loading
close
SON DAKİKALAR

Dışişleri bakanı gözümüzün içine bakarak doğru olmayan bilgiler veriyor

Can Ataklı
Tarih: 07.06.2018
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı: Korkusuz

Can Ataklı: Amerika dışişleri bakanıyla yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamalarla gözümüzün içine bakarak doğru olmayan bilgiler veriyor.

ACAİP YAZILAR

AKP ve Erdoğan 3’üncü bile olabilir

Bu yazı herhangi bir bilimsel veriye, anket sonucuna dayanmamaktadır.
Tamamen son günlerde halk arasında dolaşırken edindiğim izlenimlere göre ve hatta biraz da “neden böyle olmasın” temennisi ile kaleme alınmıştır.
Halkla yaptığım konuşmaların yanı sıra pek çok anket sonucunun da bu yazıda etkisi vardır.
Bu önemli girişi yaptıktan sonra geleyim konumuza.
Anketleri dikkatle izliyorum.
Saraya en yakın şirketler bile göğüslerini gererek “Erdoğan birinci turda kazanıyor” diyemiyor.
Rakamları orasından burasından zorladıktan sonra en cesur olanı “Bu durumda zaten birinci turda Erdoğan seçilir” diyorlar utangaç biçimde o kadar.
Ama hemen hepsinin ortak korkusu; Erdoğan seçilse bile AKP’nin Meclis’te salt çoğunluk olan 300 milletvekilini geçemeyeceği yönünde. Özellikle HDP’nin barajı aşması halinde, Meclis’te çoğunluk hayal gibi.
Zaten bu nedenle AKP sözcüleri ve tabii ki Erdoğan son günlerde en çok HDP üzerine konuşuyor ve bu partinin barajı aşmaması gerektiğini anlatıyor.
Çünkü HDP barajı aşamadığı takdirde AKP hiç hak etmediği halde en az 70 milletvekili fazla çıkarıyor.
Anketlerde en çok dikkatimi çeken nokta şu; bir ankette eğer CHP’nin oyu her zaman aldığı kadar ya da biraz üzerindeyse İYİ Parti’nin oyu mutlaka çok düşük. Hatta bazılarında İYİ Parti barajı bile geçemiyor. CHP’nin oyunu düşük gösteren anketlerde ise İYİ Parti biraz daha elle tutulur orana oluşmuş gibi görünüyor.
Bunda psikolojik bir etki var gibi geliyor bana. Çünkü herkes biliyor ki önemli olan AKP’nin oy kaybetmesi. Bu nedenle seçmen diyor ki “Tamam da kime vereceğiz?”
İşte bu soru kafaları karıştırıyor ve çaresizlik üretiyor.
Pek çok kişi “CHP’ye oy gitmez” diyor. İYİ Parti’ye gidecek oyların ise az olacağını, Saadet’in ise çok az oy kapabileceğini ileri sürüyor.
Yani sadece ileri sürüyor herkes. Anketlere de bu yansıyor. Çünkü anketçileri cevaplama cesareti gösterenler bu konuda renk vermiyor.
Oysa tıpkı 1989’daki gibi beklenmedik bir gelişme yaşanması hiç de yabana atılacak bir görüş değil.
O zaman ANAP’ın oyları başta CHP olmak üzere bütün partilere gitmişti. ANAP bütün bölgelerde gerilerken diğer partilerin hepsi oy almıştı.
Şimdi anketlerde CHP’nin yüzde 30’u geçtiği bile görülüyor. Buna karşı İYİ Parti yüzde 8 ile 12 arasında gösteriliyor.
Saadet Partisi ise yüzde 0.7 ile 2.5 arasında gidip geliyor.
İddialı gibi görünecek bir şey yazayım.
Seçimlerde CHP yüzde 32 alırken İYİ Parti 25’i geçebilir. Saadet yüzde 5-6’yı’ bulabilir. HDP ise eski oyu yüzde 11- 12’yi alabilir.
Bu durumda AKP’nin oyunun 30’un altına inmesi ve hatta üçüncü parti durumuna gelmesi çok şaşırtıcı olmaz.
Sokakta insanlarla sohbet ederken elbette partilerin alabileceği oyları göremiyorum, ama yüz ifadelerinden, coşkularından ve heyecanlarından şunu çıkarıyorum; AKP bu seçimde beklemediği bir sonuç alabilir. Ağır bir yenilgi yaşayabilir. Zaten bu yenilgiyi yaşarsa bir daha ayağa kalkması da mümkün olmaz. Türkiye normalleşir; yeniden demokrasi dönemi geri gelir hukukun üstünlüğü insan hak ve özgürlükleri en önemli değerler haline gelir.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Dışişleri bakanı gözümüzün içine bakarak doğru olmayan bilgiler veriyor

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu sanki “tarihi bir zafer kazanmış” havasında.
Kime karşı?
Amerika’ya karşı.
Amerika dışişleri bakanıyla yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklamalarla gözümüzün içine bakarak doğru olmayan bilgiler veriyor.
Menbiç’te anlaşma olduğunu söylüyor örneğin, ama hemen ardından “bunun hâlâ görüşme aşamasında olduğunu” belirterek “PYD çekilecek, üstelik de silahlarını bırakacak” iddiasında bulunduktan sonra “ama bu temmuzda olur” diyor. Oysa iki ülke arasındaki görüşmelerden bana göre ortaya çıkan sonuç şu;
Amerika dışişleri bakanı, Çavuşoğlu’na Suriye’de ne yapacaklarını anlattı. Bunda Türkiye’ye düşen görevleri de saydı. Rusya ile anlaşmakta olduklarını, Suriye’nin üçe bölüneceğini Türkiye’nin ise burada söz sahibi olmadığını iletti.
PYD konusu tali bir konu. Menbiç’teki PYD’liler biraz güneye kayabilir veya doğuya gidebilir.
İyi de orada ne olacak?
Çavuşoğlu muğlak biçimde “YPG’liler Fırat Nehri’nin doğusundaki bölgelerde bu yol haritasını uygulamaya başladığımızda ne olacak, nereye gidecek, bunların hepsini istihbaratımız, askerimiz, tüm birimlerimiz, muhataplarıyla görüşecekler. Biz buralarda onların kalmasını istemiyoruz. Bir yerde ABD’nin sorumluluğu diyebilirsiniz ama bize yönelik bir tehdit olduğu için aynı zamanda bizim sorumluluğumuzdur. Menbiç’te şu anda kaç YPG, PKK’lı var onu bilmiyorum” dedi.
Türkiye’nin dış politikasının ciddiyeti bu iktidarla bozuldu. Düzelmesi için çok çalışmak gerekecek ilerde.

BUNU YAZMAK GEREK

Şaşırmayın birkaç güne Kandil’e bayrak dikip fotoğraf çekilebilir

Erdoğan başkan olma arzusu ile seçim propagandasına başladığı günden bu yana dış politika kenarda bırakılmıştı.
Afrin destanından umdukları oyu çıkaramayacaklarını anladıklarından olacak dış politikaya hiç girmedi Erdoğan da AKP’liler de.
Ancak son birkaç gündür dış politika bir anda alevlendi.
Amerika ile yapılan görüşmelerde sanki tezlerimiz ve taleplerimiz kabul edilmiş gibi “zafer” haberleri yazılmaya başlandı.
Dışişleri bakanı buram buram “aldatmaca” kokan açıklamalarla Amerika’nın bize boyun eğdiğini, PYD’nin silahlarını bırakarak Suriye’den doğuya geçeceğini anlattı.
Eş zamanlı olarak da Kandil’e operasyon yapılacağı haberleri gelmeye başladı.
Öyle sanıyorum ki seçim çalışmalarından olumsuz sonuçlar alan ve iktidarı kaybetme telaşına kapılan iktidar, sarayın direktifleriyle bir tür “askeri zafer” propagandası yapılmasına karar verildi.
Çok kısa bir süre sonra “Kandil’in alındığı ve Türk bayrağı çekildi” haberleri medyanın manşetlerini süsleyebilir.
“Kandil’de terörist kaldı mı, büyük şeflerden yakalanan var mı?” sorularına bile gerek kalmadan yeni bir “destanla” seçimlere çok az kala aşırı milliyetçilik ve militarizmle AKP tabanını yeniden toparlama çabaları başlayabilir.
Faydası olur mu?
O kadarını bilemiyorum. Elbette her “şu kadar terörist öldürdük şimdi de şu kadarını öldürmeye gidiyoruz” açıklamalarından derin haz alanlar var ama bunun toplumsal olarak oya dönüşeceği konusunda kuşkuluyum.

Bİ SORALIM BAKALIM

İdamı Meclis’te engelleyenler kimler

Geçenlerde sormuştum cevap gelmemişti.
Erdoğan bir ara “idam cezası geri gelmeli” diye tutturmuştu.
Kalabalıklar da Erdoğan’ı çılgınca alkışlıyor ve “idam idam” diye slogan atıyordu.
Erdoğan da her seferinde “Meclis idamı getirsin hemen imzalayacağım” diyordu. Meclis ise nedense hiç oralı olmadı.
İdam konusu uzun süredir unutulmuştu. Ancak önceki gün Erdoğan Demirtaş’a “o bir teröristtir” dediğinde kalabalıktan “idam” sesleri yükseldi.
Erdoğan da bakın ne söyledi; “Şu anda tabi yargı devam ediyor. Bu yargı süreci içerisinde biz bir hukuk devleti mensubu olarak daha önce de söyledim. Yargı böyle bir konuda parlamentonun verdiği karar bu olursa bana geldiğinde ben bunu onarım dedim. Çünkü biz değerler silsilesi içerisinde kanı yerde bırakmayız. Artık o CHP’nin Türkiye’si yok. Artık AK Parti iş başında olduğu bir Türkiye var. Ve şimdi diyorum ki biz Türk’ü ile Kürt’ü ile Lazıyla, Gürcüsüyle, Abazası, Boşnak’ı, Roman’ı ile velhasıl 81 milyon tek milletiz. Biz yaratılanı Yaradan’dan ötürü sevdik.”
Hem yaratılanı Yaradan’dan ötürü seveceksiniz hem de idam isteyeceksiniz, nasıl bir duygu anlamıyorum ama asıl merak ettiğim “her sözü anında yerine getirilen” Erdoğan’ın idam talebine AKP meclis grubu neden duyarsız kaldı bugüne kadar?
Lafı uzatmanın derin tespitler yapmanın anlamı yok, idam konusu da tıpkı diğer konular gibi popülist amaçlı, maksat halkı etkilemek ve oy almak, hepsi bu.

BAŞIMDAN GEÇENLER

Bedrettin Dalan için “yüzde 60 alır” diyorlardı

AKP’nin ağır bir yenilgi alabileceğine ilişkin yazıyı yazarken 1989’da yaşadıklarımız bir anda gözümün önünden geçip gitti.
O tarihlerde vatandaşın bir kısmı “Bu ANAP’tan kurtuluş yok, asla gitmezler” duygu ve düşüncesi içindeydi.
Bugün de benzer bir durum var. Pek çok kişi umutsuz ve bezgin “Bunlar gitmezler” diyor.
Oysa 1989’da ANAP özellikle İstanbul’da çok güçlüydü. Bedrettin Dalan belediye başkanıydı, seçimde kesin favoriydi, araştırma şirketleri Dalan’n yüzde 60’ı geçeceğini açıklıyordu.
Seçimlere 5 gün kala Dalan’ın davetiyle seçim otobüsüne bindim ve 5-6 saat süren bir İstanbul yolculuğu yaptım.
Dönüşte gazetede çalıştığımız anket şirketi ile toplantı vardı ben de gözlemlerimi anlattım ve dedim ki “Bugün gördüğüm manzaraya göre Dalan seçimi kaybedebilir.”
Anket şirketinin sahibi “Biraz ciddi olalım lütfen, ne kaybetmesi Dalan yüzde 60’ı bile geçecek” diyerek hafif de azarladı beni.
Şunu anlattım; “Ara sokaklara girdiğimizde gözleri buz gibi bakan vatandaşlar gördüm. İnsanlar elbette bangır bangır bağıran seçim otobüsüne bakıyor hatta Dalan’a el de sallıyor. Ama gözlerine baktım, hiçbirinde heyecan yok. Boş boş bakıyorlar. Bu insanlar oy vermezler.”
Bana tıpkı bugün söylendiği gibi şunu dediler “Kime verecekler peki, SHP’nin adayı Nurettin Sözen’e mi, adamın yüzü bile gülmüyor SHP’liler de oy vermeyecek.”
Sonuç Sözen seçimi açık ara kazandı, ANAP ağır yenilgi aldı o seçimden sonra da belini doğrultamadı ve tarihe karıştı.
Bugün sokaktaki yüzler tıpkı 1989’daki gibi.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları