Egemen bir devlet kendi savunma sistemini kurarken bir başka devletten izin veya onay almaz ama Erdoğan bunu yapıyor
Can Ataklı: Erdoğan, Amerika'nın “S-400 almayacaksın, alırsan bedelini ödersin” tehdidine ne yazık ki boyun eğmiş, durumu iç kamuoyunu kandıracak bir yöntem bulabilmek için zamana yaymaya çalışan bir yola sokmuştur.
ANALİZ
Bu, egemenlik hakkının devridir
Yandaş tetikçi kesimi yine bayram ediyor.
Çünkü Erdoğan, Amerika Başkanı Trump ile telefon görüşmesi yaptı.
Daha büyük mutluluk olabilir mi?
Hesapta “dış güçlerin odağı” Amerika.
Ekonomimizi bozuyor, aramıza casuslar sokuyor, teröristlerle birlikte Türkiye'ye karşı komplo düzenliyor, cemaat aracılığı ile darbeye kalkışıyor.
Herkes Amerika'ya karşı ayakta, sokakta bulsak bir kaşık suda boğacağız hesapta.
Ama sonra ne oluyor?
Trump Erdoğan'la görüşmeyi kabul ediyor, bir anda eleştiriler unutuluyor bayram havası esiyor.
Bu görüşme telefonla bile olsa AKP takımı bundan çok mutlu oluyor.
İktidar yanlılarını sevindiren son görüşme önceki akşam gerçekleşti.
Saraydan yapılan açıklamaya göre, “İki liderin görüşmesi çok olumlu geçmiş. Ticaret hacminin 75 milyar dolara çıkması konusu ele alınmış. Suriye ve terörle mücadelede orta adımlar ele alınmış, S-400 konusu da müzakere edilmiş.”
Ne güzel, biz de pek mutlu olduk!
Erdoğan bu görüşmede Rusya'dan alacağımızı söylediğimiz S-400 füze sistemi konusunda Çalışma Grubu kurulmasını teklif etmiş.
Trump bu öneriyi pek ciddiye almamış olacak ki, Beyaz Saray açıklamasında bu detay yok.
Yandaş-tetikçi medya bu gelişmeyi çok önemli bir gelişme gibi sunmuş.
İyi de Türkiye egemen ve bağımsız bir ülke değil mi?
Alacağı hava savunma sistemini neden bir başka ülke ile “Çalışma Grubu kurarak” görüşür ki?
S-400'ü ya alırız ya almayız.
Erdoğan'ın, ABD Başkanı Trump'a yaptığı bu öneri Türkiye'nin egemenlik haklarının devredilmesidir.
Egemen bir devlet kendi savunma sistemini kurarken bir başka devletten izin veya onay almaz.
Ama Erdoğan bunu yapıyor.
Bu gücü kendinde buluyor.
Büyük bir kibirle Türkiye'nin egemenlik haklarını bile ortaya koymaya cesaret edebiliyor.
Bunun vebali çok ağırdır.
Bunun altından kalkmak sanıldığı kadar kolay değildir.
Bugün yandaş-yalaka-tetikçi çevrelerin desteği ve halka uygulanan beyin yıkama operasyonları ile tarihimizin en lekeli eylemine imza atılmış olabilir.
Ancak unutulmamalıdır ki sadece Anadolu topraklarında bin yıldır kalıcı devlete sahip olan bir milletin, Cumhuriyet'le taçlandırılmış son devleti böyle bir egemenlik devrine izin vermeyecektir.
Erdoğan, Amerika'nın “S-400 almayacaksın, alırsan bedelini ödersin” tehdidine ne yazık ki boyun eğmiş, durumu iç kamuoyunu kandıracak bir yöntem bulabilmek için zamana yaymaya çalışan bir yola sokmuştur.
Erdoğan'ın Türkiye Cumhuriyeti'ni hiçe sayan “Çalışma Grubu” önerisi, S-400'leri almayacağımızın, alamayacağımızın da üstü kapalı bir ilanıdır.
Bu iktidar şunu iyi bilmelidir ki, Türkiye'yi, Amerika'nın ve dünyanın önünde bu kadar rezil etmesi bu milletin içini sızlatıyor.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
İşte Çin'e göre “Yeni Türkiye” imajı
Bizim turizmcilerin de aymazlığı nedeniyle Türkiye'nin dünyada Arap tipi kıyafetler, fes ve deve ile anılmasının önüne geçebilmek için geçmişte çok çaba harcamıştık.
Turizmciler işin kolayına kaçıp fesli, develi Türkiye eğlencelerinin para kazandırdığını düşünerek Türkiye imajını bozduklarının farkına varmıyorlardı.
Israrlı çabalar sonunda bu imajdan bir parça sıyrılmayı başardık aslında.
Ancak dün Hürriyet Gazetesi'nin internet sayfasında adeta “iftiharla” sunulan bir haberi görünce yine canım çok sıkıldı.
Çin'in önemli havayolu şirketlerinden biri olan Sichuan Havayolları, pandaların ana vatanı Çengdu kentinden İstanbul'a seferler başlatmış.
İlk sefer şerefine uçakta bir eğlence düzenlenmiş.
Hostesler yüzlerine peçe takıp dansöz gibi oynamışlar.
Hürriyet de bunu “Aman ne güzel” diye duyurmuş.
Oysa tam bir rezalet.
“Yeni Türkiye'nin” imajı demek ki böyle algılanıyor dünyada.
Fes gitmiş yerine “Arap tipi” peçe gelmiş.
Türk kadınları yüzlerine peçe takıp “Arap çöllerinde” oynayan rakkaseler gibi tanıtılmış.
Bu algının oluşmasında elbette Çinlilerin ya da diğer diğer dünya ülkelerinin bir kabahati yok.
Kabahat Türkiye'ye Emevi Müslümanlığı dayatan, dini, milli ve sosyal değerlerin içini boşaltan iktidarda.
Demek ki “Müslüman Türkiye” dışarıdan bakınca kendi değerlerine sırtını dönmüş, garabet bir ülke olarak görünüyor.
Gerçi bu durum yabancılar için keyifli bir eğlence oluyor ama bizim içimizi sızlatıyor.
Çağdaş bir uygar devlet olma hedefindeki insanları yaralıyor.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Bu rezilliği 5 yıl sonra fark edebildik ancak
Birkaç gündür sosyal medyada kıyametler kopuyor.
Hamza Andreas Tzortzis adlı bir Yunan asıllı İngiliz vatandaşı sözde Müslüman vaizin Boğaziçi Üniversitesi'nde verdiği konferansın görüntüleri paylaşılıyor.
Bu kişi Atatürk'ün adını anmadan “O bir şeytan” diyor.
Bu rezili izleyen ve kendilerine “İslamcı gençlik” diyenler de çılgınca alkışlıyor ve “O bir şeytandı” diye bağırıyor.
Öfke buna.
Herkes haklı mı?
Elbette haklı.
Ancak küçük bir ayrıntı! var.
Konferans bundan tam beş yıl önce yapılmış.
Peki biz neden yeni öğreniyoruz?
Çünkü beş yıl öncesinin iklimi Atatürk düşmanlığı yapmaya daha uygundu.
Cemaat henüz iş başındaydı ve hükümetle birlikte en kirli işleri yapıyordu.
Ülkelerine düşman sözde eski komünist aydınlar liberal maskesi takmışlar ve faşist fikirlerini milletin kafasına vura vura anlatıyor, karşı devrime su taşıyordu.
Böyle bir ortamda belli ki kimsenin dikkatini bile çekmemiş bu rezil konferans.
Ki dikkati çekse bile karşı devrimci güruh “Memlekette fikir özgürlüğü var. Atatürk tabu değil” diye avazı çıktığı kadar bağıracaktı.
Şimdi ise millette bir uyanış var.
Geçmişte ya da şimdi olmuş fark etmiyor artık, Atasına uzanan dilleri kesmek, kurucusuna hakaret edenleri lanetlemek istiyor.
İşe bakın ki kendilerine İslamcı gençlik diyenler bu kişiyi daha sonra ODTÜ'ye de getirmişler aynı konuşmayı orada da yaptırmışlar.
Son olarak TÜGVA da bu kişiyi iki yıl önce davet etmiş ve konuşturmuş.
SORDUM ÖĞRENDİM
Patronlar Ali Babacan'ı neden seviyor?
Oldum olası AKP içinde bir değişim bekleyenlerin ilk telaffuz ettikleri isim Ali Babacan'dır.
Partide bir karışıklık mı oldu, bir yenilenme hareketi mi gerektiği düşünülüyor; Ali Babacan adı atılır ortaya.
Ali Babacan hükümette görev aldığında da bu böyleydi.
AKP hükümetini öven patronlardan ısrarla Ali Babacan'ın adını duyardım.
Ekonomide bir sıkışma olduğunda ilk söyledikleri, “Ali Babacan oldukça çok da dert etmenin anlamı yok” cümlesi olurdu.
Sonra Erdoğan, Ali Babacan'dan vazgeçti, bir kenara attı.
Ancak patronların Ali Babacan sevdası yine bitmedi.
Ancak hep şunu merak ederim;
Neden hep Ali Babacan adı öne çıkıyor, özellikle patronlar bu isimde ne buluyor?
Son bir hafta on gündür rastladığım bazı patronlara soruyorum, “Siz de mi Ali Babacan'a hayransınız?” diye.
Genellikle cevap olumlu oluyor.
“Niye?” diye soruyorum.
İlk ağızda anlatılan hep aynı;
“Ali Babacan ekonomiyi çok iyi yönetiyordu. Soğukkanlıydı. İnisiyatif kullanabiliyordu. İş dünyasının sorunlarını yakından izliyor, dinliyor ve biliyordu.”
Patronlar hep böyle söylüyor ama “Ali Babacan, Derviş'ten devraldığı Amerikan politikasını uyguladı, bu yol çıkmaz yoldu. Nitekim duvara çarptı o da görevi bıraktı. Kalsaydı da değişen bir şey olmayacaktı” karşı çıkışına da pek cevap veremiyorlar.
İlerleyen sohbet sırasında patronların asıl fikri ortaya çıkıyor.
Patronlar Erdoğan'dan fazla haz etmiyorlar.
Çok yeterli, bilgili ve donanımlı bulmuyorlar.
Şiddetli bir popülizm uyguladığına, devlet gücünü herkese karşı kullandığına, bu sayede ayakta kaldığına ve kendine bağlı olanlara da çok kazandırdığına inanıyorlar.
Ama bunu açıktan söylemeye de çekiniyorlar.
Ali Babacan burada katalizör görevi görüyor bir anlamda.
Kendilerini Erdoğan'la aynı kaba koymaktan rahatsız olanlar Ali Babacan'a övgüler düzerek kendilerini kandırıyorlar.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları