Ebu Hanife’nin yobazlarca kulak arkası edilen fetvaları
Can Ataklı; 1898-1974 yılları arasında yaşayan Ebu Zehre, İslâmî değerlere aykırı bulduğu uygulamalara karşı çıkan bir ilim adamıydı. Ebu Zehre’ye göre Kuran’ın asıl mucizesinin içerdiği hukuk prensipleriydi.
ACAİP YAZILAR
De ki yanınıza çırılçıplak geldiler
Bazı şeyleri anlamakta sıkıntı çekiyorum.
Din, temel olarak insanlara doğru yolu gösteren, daha iyi, daha ahlaklı, daha namuslu, daha vicdanlı yaşamalarını öğreten ilahi bir kavramdır.
Aslına her şey çok basit.
İyi bir insan olacaksın.
Kötülük düşünmeyeceksin.
Bugünü yaşadığın gibi bir de bunun sonrasını da düşüneceksin.
Her dinin ve inancın elbette kendine özgü kuralları ve ibadet şekilleri var.
Yine her dinde bu kendine özgü kuralları sadece kendi tekellerinde gören bunu da toplumun üzerinde bir üstünlük gibi kullanmaya kalkanlar var.
Geçenlerde Şanlıurfa’da garip bir olay yaşandı.
İlin Valiliği tarafından düzenlenen “Çocuk yaşta, erken ve zorla evliliklerle mücadele eğitimleri programı” kapsamında düzenlenen panele katılan kadın avukat, etek boyu nedeniyle sataşmalara maruz kaldı.
Şanlıurfa Barosu Kadın ve Çocuk Hakları Komisyon Başkan Yardımcısı Av. Cemile Didem Karaboğa konuşmasını masada oturarak değil ayakta sunmak istedi.
Üzerinde her kadının giydiği türde bir etek olan Karaboğa konuşurken kendilerini din adamı olarak tanıtanlar, “Bu etek boyu ile karşımıza çıkamazsın, masanın arkasına geç, bacakların görünmesin” dediler.
Cemile Didem Karaboğa bu saçma sapan tepki üzerine konuşmasını yarıda kesti ve sahneyi terk etti.
İşte anlamadığım şey bu.
Kendini herkesten daha dindar sayanlar neden din söz konusu olduğu zaman hep cinsellik üzerinden dayatma yapmaya kalkarlar?
Bu kesim kendi anlayışları dışında giyinen insanları “başkalarının ahlakını bozmakla” suçlarlar hep.
Ahlak sadece kadının giysisiyle mi bozuluyor acaba?
Ayrıca insanlar bu kadar mı zayıf da bir bacak görüntüsüyle bile dinden imandan çıkıyor.
Bunlar hele din adamı olunca her şey bana daha da tuhaf geliyor.
Adam kalkmış, “Biz din adamıyız, bizim önümüzde kısa etekli olamazsın?” diyor.
Neden?
Din adamı olunca daha fazla mı tahrik olur insan?
Ve böyle tahrik olunca da imanı mı tehlikeye girer?
Hele din adamı söz konusuysa, nefsine hakim olmayı herkesten daha fazla bilmesi gerekmiyor mu?
Velev ki bir kadın bir din adamının önüne çırılçıplak çıktı?
Din adamı böyle bir durumda bile nefsini kontrol etmek durumunda değil mi?
O öyle olacak ki, sıradan inananlar bundan gereken dersi çıkartacak.
Tabii konunun bir de başka boyutu var gibi geliyor bana.
Şanlıurfa’da “Biz din adamıyız, bizim önümüzde böyle konuşamazsın” diyen o adam acaba etek boyundan mı rahatsız oluyor, yoksa o sırada konuşulan konudan mı?
Program “erken ve çocuk yaşta evlilikleri” konu alıyordu.
Bana göre asıl rahatsızlık oradan kaynaklanıyor.
Etek boyu asıl konuya duyulan öfkenin garip bir ahlak anlayışı üzerinden ortaya saçılmasıdır.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
İnsanlar idealleri bittiğinde yaşlanır
Üzerinde hiç yorum yapmadan, sosyal medyadan aldığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum.
Kimi zaman bu tür ufuk açan, insanı düşündüren, yüreğinde bir iz bırakan yazılara ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Buyurun okuyalım;
Çicero’ya yaşlılığında sormuşlar…
“Üstat; yeniden gençliğe dönmek ister miydiniz?”
Verdiği yanıt: “Yarışı birinci bitiren bir at, neden bir daha başlangıç çizgisine dönmek istesin ki…”
Ben her zaman yaşlılar gibi olgun düşünen gençlere, gençler gibi neşeli olan yaşlılara hayranımdır.
Zaten neşeli olanlar hiçbir zaman yaşlanmazlar.
“Yaşlanmak ve yaş almak”
Gençlik bir hayat devresi değil, bir akıl halidir.
Yıllar cildi buruşturabilir, ancak heyecanların bitişiyle ruh buruşur.
■ İnsan kendine olan güveni kadar genç,
■ Kuşkusu kadar yaşlı,
■ Cesareti kadar genç,
■ Korkuları kadar yaşlı,
■ Umudu kadar genç,
■ Bezginliği kadar yaşlıdır!
Hiç kimse fazla yaşamış olmakla yaşlanmaz.
İnsanları yaşlandıran, ideallerinin bitmesidir.
