Can Ataklı; Bugün İktidarın inatla ve korkuyla kaçmaya çalıştığı Gezi direnişinin birinci yıl dönümü.
İktidarın inatla ve korkuyla kaçmaya çalıştığı Gezi direnişinin birinci yıl dönümü.
Doğal olarak pek çok sivil toplum kuruluşu Gezi’nin yıldönümünde polis saldırısı sonucu öldürülenleri anmak aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin en büyük ve anlamlı protesto gösterilerinden birini kutlamak için bir araya gelmek istiyor.
Ceberrut iktidar
Ancak ceberutlukta sınır tanımayan iktidarımız bu günleri zehir etmek için elinden geleni yapıyor. Bir taraftan 25 bin polis, 50 toma 5 helikopterle adeta İstanbul’da sıkıyönetim ilan ederken başbakan da bir yıldır tekrarladığı doğru olmayan ifadeleri yine ortaya attı.
Sevgili izleyiciler; gerçekten çok eksantrik bir başbakanımız var. 12 yıldır iktidarda ama onun kadar şikâyet eden yok.
12 yıllık bütün konuşmaları bir araya getirin, başbakanın şikayetleri muhalefeti fersah fersah geçer.
Bitmeyen bir mağduriyet edebiyatı, sürekli engellenmekten yakınma, hiç bitmeyen bir derin devlet korkusu, sürekli yinelenen darbe paranoyası, artık akla zarar vermeye başlayan kimliği ve kaynağı belirsiz dış güçler kaygısı.
Bu gıdayı almak zorunda
Bütün bunlar sanıyorum başbakanın iktidarda kalabilmek için almak zorunda olduğu gıdalar gibi.
Bakın dün 29 Mayıs İstanbul’un Fetih yıldönümüydü. Bizim sözde muhafazakar kesim ağzından demokrasiyi, hukuku, insan haklarını düşürmez ama sıra övünmeye, öykünmeye gelince bir anda Osmanlıcı kesilir.
Osmanlı’nın yüzyıllar boyu emperyal bir devlet olduğunu unutup emperyalizme karşı söylemleri Osmanlı hayranlığı ile bile bağdaştırırlar.
İşte böyle bir günde başbakan her zaman olduğu gibi yine konuştu. Yine hiç de doğru olmayan sözler söyledi ve sürekli şikâyet etti.
“Zulum 1453’te başladı”
Örneğin “Bundan bir süre önce bazı kendini bilmezler, bazı dinsizler gittiler duvarlara zulüm 1453’te başladı diye yazdılar. Bu zihniyet barışı savunamaz” dedi.
Şimdi neresini düzeltelim. Belki gerçekten bir kendini bilmez hiçbirimizin görmediği bir yerde bir duvara böyle bir şey yazmıştır. Peki, siz bunu duydunuz mu? Duymuş olsanız bile yaygın biçimde kullanıldığına tanık oldunuz mu?
İnanın ben ilk kez başbakan söyleyince öğrendim. Cumhuriyet mitinginde de gerçekten bir kendini bilmez birkaç dakikalığına “ordu göreve” diye bir pankart açmıştı. Sadece tek bir pankarttı ve çevreden gelen tepkiler üzerine derhal kaldırılmıştı. Ama her nasılsa milyonlarca insanın bulunduğu bir ortamda bu pankartın fotoğrafı çekilmiş ve anında medyaya servis edilmişti.
Hiç kimsenin aklına ordunun darbe yapmasını istemek gelmediği halde yıllardır bu saçma sapan pankart üzerinden siyaset yapıyor bu iktidar.
Kimse görmemiş ama başbakan söylüyor
İşte “zulüm 14537’te başladı” diye bir slogan yazıldıysa bile aynı böyle. Kimse görmüyor ve tekrarlamıyor bile ama başbakan ille toplumu gerecek ya bunu söyleyiveriyor.
Sonra aksi defalarca ispatlanmasına rağmen bilindik doğru olmayan sözleri inci gibi dizip tekrar söyledi başbakan. “ibadet yerlerimize hakaret ettiler saldırdılar, başörtülü kızlarımıza saldırdılar, bira şişeleriyle TC yazdılar, Türk bayrağını yaktılar” dedi yine.
Ne gezi direnişi sırasında ne başka bir zaman camiler, türbanlı kızlar saldırıya uğramadı. Görüntüleri var dediler bir yıldır ortaya çıkmadığı gibi zaten çıkan görüntülerde hiçbir şey olmadığı da açıkça görülüyordu.
Ama fark etmiyor. Nasıl olsa başbakanın ağzından çıkan her söze inanmaya teşne büyük bir seçmen kitlesi var.
Densiz tamam da dinsiz nedir?
Bu arada unutmadan, başbakanın “zulum 1453’te başladı” sloganı ile ilgili söylediği “densizin biri” lafına katılırım da “bazı dinsizler” ne anlama geliyor. Velevki densizin biri böyle bir sloganı yazmış duvara, bunun dinsizlikle ilgisi ne?
Ayrıca yine velevki birileri dinsiz de olabilir. Hani siz yaradılanı yaradan ötürü severdiniz hep. Dinsiz de olsa onu da yaratan aynı değil mi? Dine inanmamak onun sorunu, başbakanın değil.
Olsun, başbakan Gezi’den söz ederken araya dinsizliği de sıkıştırıp bundan yararlanmak istiyor belli ki. Gezi’ye katılanlar teröristtir, çapulcudur, dinsizdir, bayrak yakar, yağma yapar, Türkiye’nin gelişmesinden rahatsız olur. Amaç bu kavramları kendine muhalif olanlarla özdeşleştirmek.
Neyse, yarın önemli gün. Bırakın Taksim’e çıkmayı Taksim’e giden yollara çıkmasını bile yasaklayan bir iktidar zihniyeti ile karşı karşıyayız.
Gezici kılıklı polis timleri
Ama bundan da beteri var. Son bir haftadır Taksim ve İstiklal Caddesi’nde her hallerinden sivil polis oldukları anlaşılan gruplar geziyor. Bunların bazılarının bellerindeki tabancalar görünüyor, bazılarının elinde ise coplar var.
Bu gruplar tıpkı Gezi’ye katılan gençlere özenir gibi giyinmişler. Sırt çantaları var, uzun saçlar, kulaklarda küpeler. 1 Mayıs günü İstiklal Caddesi’nde bunları toplu halde görmüştüm. O gün İstiklal Caddesi’ne giriş biliyorsunuz valiliğin verdiği izin kağıdı ile mümkün olabiliyordu. Bizim kanal da İstiklal Caddesi’nin tam ortasında.
Tabii biz buraya gelince haliyle biraz dışarı çıkıp dolaştık. Çok sayıda çevik kuvvet polisi yollarda oturmuştu. Bir onlar kadar da sivil görevli vardı. Bunların bazılarının sırtında polis yazıyordu ama çoğunda bu yoktu.
1 Mayıs’ta iş görmüşlerdi
Aynı tipler hafif kargaşaların yaşandığı Beşiktaş, Şişli ve Osmanbey’de ortaya çıkmıştı. Bu polisler tıpkı protestocu gibi insanların arasına karışıyor, bağırıp çağırıyor hatta elindeki su şişesini, yerden aldığı taşı ya da başka bir şeyi polise atıyor sonra bir anda yanındakinin üzerine çullanıp onu bir polis aracına sokuyor.
Sonra hiçbir şey olmamış gibi yine kalabalığın arasına karışıyor ve bıraktığı yerden devam ediyor.
Yarın bu ajan provokatörlerin sahada etkin olabileceğini sanıyorum. Çünkü iktidar öyle bir paranoya yaşıyor ki, başta Gezi olmak üzere iktidara yönelik her protestoyu bir şiddet olayı gibi anlatabilmek için bunlara başvuruyor.
Okmeydanı kimin işiydi acaba?
Bakın, üzerinde çok fazla durulmadı belki de, Okmeydanı’nda yaşanan olaylar bana göre çok ciddi bir devlet provokasyonuydu.
Bir televizyon kanalında “Okmeydanı için ne diyorsunuz?” diye sorduklarında “ne düşüneyim, molotofu atan da, ateş eden de polis” dediğimde çok şaşırmışlardı.
Olay günü de anlatmıştım. 20-25 kişilik bir gurubun o gün yaptığı eylemin hiçbir anlamı yoktu. Bunun tek amacı Gezi direnişinin yıldönümü yaklaşırken İstanbul’da bir terör havası yaratmak ve sıradan insanları Taksim’den uzak tutmaktır.
Yüzleri maskeli, ellerinde pompalı tüfek, tabanca, Molotof kokteyli, sapan olan kişiler neyin nesidir? Hangi akla hizmet etmektedirler.
Neye hizmet ettikleri belli. İktidar ve yandaş yalaka medya anında harekete geçti. Sanki Gezi eylemlerine katılanlar bunlarmış gibi yayın yaptılar. Gezi’nin yıldönümünde bunun daha büyüğünün yapılacağını iddia ettiler.
Oysa herkes biliyor ki Gezi direnişi sırasında milyonlarca insan hiçbir şiddet eylemine karışmadı. Polis gaz ve su sıkmadıkça hiçbir hareketlenme yaşanmadı.
Son gün ortaya çıkan maskeliler
Ama ne zaman oldu? Hatırlayın. Gezi parkında 22 gün geçirildi. Sonra bir sabah polis Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Anıtı üzerine asılı ve çoğu yasadışı bazı terör örgütlerine ait pankart ve dövizleri indirme bahanesiyle sabahın erken saatlerinde Taksim’e girdi.
Vali Gezi Parkı’nda olanlara seslenerek “Sakın endişe etmeyin, size hiçbir şey yapılmayacak. Taksim’i bu kirlilikten kurtarmamız gerek” diye anonslar yaptı.
Sonra Tepebaşı- Talimhane tarafından sayıları 15 bile olmayan yüzleri maskeli bir grup çıktı ortaya. O ana kadar hiç ortalarda görünmeyen bu tipler alandaki binlerce polisle adeta kedi fare oyunu oynar gibi oynadılar. Öyle ki aralarından 3-5 kişi o binlerce polisin arasına dalıp bir toma aracını ateşe bile verdiler.
Daha önceki olaylarda insanları havaya uçuracak kadar tazyikli su sıkan tomalar maskeli, Molotoflu gruba bahçe sular gibi su sıktılar, güya gaz da attılar ama o gazlar 30 metre ilerideki maskeli gruba hiç ulaşmadı bile.
Güya yakalanan adam nerede?
Ardından tv kameralarına belindeki silahla yakalanan, üstü başı son derece temiz, ütülü ve maskeli bir göstericinin ele geçirildiği açıklandı. Peki bu adam hala hapiste mi? Aradan neredeyse bir yıl geçti, hakkında dava açıldı mı, hakim önüne çıktı mı?
Geçen akşam muhalefet milletvekillerine bir çağrı yapmıştım. Tıpkı Silivri, Hasdal, Sincan cezaevlerini ziyaret ettiğiniz gibi lütfen Gezi direnişinin sonunda polise Molotof atarken yakalandığı söylenen bu şahsı kaldığı hapishanede ziyaret edin.
Bakalım hapiste mi, yoksa emniyetteki görevinin başında mı?
Sevgili izleyiciler, bakın o molotflu gösteriden sonra Gezi’de bekleşenlere “Size dokunmayacağız” sözü veren vali ani bir karar değişikliği ile bütün polisi Gezi Parkı’na sürdü. Gazlar sular derken Gezi de Taksim de boşaltıldı. O gün bugün 10 kişi yan yana yürüyerek Taksim’e çıkamaz hale geldi.
Şimdi anlaşılıyor mu o yüzleri maskeli Molotoflu adamların ne işe yaradığı.
Şikâyetçi ve ricacı başbakan
Dün söylemişim, bugün tekrar sormak istiyorum. Şikâyetçi ve ricacı bir başbakanımız var. Güneydoğu’da PKK’lı teröristler askerlerin konuşlandığı yere 100 metre mesafede yol kesiyor, kimlik kontrolü yapıyor, kontak anahtarlarını topluyor. Bugün güya jandarma bölgede operasyon yaptı. Sonuç değişmedi tabii.
Bir de dağa kaçırılan çocuklar olayı var. Başbakan PKK’ya yalvar yakar “onları geri verin yoksa b ve c planını uygularım” diyor.
Ülkenin geldiği hale bakın. Başbakan sanki bütün dünyaya kafa tutan, ayar veren adam pozunda. Ama kendi ülkesinde zorla dağa kaçırılan çocuklarının hesabını bile soramıyor.
PKK’ya sözler mi verilmişti?
Neden? Bilmiyoruz. Çünkü belki de PKK’ya bazı sözler verildi. Bizim haberimiz bile olmadan tavizler verildi. Belki şimdi bunların uygulanma vakti gelmiştir. Hükümet bir şey yapamayınca da PKk elindeki en önemli kozu yani terörü ortaya sürüveriyor.
“Kürt sorunu var, bunu bizim istediğimiz gibi çözün, yoksa yapacağımızı biliriz” diyorlar adeta. Yıllardır her fırsatta soruyorum. “Açılım dediniz, nedir bu açılım, ne yapmak istiyorsunuz, sonucu söyleyin” diyorum. Aldığım cevap hep aynı; “Bu bir süreçtir, bugüne kadar çok şey yapıldı, devam da edecek.”
Tamam onu anladık. Bitince nasıl bir Türkiye olacak? Açılım diye başlattığınıza göre bunun son halini de biliyorsunuzdur. Bunu söylemekten neden kaçınıyorsunuz.
Değerli izleyiciler, sorum aslında çok basit. Nasıl ortada hiç ev yokken planlar yapılır, maketler hazırlanır ve bu “işte bitince böyle bir şey olacak” diye sunulur ya, şu açılımı da böyle sunsalar ya. O zaman sürece hepimiz razı geliriz, hatta sonucun iyi olacağını gördükten sonra bu süreci kısaltmak için hepimiz kollarımızı sıvarız.
Ancak çok belli ki iktidar seçim dönemlerinde ya da başı sıkıştığında “sorunu çözeceğiz” diyerek bazı sözler veriyor. Bunların bir kısmını geride kalan halkın tepkisinden çekindiklerini için açıklayamadıkları gibi gerçekleştiremiyorlar da, bir kısmını ise yapmaları zaten mümkün değil.
Olan Türkiye’ye, bu ülkede yaşayan herkese oluyor. Hep gerilim, hep heyecan, hep korku. Sanıyorum zaten iktidarı da besleyen bu. Yoksa sürekli gerginlik yaratmak, kin ve nefret tohumları saçmak akla uygun mu?
Can AtaklıUlusal Kanal Yorum 30 Mayıs 2014