Diploma konusu Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğundan beri gündemde
Can Ataklı: Madem “diploması yok” türünde bir rivayet dolaşıyor ortalıkta, her konuda şahin gibi konuşan Erdoğan çıkar ve eğitim durumunu kendisi anlatır. Bunu yıllar önce yapmalıydı. Şimdi sanıyorum “Siz kim oluyorsunuz da beni diplomamı sorgulama cesareti gösteriyorsunuz?” havasında.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
İlber Hocam, anlarlar mı acaba?
En nefret ettiğim tartışmalardan biri Atatürk’ü eleştirmeye kalkanların Kurtuluş Savaşı ve devrimlerin yapıldığı yıllarla bugünleri karşılaştırmasıdır.
100 yıl önce yaşananları, yüz yıllık gelişmeyi hiç dikkate almadan, sanki dün olmuş gibi eleştirmeye kalkanların ne kadar zavallı olduğunu hissederim hep.
10 Kasım günü, yani dün Sözcü Gazetesi’nde Ruhat Mengi’nin İlber Ortaylı ile yaptığı harika röportajı çok büyük keyifle okudum.
İlber Hoca da aynı duyguları paylaşıyormuş.
Ruhat Mengi’nin “1938’den 83 yıl sonra Atatürk hâlâ aynı canlılığı ile yaşıyor ama milyonların takdiri ve sevgisi yanında, devamlı olarak onun dönemiyle bugünleri kıyaslayanlar da var” sözleri üzerine İlber Ortaylı “Zamanımızda bir moda var; ‘Biz daha iyisini yapıyoruz’ modası, bu 50’lerde de vardı. ‘Atatürk ne yapmış, biz de barajlar yapıyoruz” gibi konuşmalar, şimdi çok açık bir şekilde böyle bir mukayese var; ‘Türkiye’yi biz kuruyoruz, biz yaratıyoruz’ deniyor” dedikten sonra bakın nasıl devam etmiş;
“Bu tamamıyla saçma bir olaydır, tarih yazılımı bakımından mesnetsiz bir yaklaşım olduğu gibi siyasal olayların değerlendirilmesi, vatandaşın tarih bilincini yerleştirme açısından da tercih edilmemesi gereken abes bir yoldur. Şunu söylemekte yarar var; Türkiye 2000’li yılların başında sanayileşmiş ülkeler arasındaydı zaten. Tabii her sanayileşmiş ülke İngiltere değil, Almanya değil, ABD veya Japonya değil ama bunlar dünyayı idare eden devletler.”
İlber Ortaylı kimi Atatürk düşmanlarının ağızlarına pelesenk ettikleri “Mustafa Kemal’i Anadolu’ya padişah Vahdettin göndermişti” sözlerine de şöyle açıklık getirmiş bu söyleşide;
“Padişah, Mustafa Kemal’i Anadolu’ya İstiklal Savaşı’nı yönetsin diye değil, ‘Orada Müslümanlarla gayrimüslimler arasında çıkan çatışmaları bastırıp önleyebilecek tek maharetli ve akıllı komutan budur’ diye bakıyor, onun için gönderiyor. Bu özellikleriyle İstanbul’da oturmaya devam edebilirdi. Bunlar, alternatifi olup da bu alternatifi ideal için reddeden, canları pahasına dünyalarını değiştirip kelleyi koltuğa alan insanlar. Öyle günümüzün politikacıları gibi bir kader ile bir yerlere gelip oturmak veya mevcut boşluklar dolayısıyla ortaya çıkmak durumunda kalan adamlar değiller. Bunlar felaketin ortasında açan çiçekler. Kalkınmış bir ülkede rey alıp kriz döneminde geldiler, kendilerini ne zannediyorlar?”
Ruhat Mengi’nin sorularına cevap veren İlber Hoca “O zamanki Türkiye’de bu adamların yeri olur muydu onu ayrıca konuşmak lazım. O devrin Anadolusu kıyaslanamayacak şartlar altında” dedikten sonra şunları söylemiş;
“1930’ların, 40’ların hayatıyla hiçbir şekilde bugünü mukayese edemezsiniz. Bunu yaptığınız, hele bir de hesap sormaya kalktığınız zaman komik duruma düşersiniz. ‘Bak ben bu kadar mal mülk edindim, son model arabam, yatım var, param var, peder bunlara sahip miydi’ filan diyen adama ne dersin sen? Geri zekalının biri dersin değil mi?”
İlber Ortaylı, Çalışma Bakanı’nın “Atatürk de yoksul halkın parasıyla Çankaya Köşkü’nü yaptırdı” sözlerine de şiddetli tepki göstererek bakın neler demiş;
“Neymiş ‘Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında, Türkiye’nin yoksul olduğu yıllarda Atatürk Çankaya Köşkü’nü yaptırmış.’ Bu kişiler devamlı Atatürk devriyle yarışacaklarını sanarak çıkmasınlar, o başka bir devir ve çok büyük adamların devriydi. Bırakın, böyle siyaset olmaz, böyle karşılaştırma olmaz. Yüz sene evveli ile nasıl karşılaştırılabilir? Yüz sene evveli ile kim yarışa çıkıyor?”
Röportajı okuduktan sonra kendi kendime sordum; “İlber Hocam çok güzel anlatmışsın da, bugünküler acaba bunu anlarlar mı?
Kendime başka bir soruyla cevap verdim sonra da; “Mümkün mü?”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bir saniyede bitecek iş yıllardır neden sürdürülür?
Diploma konusu 2014 yılından yani Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olduğundan beri gündemde.
Her ne kadar ortada dolaşan birbirini çürüten birkaç diploma olsa da Erdoğan’ın üniversite diplomasına sahip olmadığını ileri sürülüyor ne zamandır.
Elbette Erdoğan’ın yüksek okulda okuyup okumamasının hiçbir anlamı yok, okumuş da olabilir okumamış da ancak sorun cumhurbaşkanı olmasında ortaya çıkıyor.
Çünkü Anayasa gereği cumhurbaşkanı seçilecek olanların üniversite mezunu olması gerekiyor.
Bu durumda eğer Erdoğan’ın diploması gerçekten yoksa cumhurbaşkanı olması da mümkün olmaz.
Aslında konu çok basit.
Madem “diploması yok” türünde bir rivayet dolaşıyor ortalıkta, her konuda şahin gibi konuşan Erdoğan çıkar ve eğitim durumunu kendisi anlatır.
Bunu yıllar önce yapmalıydı.
Şimdi sanıyorum “Siz kim oluyorsunuz da beni diplomamı sorgulama cesareti gösteriyorsunuz?” havasında.
Tavır böyle olunca konu bir türlü sonuçlanmıyor.
Örneğin Erdoğan ASAL’dan yani Askere Alma Dairesi’nden yedek subaylığı sırasında ibraz ettiği eğitim durumu belgesini açıklamasını isteyebilir.
Ya da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday olduğu sırada ibraz ettiği diplomayı çıkartıp gösterebilir.
Nedense bu kadar basit bir şey yapmıyor.
İşte son olarak Halkın Kurtuluş Partisi’nin Marmara Üniversitesi’ne yaptığı başvuru da reddedildi.
Üniversite yaptığı açıklamada “Mezun olan öğrencilerimize ait bilgiler; reşit olan kişinin bilgisi, rızası ve onayı dışında üçüncü kişilerle paylaşılmamaktır” dedi.
Galiba konunun böyle sürünmesi işlerine geliyor.
Bence başka izahı yok çünkü.
Ya da konunun gerçekten bir izahı yok.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Ufak ufak başladılar geliştiriyorlar
İktidarın en tepesinden gelen teşviklerle muhalefete yönelik tüm yurtta protesto eylemlerinin yapılacağı belli olmuştu.
Akşener ve İYİ Parti ile başlatıldı bir provokasyon operasyonu.
Rize’de saldırıya uğradı İYİ Parti Genel Başkanı.
AKP genel başkanı bu saldırıyı protesto etmek yerine, “Gelin hanım dur daha neler olacak” dedi.
Bir nevi işaret fişeği de atılmış soldu.
Akşener ardından değişik yerlerde çok etkili olmasa da “protestolara!” uğradı.
Lütfü Türkan olayından sonra ise işin rengi iyice değişti.
Bizzat AKP genel başkanı, “sürekli eylemlerin” başlayacağının sinyallerini verdi.
Dün bu protestolar! CHP’ye de sirayet ettirildi.
İstanbul Taksim’de yapılan Atatürk’ü anma töreni sırasında güya CHP’li olduğu söylenen bir şahıs ortaya çıkarıldı.
Bu provokatör CHP’lilere “Yazıklar olsun CHP’lilere Atatürk dahi diyemiyorsunuz PKK ile iş birliği yapıyorsunuz. Bende CHP’liyim, sizden utanıyorum” diye bağırdı.
Provokatör polis tarafından biraz öteye götürülüp bırakıldı.
CHP’liler muhtemelen artık bu tür provokasyonları bekledikleri için sözde protestoyu duymazdan geldiler.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
En güzel cevap
10 Kasım’da çok güzel paylaşımlar yapıldı.
Bazı büyük şirketlerin reklam filmlerine de bayıldım.
Garanti Bankası’nın reklamı muazzamdı.
Koç Grubu yine kendine yakışanı yapmıştı.
Kiğılı her yıl olduğu gibi yine çok dikkat çekici bir Atatürk paylaşımında bulunmuştu.
Jolly Tur’un reklamını da harikaydı.
Bu arada pek çok kişi ve kuruluşun hazırladığı Atatürk paylaşımları da muhteşemdi.
Tabii bu güne gölge düşürmeye çalışan kimi Atatürk ve Cumhuriyet düşmanları da yine eksik değildi.
Örneğin AKP milletvekillerinden tuhaf konuşmalarıyla ünlü Ahmet Hamdi Çamlı yine saçma sapan bir tweet paylaşmıştı.
Bu milletvekili, Anıtkabir’in bir fotoğrafının koymuş üstüne de “Keşke bir köşesinde de mescid olsaydı…” diye yazmış.
Saçmalıkta sınır yok tabii.
Tweetin altında yüzlerce mesaj var, içinde “Çok güzel, ne güzel yazmışsın” diyen bir kişi bile yok. Belli ki AKP’liler bile rahatsız olmuş.
Bu tweeti okuduktan sonra buna cevap niteliğinde olabilecek çok güzel bir paylaşım gördüm.
Diyor ki “Günde 5 kez, ayda 150 kez, yılda 1825 kez duyduğum ezan sesini 10 Kasım‘da 1 kez duyduğun siren sesine borçlusun.”
ŞAŞIRDIM
Haydi buyurun, Rıdvan Dilmen benden şikayetçi olmuş
Salı günü İstanbul Çağlayan Adliyesi’ndeydim.
Basın savcısına ifade verdim.
Nedeni benim için çok şaşırtıcı.
Çünkü ünlü futbolcu ve spor yorumcusu Rıdvan Dilmen, benden şikayetçi olmuş.
Kendisine hakaret ettiğimi ve küçük düşürdüğümü ileri sürmüş.
Eylül ayında yazılmış iki yazıya dayanarak bulunmuş şikâyette.
O iki yazı Rıdvan Dilmen’in TRT’den aldığı/alacağı/almayacağı maaş ile ilgili.
İki yazıyı da defalarca okudum, içinde hakaret yok, Rıdvan Dilmen’i küçük düşürecek bir kelime bile yok. Sadece hayretimi dile getiriyorum ve “Rıdvan Dilmen nasıl olur da milyonlarca liralık maaşı bırakıp TRT’ye bedavaya gider, Bill Gates bile yapmaz bunu” diyorum.
Aldığı maaşa karışmaya hakkımız olmadığını ancak TRT’nin hangi kıstasa göre 60 bin lira maaş teklif ettiğini soruyorum.
Bu davadan bir sonuç çıkar mı bilemiyorum, savcının değerlendirmesine karışacak halim yok.
Ancak öyle sanıyorum ki Rıdvan Dilmen’in avukatları, o maaş muhabbeti sırasında yazı yazan konuşan herkese dava açmışlar.
Savcıya “Başka dava da var mı?” diye sorduğumda “Var birkaç tane daha” cevabını verdi.
Üzüldüm vallahi.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları