii ki böyle olduğunu biliyoruz ama görsel olarak insanı hayli etkilemiyor mu?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları