Can Ataklı; Düşünsenize birinci köprünün altında bir yalı var, yıllardır üç kuruş kirayla cemaatin elindeydi. Bunlar geri alınıyor da, aslında sorulması gereken...
ANALİZ
BİRLİK VE BERABERLİK HÜKÜMETE DESTEK DEĞİLDİR
Fethullah Gülen cemaatinin dinci faşist darbe girişiminin bastırılmasından sonra tüm ülke çapındaki “birlik ve beraberlik” ruhu gerçekten özlediğimiz bir şeydi.
Parti ayrımı yapmadan herkesin darbeye karşı çıkması, el ele tutuşması, darbecileri bir daha buna cesaret edemeyecek hale getirmesi elbette bu milletin sağduyusunun zaferidir.
Ancak bu “birlik ve beraberlik ruhu” kavramını da fazla abartmamak gerek.
Çünkü bu “birlik ve beraberlik” kavramı giderek “hükümetin yanında yer almak, hükümete destek olmak” olarak algılanıyor.
Öyle ki sürekli birlik ve beraberlikten söz edenler hükümetin eleştirilmesine tahammül edemiyor ve bunu yapanları da “bozguncu, darbecilerin dolaylı destekçisi” olarak tanımlayıp suçluyor.
Oysa birlik ve beraberlik demek ille de hükümetin desteklenmesi onun uygulamalarının arkasında durulması değildir.
Alçak bir darbe girişimi oldu. Buna sağduyulu herkes karşı çıktı.
Bu doğru mu? Doğru.
Ülkeyi yönetenler bu işin sorumlularının üzerine gitti mi?
Gitti.
Muhalefet sorumlulardan hesap sorulmasına karşı çıktı mı?
Hayır çıkmadı. Tam tersine destek oldu.
İktidar her ne kadar “bütün Türkiye” dese de aslında “demokrasi nöbeti” adı altında AKP'li seçmenleri günlerdir meydanlarda tutuyor mu?
Evet tutuyor.
Muhalefet de geç kalınmış gibi görünse de milyonları arkasına alarak meydanlara indi mi?
İndi. Darbecilere karşı çok büyük bir gövde gösterisi yapıldı.
Buraya kadar tamam.
Ancak bundan sonrası için “eğer birlik beraberlik olacaksa hükümeti tam desteklemek şart” sözleri yanlıştır.
Darbeye karşı çıkmak farklıdır, hükümeti desteklemek farklı.
Muhalefet elbette iktidarın darbe öncesinde, sırasında ve sonrasında eğer bir yanlış görüyorsa bunu söyleyecektir.
Elbette “Bütün işleri birlikte yapmıştınız, eğer devlete bir sızma, paralel yapılanma olmuşsa bunda suçun büyüğü sizde, bunun hesabını da siz vereceksiniz” diyecektir.
Darbe sırasında yaşananları sorgulayacaktır, Cumhurbaşkanı'nın her badireden son dakikada kurtulmasındaki büyük şansı merak edecektir.
Darbeyi haber vermeyen başta MİT olmak üzere ilgili bütün kurumlardaki tepe yöneticilerin neden görevden alınamadığını, “derenin ne zaman geçilmiş olacağı” soracaktır.
Bunlara karşı çıkmak, “hassas bir dönemde sırası mı bunların” demek, her eleştiriye “hainlik” veya “FETÖ'ye mi destek oluyorsun” diye kulp takmaya çalışmak popülizmden başka bir şey değildir.
Demokrasi kültürünün yerleştiği yerde “savaş durumunda” bile hesap sorulacak, muhalefet görevi yerine getirilecektir.
Darbeyi “kahraman” bir eda ile “Biz önledik” diye caka yapmak, herkesi arkasına takılmaya mecbur hissettirmek, bunun için de halkın saf ve temiz duygularını tahrik etmek kısa sürede prim yaptırabilir ama sonucu hüsrandır, bunun da böyle bilinmesi gerek.
BAŞIMDAN GEÇENLER
CHP'LİLER DERİN BİR NEFES ALIP MORAL BULDU
Darbe girişimi başladığı andan itibaren gördüğüm, konuştuğum, tanıdığım hiçbir CHP'liden “darbeye destek” olarak nitelenebilecek bir tavır görmedim.
Elbette kendini muhalif olarak tanımlayan çok küçük bir kesimin darbeyi umut olarak gördükleri, bu sayede Erdoğan'ın gideceğine inanmaları ve sessiz kalmış olmaları mümkündür.
Ama şunu çok iyi biliyorum ki; muhalefetin ezici çoğunluğu ilk andan itibaren darbeye karşı çıktı, lanetledi.
Peki muhalefet sokaklarda mıydı?
İlk gece evet. Sonraki geceler ise hayır. (İstisnalar hariç tabii ki.)
Çünkü iktidar partisi sarayın emri ile tüm olanaklarını seferber ederek her ilde parti tabanını sokağa döktü.
Demokrasi şöleni deniyordu ama meydanlarda demokrasiyi çağrıştıran hiçbir şey yoktu.
Varsa yoksa Tayyip Erdoğan, Allahuekber sesleri, mehter marşları, yandaş ekranlarda ise darbe karşıtlığı kahramanlık öyküleri.
Muhalefet böyle bir ortamda kendine yer bulamazdı.
Sonunda CHP miting kararı aldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi optik sayımla Taksim'de 1 milyon 200 bin insan olduğunu açıkladı. Gezi Parkı, Dolmabahçe yolu, Elmadağ, Tarlabaşı ve İstiklal Caddesi'nde biriken kalabalıkla bu rakam 2 milyona yaklaşıyor.
Alanda büyük coşku hakimdi. Katılanlar başından beri karşı oldukları darbeye karşı haykırışlarını nihayet özgürce yapabilmenin huzur ve mutluluğu içindeydi.
AKP'lilerin gösterisinde alanı kısıtlamayan polis sıra CHP'ye gelince alanı çepeçevre kapatmıştı. Alan ortasına konan TIR büyüklüğündeki kamyonlar da hem görüşü engelledi hem de yer kapladı.
CHP sahneyi iyi hazırlamıştı ama kalabalığı coşturacak etkinlikler zayıftı.
Genel Başkan'ın cemaatten hiç söz etmemesi ve darbeye yol açan devlete sızma operasyonlarındaki hükümetin sorumluluğunu fazla dillendirmemesi kalabalığın moralini biraz bozdu.
Bütün bunlara rağmen İstanbul ve Taksim tarihi bir gün yaşadı. CHP neredeyse 40 yıl sonra muhteşem bir mitingle alanlara döndü.
Muhalif kesimler bu muhteşem mitingle moral bulurken iktidarın darbe ile birlikte yarattığı tedirginlik ve huzursuzluk havasını üzerinden attı.
ÇOK GÜLDÜM
SİLİVRİ'DE BOŞ YER KALMAMIŞ
Ergenekon ve Balyoz davaları ile Odtv, fuhuş ve casusluk, Poyrazköy gibi davaların en hareketli günleriydi.
O sırada iktidar ve yandaşları kirli operasyonu cemaatle birlikte yaptıklarından Fethullah Gülen'e toz kondurmuyorlar şimdi “şeytan” dedikleri kişi için “Hocaefendi” tanımı kullanmayanlara öfkeleniyorlardı.
O sıralarda cemaatin iktidarla birlikte yürüttüğü kirli operasyonlara karşı çıkan, bu kumpası kanıtlarıyla ortaya koyan herkes “darbeci, postal yalayıcı, vesayetçi” diye karalanıyordu.
Silivri'de davalar devam ederken “ek inşaat” için ihale açıldığını öğrenmiştik.
Bu davaların saçmalığını görenler ek bina yapımlarının ne anlama geldiğini sorguluyor ve “Operasyonları genişletip daha çok mu adam atacaklar içeri?” diyordu.
Yanılmıyorsam bir tek gazeteci Ahmet Şık 376 gün hapis yattıktan sonra cezaevinden çıktığında “Bu komployu kuran, yürüten polisler, savcı ve hâkimler bu cezaevine girecek. Ant içiyorum. Onlar buraya girdiğinde bu ülkeye adalet gelecek. O cemaat bağlantılı, o çete bağlantılı adamlar buraya girecek!” demişti.
Şık'ın bu ifadesine göre eğer bu gerçekleşirse Silivri'nin kapasitesinin yetmeyeceği açıktı.
Sonunda Ahmet Şık'ın dediği oldu. O alçak kumpasları kuranlar bugün topluca Silivri'ye gidiyor.
Üstelik herkese “darbeci” yaftası asanlar fiilen darbeye kalkıştıkları için o koğuşları dolduruyor.
Ama ne çare ki, yer yetmiyor. Çünkü bu hainler çok kalabalıklar.
Zamanında beğenmedikleri herkesi hapse attırmaktan büyük keyif alanlar şimdi kendi yaptırdıkları “ek binalara” bile sığamaz oldular.
Kim bilir belki yeni ihale açılır başka ek binalar için.
Ne güzel sözdür o; “Allah'ın sopası yok.”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
EL KOYUYORSUNUZ GÜZEL DE BUNLARI KİM VERMİŞTİ?
Darbe girişiminin şoku yavaş yavaş atlatılırken, neredeyse her saat başı “paralelci oldukları” gerekçesiyle yakalanan kişilerin, kapatılan veya el konulan yerlerin haberini alıyoruz.
OHAL'in devreye girmesiyle birlikte çıkarılan ilk Kanun Hükmünde Kararname gereği 35 hastane, 934 okul, 109 yurt, 104 vakıf, 1125 dernek, 15 üniversite, 19 sendika ve birçok büyük/küçük işyerine el kondu. (Aralarında Bolu'daki Köfteci İsmail bile var. Köftesi çok güzeldi ama.)
Şimdi bunların çoğunun mal varlıklarına da el konuyor.
O üniversiteler, hastaneler, vakıf ve dernek binaları eskiden devletindi.
Cemaatin, bildiğim, kendi parasıyla yaptırdığı bina pek yok. Hepsini devletten ya bedavaya ya çok ucuz kiralarla aldılar.
Düşünsenize birinci köprünün altında bir yalı var, yıllardır üç kuruş kirayla cemaatin elindeydi.
Bunlar geri alınıyor da, aslında sorulması gereken “bunları kim hangi gerekçeyle ve hangi koşullarda cemaate vermişti?” sorusudur.
Cemaat elbette çok suçlu, ama zamanında onlara bu kadar olanak tanışan herkes de aynı oranda suçludur.
ŞAŞIRDIM
KURTLAR VADİSİ JARGONU ASKERİ DE ESİR ALMIŞ
Televizyonların en çok izlenen dizilerinden biri olan Kurtlar Vadisi'nin kendine göre bir dili, jargonu var.
Hepsi kravatsız, ama takım elbiseli “ağır abi” tipi Kurtlar Vadisi'nin gençler arasında en yaygınlaşan görüntüsü.
Kurtlar Vadisi'nde hemen her bölüm 40-50 kişi ölüyor. Galiba toplumu ekran başına toplayan da bu.
Bu kadar çok ölümlü olunca dizinin “dili” de toplumda kullanılır oluyor.
Örneğin bu dizide en çok kullanılan sözlerden biri “sıkmak.”
Ateş etmek anlamında kullanılıyor bu söz. “Kafasına sık” veya “kafana sıkarım” diyor örneğin kahramanlardan biri.
Darbe girişimiyle birlikte “sıkmak” deyiminin askere de sıçradığını fark ettim.
Medyada yer alan haberlerde komutanlar askere hep “sıkın” emri verdiğini gördük.
Oysa asker “ateş” der. Veya “vurun” emri vardır. “Sıkın” emrini ben hiç duymadım.
Demek ki Kurtlar Vadisi “sıkmak” kelimesini o kadar çok kullanmış ki, askerler bile geleneksel söylemleri yerine bu dizideki söylemi kullanır olmuşlar.
SOSYAL MEDYA
SOSYAL MEDYA AKILSIZLARINA KARŞI KOYMAK ÇOK ZOR
Sosyal medya iyi hoş da, “bilgisayarı olan yazıyor” ama ne yazdığından haberi oluyor mu hepsinin bilemiyorum.
Son günlerde Aktrollerin ve darbeyi önlediğini sanarak meydanları dolduranların bir kısmının şımarıkça saldırısı altındayız.
Özellikle bu zafer sarhoşu şımarıklar giderek kendilerinden olmayan herkesi “Fethullahçı” olmakla suçluyor kendince.
Daha önceleri cemaatin taktiği idi bu. Kim Ergenekon, Balyoz davaları hakkında eleştirel bir şey yazsa “darbeci” ilan ediliyordu.
Şimdi moda, “hükümetten yana değilsen Fethullahçı darbecisin” ithamı yapmak.
Şimdi adama nasıl anlatayım, çünkü belli ki akılsız ve mantıksız.
Şunu bile göremiyor; “Güzel kardeşim cemaat iktidarla kirli işlerde ortaklık yaparken onları eleştiriyordum. Üstelik kendi kanallarına gidip söyleyebiliyordum bunları. Bu nedenle bize darbeci diyorlardı. Şimdi bu Fethullahçı çete darbeye kalkıştı, onlara veryansın ediyorum ve geçmişi hatırlatarak hükümete de “Bunlar senin yüzünden oldu” diyorum, akılsız sosyal medyacılar “Vay Fethullahçı, darbeci” diyor.
Yazın, izin, eleştirin hatta hakaretler edin ama bu kadar aptalca, mantıksızca saldırmayın.
Can Ataklı - Korkusuz