Kalbi sevdikçe, neşe duydukça, güzellikleri fark ettikçe, beyni yeni şeyler keşfettikçe, kitap okuma özgürlüğünüz arttıkça, spor yürüyüş, müzik, ruhunuzla beraber şarkı söyleyemeseniz de korolarda konserlerde iyi dinleyici olmakla bile sağlığınıza ruhunuza destek oldunuz demektir.
Herkes gençtir.
İnsanlar yaşadıkça yaşlandıklarını sanırlar
Halbuki yaşamadıkça yaşlanırlar!
İnsan, yaşlı olmaya karar verdiği gün yaşlanır.
En önemlisi her gün ilaca, hastaneye doktora ihtiyaç duymak istemiyorsak pozitif enerji dolu dostlarınızı kazanmaya ve sosyal birliktelik içinde olmaya devam.
Sabır ve hoşgörü ve güzel sohbetiniz kalıcı olsun.
1.E. Gladstone / S. Ullman’dan alıntı
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Ebu Hanife’nin yobazlarca kulak arkası edilen fetvaları
Sosyal medya hesaplarından birinde Prof. Dr. Muhammed Ebu Zehre’nin bir kitabından yapılmış alıntıya rastladım.
1898-1974 yılları arasında yaşayan Ebu Zehre, İslâmî değerlere aykırı bulduğu uygulamalara karşı çıkan bir ilim adamıydı.
Ebu Zehre’ye göre Kuran’ın asıl mucizesinin içerdiği hukuk prensipleriydi.
Günümüz hukukuyla İslâm hukukunu kıyaslamalı bir şekilde ele alan Ebu Zehre özellikle Hanefi mezhebi ve kurucusu Ebu Hanefi ile ilgili çalışmalarını kitaplaştırmıştı.
Zehre, yobaz kesimin Ebu Hanefi’nin sadece katı fetvalarına sarıldığını ileri sürerdi.
Mısırlı Zehre’nin kitabında yer alan “yobazların hiç de hoşuna gitmeyen” fetvalarından bazıları şöyle;
■ Arap olmayan Müslümanlar anadilleri ile ibadet yapabilirler.
■ Bir insanının mümin olduğunu ibadeti belirlemez.
■ Kimin cennete veya cehenneme gideceğini Allah’tan başka hiç kimse bilemez.
■ Beşeri ilişkilerde dindarlık ölçü değildir.
■ Namaz kıldırıp para almak helal değildir.
■ Din için toprak gasp etmek meşru değildir.
■ Evlenme ve eş seçme hakkı kadının kendisine aittir.
■ Arapça kutsal dil değildir, kutsal olan anlamıdır.
■ Allah’ın elçileri, Allah’ın kitabına aykırı konuşmazlar.
■ Kuran’a ve akla aykırı rivayetler (hadisler) kaynağı ne olursa olsun reddedilir.
■ İslam’da evliya diye bir sınıf yoktur, her mümin Allah’ın dostudur.
■ Haram para ile hayır olmaz.
■ Zulüm yapan idareciye hediye verilmez, hediyesi de alınmaz.
■ İslam akıl ve vahiy dinidir. Aklı olmayanın dini de yoktur…
ÇOK GÜLDÜM
Pazarın üç fıkrası
Bugün Yıldırım Tuna sizler için üç fıkra göndermiş.
Haydi birlikte okuyalım;
Ama acayip bir rüzgâr var
Adam otelin balo salonunda bir kadınla dans ederken onu birden pistte bırakıp aceleyle balkona doğru koşmuş, bir müddet sonra geri dönüp dansa devam ederken, kadın adamın ellerinin ıslaklığını fark etmiş, ceketinin ve pantolonunun önünü de sırılsıklam görünce merakla “Aa?… Dışarıda yağmur mu vardı?” diye sormuş… “Hayır..!” diye cevap vermiş adam, “Ama deli gibi bir rüzgar var..!”
Nezaket
İki arkadaş yağmurlu havada yürürlerken yoldan hızla geçen bir otomobil, yol kenarındaki bir su birikintisine girmiş ve ikisinin üzerine sağlam bir miktarda suyu indirmiş… Delikanlılardan biri saçlarından ve yanaklarından süzülen suyu silerken “Yahu şu olay Paris’te olsaydı vallahi o otomobil anında durur, adam inip özür diler, alır seni evine götürür, ıslak kıyafetlerini tek tek elleriyle soyar, seni bornozla şöminenin karşısına yatırır, eline de bir konyak verir, asla dışarı bırakmaz ve geceyi evinde geçirtirdi..” demiş..“Hadi oradan.. Saçmalama!..” demiş diğeri,“Aa… Vallahi… Anlattığım bu olay geçen ay aynen Paris turuna giden ablamın başına gelmiş…!”
Yardım
Adam gizli polis teşkilatını aramış, “Selam, bütün telefon konuşmalarını kaydettiğinizi duydum, doğru mu?” diye sormuş…“Rica ederim… Bunu asla yapmayız…!” diye cevap vermiş görevli ajan,“Hay Allah… Eşimle telefonda konuşuyordum, bana bugün yapacaklarımın listesini verdi ama hatırlamıyorum… Onu dinlemediğimi bildirip fırça yemektense size bir danışayım dedim…”“Bunu duyduğuma üzüldüm efendim… Ama vatandaşlar arasındaki sivil konuşmaları asla dinlemiyoruz… Ancak yine de ben sizin yerinizde olsam şunları yapardım;1. Bir şişe süt alırdım,2. Bir koli yumurta,3. Bir demet maydanoz4. Kızınız Sera’nın matematik ödevine de yardım ederdim…”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları