Can Ataklı: Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırma ve tek adam rejimini kurma hayallerini bozacak tek şey referandumda 'hayır' demektir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
TC'Yİ TAMAMEN YOK ETMEYE NİYETLİLER
Referandumda evet çıkması halinde Türkiye'de rejimin değişeceğini ısrarla söylüyoruz. AKP'nin kimi sözcüleri bunun gerçek olmadığını yapılanın sadece bir “hükümet sistemi değişikliği” olduğunu söylüyorlar ama hayır oyunun çok önde görülmesi nedeniyle ağızlarındaki baklayı çıkarmak zorunda kalıyorlar.
Eğer evet çıkarsa Türkiye'nin rejimi değişecektir.
Yönetim tamamen bir kişinin eline geçecek, yargı ve yasama tamamen bu bir kişinin keyfine emanet edilecektir.
“Yok böyle bir şey” diyenlere Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanı Mehmet Uçum'un attığı bir twit en iyi cevap oldu.
Hemen her gece bir ekranda evet oyu için konuşan Mehmet Uçum sonunda “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tamamen ortadan kaldırılacağını” itiraf etti.
Uçum evet oylarının hızla yükseldiğini belirterek şöyle bir twit yazdı; “Sessiz değil Halkımız gümbür gümbür bir Devrim yapıyor farkında mısınız? Halk kendi Devletini kurmak için adım atıyor, 16 Nisan Kutlu Olsun.”
Bu nasıl mantıktır nasıl bir hedeftir? “Halk kendi devletini kuruyor” ne demektir? Bugünkü devlet halkın devleti değil mi? 15 yıldır iktidarda olan AKP kimin devletini yönetiyordu?
Mehmet Uçum muhtemelen bu twitinden sonra gelen tepkileri önlemek için mevcut devleti bürokratik devlet olarak tanımlamış ve şunu yazmış; “Olan bürokratik devletten halkın devletine geçiştir. Atatürk, Cumhuriyet, Laiklik kurucu değerlerimizdir ve Milletin teminatı altındadır.”
Tüm yetkileri bir kişiye verince, demokrasiyi, hukuku, insan hak ve özgürlüklerini askıya alınca ortaya çıkan devlet nasıl oluyor da “halkın devleti” oluyor?
İktidar sözcüleri “halkın devleti” gibi kulağa hoş gelen ve geniş kitleleri etkileyeceğini düşündükleri kavramları kullanarak “karşı devrim” koşullarını oluşturmaya çalışıyorlar.
Cumhuriyetin ilanından bu yana zaten devrim ve ilkelerle savaşan bu zihniyet referandum ile birlikte nihayet bu amacına ulaşacağını planlıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırma ve tek adam rejimini kurma hayallerini bozacak tek şey referandumda “hayır” demektir.
Bu arada Mehmut Uçum bu twitlerinden sonra bir de hayır diyenleri suçlayan bir başka twit attı. Uçum bu twitinde şöyle diyor; “16 nisan yaklaşırken Evet'ler arayı açıyor, Evet'çilerin kafa karışıklığı bitiyor ancak Hayır'cılar cinnet halinde herkese saldırıyorlar.”
İyi de, hani başından beri evet'ler yüzde 60'lardaydı? Ayrıca şu “cinnet halinde” herkese saldıran hayır'cılar kimler? Tam tersine hayır diyenler iktidarın bütün tahriklerine rağmen sakinliklerini ve soğukkanlılıklarını hiç bozmuyor ve gerginlik çamuruna hiç bulaşmıyorlar. Bu da iktidarı daha öfkelendiriyor.
BUNU YAZMAK GEREK
GÜL'Ü “İSTESE ERDOĞAN 2007'DE KENDİNİ SEÇTİRİRDİ” DİYE ELEŞTİRİYORLAR
Bir önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül iktidar yandaşlarının ve tetikçilerinin hedefinde.
Abdullah Gül'ün “gizli hayırcı” olduğunu ileri sürüyorlar. Neden? Çünkü Abdullah Gül açıkça “Ben hayır oyu kullanacağım” demiyor, iktidarın evet propagandasına katılmıyor.
Gül açıkça hayır da demedi ama evet diye bağırmaması bile tetikçilerin çileden çıkmasına neden oluyor.
Bu tetikçilerden biri güya Gül'ü tahkir ve tahrik etmek için “Unutma 2007'de Erdoğan istese kendini seçtirirdi, ama seni seçtirdi” demiş. Aklınca “Sen ne vefasız adamsın” demeye getiriyor.
Oysa Erdoğan'ın 2007'de cumhurbaşkanı olabileceği tezi yanlış. Çünkü Erdoğan o sırada cumhurbaşkanı seçilmesi halinde bugünkü gibi yürütmeyi de kontrol edemeyeceğini biliyordu. Ayrıca cumhurbaşkanı olması halinde görev süresinin 7 yıl sonunda biteceğini biliyordu. O 7 yıl içinde partisini kontrol edemezse siyasi hayatının sona ereceğinin de farkındaydı.
Bu nedenle zaten o sırada cumhurbaşkanı olmak yerine partinin başında kalarak güçlü başbakanlığını sürdürmekten ve 7 yıl sonra yapılacak “halkın seçtiği cumhurbaşkanlığına” aday olmaktan yanaydı. Böylelikle 7 artı 10 yıl kazanacağını hesaplamıştı. Geçen süreçte beklediğinden de öte güçlenen Erdoğan şimdi ömrünün sonuna kadar başkan kalacağı bir sistemi referandumla halka kabul ettirmek istiyor.
BAŞIMDAN GEÇENLER
DİKKAT EDİN HİZMET DEDİKLERİ HER ŞEY PARALI
Hesapta rejimi değiştiren bir anayasa teklifi için referanduma gidiyoruz ama saray ve iktidar anayasayı değil, her seçimde yaptıkları gibi sadece “inşaat hizmetlerini” anlatıyor.
Yapılan köprüler, tüneller, kavşaklar, metrolar anlatılıyor hep. Hastaneler bile verilen tıbbi hizmetlerle değil beş yıldızlı otel gibi olmalarıyla övülüyor.
Cumartesi günü Uskumru Köy'deki Arı Sitesi sakinleri ile bir sohbet toplantısına katıldı. Eski MHP'li bakanlardan Enis Öksüz ve Milli Merkez Genel Genel Sekreteri Haluk Dural da konuşmacıydı. İstanbul Teknik Üniversitesi mensuplarının kurduğu Arı Kert 1000 konutluk bir şehir gibi.
Dönüşte hazır gelmişken Üçüncü Köprüyü kullanarak geçmeyi düşündüm. Yolda radyo açıktı, Erdoğan'ı dinliyorum, “üçüncü köprüden hayır diyenlerin geçmesine engel olmadıklarını” söylüyordu.
Yani neredeyse “Biz yaptık siz geçmeyin” demeye getiriyor. O zaman sizden önce yapılan hizmetlerin hiçbirini kullanmayın, öyle mi yani?
Sonuçta tıpkı birinci ve ikinci köprüyü kullanır gibi üçüncü köprüden Avrupa Asya geçişi yaptım. Çıkış gişesinde ekranda yazan para 28 lira 50 kuruştu.
Diğer köprüler 7 lira. Bu niye 28 lira 50 kuruş?
Üstelik dünyanın yolunu yaptım. Neymiş, otoyol da varmış. Birinci ve ikinci köprülerin otoyolu yok mu?
Dikkat edin, çok övündükleri hizmetlerin tamamı paralı, üstelik emsallerine göre hayli pahalı. Körfez köprüsü de boğaz köprüleri gibi bir köprü ama geçişi 65 lira. Avrasya Tüneli iki kıta arasındaki ulaşımı sağlıyor, 15 lira, her gün gidiş dönüş kullanan 30 lira ödüyor.
Hizmetler güzel olabilir ama orantısız para almak neyin nesi? Ayrıca o beğenmedikleri Cumhuriyet döneminde yapılan hizmetlerin hiç biri halka para ile sunulmuyor. Atatürk döneminde ülkenin en ücra köşelerine karayolları yapıldı, bu yolları kullanmak için kimseden para istendi mi?
Ama insana en çok koyan, zaten benim paramla yapılan ve geçsem de geçmesem de benden para alınan bu hizmetleri sanki bugüne kadar yapılmamış da bu iktidarın aklına gelmiş gibi sunup bir de “hayır dediniz ama geçmenize izin veriyoruz” denmesi. Böyle şımarıklık görülmemiştir.
İktidar sırf tek kişilik rejimi halka kabul ettirmek için ne numaralar yapıyor. Yazık bu ülkeye.
FIKRA GİBİ
MHP'NİN REFERANDUM SLOGANI; DEVLET İÇİN EVET
İstanbul caddelerine biraz da utangaç biçimde asılmış bir pankart var. Üzerinde “Devlet için evet Millet için evet” yazıyor.
Milleti anladık tabii de oradaki devlet acaba hangi devlet?
MHP'liler Erdoğan devleti için mi evet diyecek yoksa bizzat Devlet Bahçeli için mi? Çünkü hayır çıktığında muhtemelen Devlet Bahçeli olmayacak bile. O halde MHP'liler referandumda evet derken aslında kendi “devlet”lerini kurtarmış olacaklar.
Bu arada Bahçeli Pazar günü İstanbul'da AKP ve Osmanlı Ocakları destekli mitinginde “Tek adam, diktatörlük diyorlar. Ne diktatörlüğü, memlekete huzur gelecek” dedi.
Ne diyeyim. Hayırlı olsun.
ÖNERİ
TAMAM, YARGIÇLARI BÜROKRATLARI CUMHURBAŞKANI SEÇSİN, AMA BATI'DAKİ GİBİ
Referandumda evet çıkarsa başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere yüksek yargıdaki herkesi Cumhurbaşkanı seçecek.
Ayrıca başkan yardımcıları ve bakanlar da dışarıdan cumhurbaşkanının istediği kişilerden oluşacak.
Bununla da yetinilmiyor, bütün üst düzey bürokratlar da bizzat Cumhurbaşkanı tarafından atanacak.
Bu durum doğal olarak eleştiriliyor ve “bu tek adamlıktır, ucu diktatörlüğe gider” yorumlarına yol açıyor.
İktidar ise bunu tümüyle inkar ederken başta Amerika olmak üzere demokratik batı ülkelerini örnek göstererek “orada da öyle” diyor.
Ben de önermek istiyorum; Tamam bütün bu makamlara gelecek kişileri cumhurbaşkanı atasın. Ama tıpkı demokratik batı ülkelerinde olduğu gibi olsun bu.
Atanacak bakanlar bir meclis komisyonu önünde sorulara cevap versin önce. Medya siyasi baskı altında tutulmadan atanacak kişileri enine boyuna araştırsın, geçmişlerinden bugüne tartışma yaratacak bütün davranışlarını kamuoyunun önüne sersin.
Amerika'da ve batıda böyle yapılıyor. Bir bakanın, bir yüksek hakimin ya da bir bürokratın bütün yaşamı mercek altına alınıyor, üniversite yıllarında bile yaptığı hatalar tek tek tartışılıyor. Eğer kamuoyu ikna olmazsa o kişi o makama getirilemiyor.
İşte Amerika'dan son örnek. Trump'ın “ulusal güvenlik danışmanı” olarak atadığı kişi ile ilgili “Rusya ile gayrı resmi görüşmeler yaptığı” ortaya çıkınca o kişi atanamadı.
Erdoğan eğer referandumda evet çıkarsa, atamaları bu yöntemle yapacağını ve gerek mecliste gerekse medyada doğacak kuşkuları değerlendireceğini söyleyebilir ve şimdiden “Kuşku duyulan kişide ısrar etmeyeceğim” sözünü verebilir mi?
Can Ataklı-Korkusuz