loading
close
SON DAKİKALAR

Elimizi kolumuzu sallayarak gidiyoruz da umarım böyle döneriz

Can Ataklı
Tarih: 11.02.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; Erdoğan’ın Suriye lideri Esad’a “Sana Şubat ayı sonuna kadar süre, İdlib’den çekil, çekilmezsen gereğini yapacağım” demesinden sonra bölgeye çok sayıda zırhlı araç gönderilmesinden pek mutlular.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Aslında AKP ile pek fark yok

Kurultaya giden CHP en önemli kalesinde de il kongresini yaptı.

Böylelikle Kurultayda en çok delege ile temsil edilecek olan İstanbul’un yönetimi de belirlendi.

Tabii bu önceden bilinen bir gerçekti, herşey zaten hazır edilmişti.

Seçim yapılıyormuş gibi olması aslında siyasi partiler kanununun ilgili maddelerini yerine getirmek için.

Normalde seçime hiç gerek duyulmayabilirdi, ama o zaman prosedür tamamlanmamış olurdu.

Minare kılıf örneği yani.

Eski il başkanı Canan Kaftancıoğlu kongreye tek aday olarak katıldı.

Başka kimse aday olmadığı için zaten Kaftancıoğlu’nun kazanmasından başka olasılık yoktu.

Bu tür durumlarda adaylar bir oy alsalar bile seçimi kazanmış olurlar.

Çünkü başka aday olmadığı için o tek adaya verilen tek oy bile kazanması için geçerlidir.

Burada dikkatimi çeken nokta şu oldu; Çeşitli medya kuruluşları yeniden seçilen! İl başkanı için “Canan Kaftancıoğlu geçerli oyların 444’ünü aldı” ifadesini kullanmış.

Bu cümle, Türkçe açından belki doğrudur ama siyasi olarak yanlış.

İstanbul kongresinde oy kullanan delege sayısı 571.

Bunlardan 61’i geçersiz sayılmış, 66 oy pusulası zarfı boş çıkmış.

Kaftancıoğlu 444 oy almış.

Yarışta tek aday olduğuna göre “geçersiz oyların” muhtemelen yüzde 90’ı özellikle geçersiz hale getirilmiştir.

66 kişi ise oyları geçersiz hale getirmek yerine boş oy atmış.

Bu durumda CHP İstanbul örgütünün yüzde 20’sinin bu seçimi içine sindiremediği yorumunu yapmak yanlış olmaz.

Bu durum İzmir’de daha da fena.

Çünkü İzmir’deki CHP’liler seçime tek aday olarak katılan Deniz Yücel’e 258 oy vermişler.

Oysa seçime katılanların sayısı 611.

Yani İzmir CHP örgütünün yüzde 50’den fazlası il başkanının arkasında değil aslında.

Peki o zaman CHP neden AKP taklidi yapıyor?

Neden demokratik bir yarışa izin vermiyor ve önceden belirlenmiş adaylar güya seçim yapılıyormuş gibi tek başlarına koşturuluyor?

Şimdi CHP’ye “Siz de iktidar partisi gibi tek adamlık sistemini çok benimsemişsiniz, bu kafa ile mi ülkeyi yöneteceksiniz, sizin de hedefiniz tek adamlık” eleştirileri yapılsa yanlış mı olacaktır?

Ben ayrıca bu tür yarışlara tek aday olarak girenlere de hayret ediyorum.

Bu kişiler dah ilk andan itibaren aslında şunu diyorlar;

“Ben kendi başıma hiç bir değer taşımıyorum, hiçbir önemim yok. Ben buraya genel başkan ve yanındakilerin emir eri olarak görev yapmak üzere seçilmiş numarasıyla getirildim.”

Haydi diyelim ki makam, mevki peşinde koşanlar böyle bir şeyi içlerine sindiriyorlar.

İyi de bir ülkenin yönetimi için alternatif olmaya çalıştığını söyleyen CHP’nin üyeleri, delegeleri, bu partiye gönül veren, gece gündüz çalışanlar buna nasıl razı geliyorlar?

Parti için değil genel merkezi ayakta tutmak, oradakilerin emirlerini yerine getirmek için özel olarak seçildikleri bilinen bu kişilere neden hiç tepki göstermiyorlar da sadece aralarından bazıları durumu boş oy kullanarak ya da oyunu geçersiz hale getirerek protesto ediyor?

Sadece şunu söylemek isterim; Kendi içinde demokrasiye hiç uymayan, tek adamlık rejimine sıkı sıkıya bağlanan, hiçbir eleştiriye kulak asmayan bir parti nasıl olacak da iktidar alternatifi kabul edilerek herkesten oy alabilecek?

Vallahi bazen “Galiba herkes Erdoğan ve AKP iktidarını ayakta tutabilmek için elbirliği ile çalışıyor” demekten kendimi alamıyorum.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Bunlarda hiç ahlak-vicdan yok?

Geçen haftanın son gününde Antakya’da bir adam kendini yakmaya kalktı.

Daha sonra hastaneye kaldırılırken kalp krizi geçirerek can verdi.

Elbette bir ruhsal bozukluğu olmasa böyle bir intihara kalkışmazdı.

Ancak bu geçim sıkıntısı çekmediği, zorluklar içinde yaşamadığı ve mutlu olduğu anlamına gelmez.

Kendini yakma olanının sosyal medyada ses getirmesi üzerine yandaş yalaka kesim ayağa kalktı.

Sosyal medya trolleri anında kendini yakan adamı suçlamaya, onun bir deli olduğunu anlatmaya başladı.

İktidar yetkilileri de kendini yakmaya kalkan adamın aslında devletten yardım aldığını, çocuklarını okutabildiğini falan anlatabilmek için  çırpındılar.

Ama içlerinde biri vardı ki, kimse o kadar “cesaretli!” davranamadı.

AKP Ağrı İl Meclis Üyesi Selma Gökçen, “Kimse açlıktan kendini yakmaz. Öyle olsaydı Nijerya, Çad, Zambiya, Haiti, Madagaskar, Yemen ve Sierra Leone gibi ülkelerde insan kalmazdı. Böyle ucuz siyasi manevraları millet yemez” yorumunu yaptı.

Bunu söyleyen üstelik kadın.

Başta da söyledim, elbette kendini yakmaya kalkan kişinin psikolojik sorunları vardır.

Elbette hakkını arayan, büyük sıkıntılar çeken herkes kendini öldürmeye kalkmaz.

Ama insaf edin bayan Selma, o kişi öldü.

Kimse “ucuz manevra” için ölmez.

Belli ki AKP’nin bir kesiminde ahlak ve vicdan ölçüleri dibe vurmanın da ötesinde çukura düşmüş.

Allah ıslah etsin, ne diyeyim.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Elimizi kolumuzu sallayarak gidiyoruz da umarım böyle döneriz

Özellikle yandaş medya çok mutlu son günlerde.

Hepsinde müthiş bir şahinlik, bir kahramanlık, bir cesaret ki sormayın gitsin.

Erdoğan’ın Suriye lideri Esad’a “Sana Şubat ayı sonuna kadar süre, İdlib’den çekil, çekilmezsen gereğini yapacağım” demesinden sonra bölgeye çok sayıda zırhlı araç gönderilmesinden pek mutlular.

Tanklar gidiyor.

Zırhlılar ilerliyor.

1000’in üzerinde komando İdlib’de konuşlandı.

Savaş planları yayınlanıyor.

İdlib ay içeni alınmış, Esad hareket edemez duruma getirilmiş.

Tam bir savaş hali ama dün de yazdığım gibi ülkede en küçük bir heyecan yok.

Adeta herkes elinde çekirdek, çitlete çitlete televizyondan savaş izleyeceği anı bekliyor.

Bu arada kimsenin aklına “Tanklarımız, zırhlılarımız başka bir ülkenin topraklarında nasıl bu kadar rahat ilerliyor?” diye de sormuyor..

Öyle ya tanklar gidiyor ama Suriye en küçük bir tepki bile vermedi şu ana kadar.

Haydi diyelim ki Suriye kendini Rusya’ya emanet etmiş, iyi de ondan da en küçük bir ses yok.

Amerikası, Avrupasi, Birleşmiş Milletler’inin de sesi soluğu çıkmıyor.

Bilemiyorum bu sessizliği herkesin  korktuğu çekindiği şeklinde mi yorumlamak doğru, yoksa fırtına öncesi sessizlik olarak mı?

Askerimiz şu anda gümbür gümbür Suriye topraklarında sorunsuz ilerliyor da, umuyor ve diliyorum geri dönüşleri de aynı olsun.

ŞAŞIRDIM

Gerçekten güzel bir tablo mu?

Pazar günü İstanbul Yenikapı’da “Kudüs mitingi” yapıldı.

Miting duyurusunda çok sayıda sivil toplum kuruluşunun adı geçiyordu.

Ama mitingi düzenleyen aslında Saadet Partisiydi.

Mitinge CHP genel başkanı ve İstanbul belediye başkanı da katıldı.

Ayrıca Demokrat Parti başkanı Gültekin Uysal da alandaydı.

Ahmet Davutoğlu da partisi adına en ön sırada yerini almıştı.

İyi Parti ise il başkanı düzeyinde katıldı.

Yandaş Hürriyet’in genel yayın müdürü Ahmet Hakan mitinge katılanların fotoğrafını kendi köşesinde yayınlamış ve altına da bu görüntüyü çok sevdiğini yazmış.

Bu miting göstermiş ki, iktidar ve muhalefet topyekün Filistin’in arkasında olduğunu göstermiş.

İyi de iktidar ortakları AKP ve MHP burada yok. Ayrıca HDP de kadroda yer almamış.

İktidarın da muhalefetin de Filistin konusunda aynı görüşte olması çok da alkışlanacak bir şey değil ki.

Sonuçta Suriye konusunda da iktidar ve muhalefet aynı görüşte değil mi?

Erdoğan Suriye’deki askeri operasyonları muhalefetin de imzaladığı tezkere ile yapmıyor mu?

Ayrıca CHP’lilerin o mitingde ne aradıklarını da anlayamadım.

CHP “Özgür ve laik demokratik bir Filistin için destek mitingi” yapsa pazar günü beşlik simit gibi yan yana dizilen siyasetçiler orada olur muydu?

BAŞIMDAM GEÇENLER

Zam gelecek diye ilaçları ortadan kaldırmışlar

Hafta sonunda bir ilaç almak için yolda rastladığım ilk eczaneye girdim.

İçeride bir kişi vardı sadece ama belli ki hayli dertliydi.

Öfke içinde “Nasıl ilaç yok, ben nereden bulacağım, gelene kadar ne yapacağım” diyordu.

Eczacı ise “İnanın bizim elimizden gelen bir şey yok, iki haftadır talep ediyoruz ama bu ilaç gelmiyor” dedi.

Öfkeli kişi çıkıp gittikten sonra aldığım ilacın parasını öderken “Hayrola, ne ilacı istiyor, neden yok?” diye sordum.

Eczacı “Valla beyefendi, şu sıralar zam dönemi, iki haftadır bir çok ilaç gelmiyor, zam yapılacak diye dağıtmıyorlar” dedi.

Hangi ilaçların olmadığını sordum.

Eczacı “Sizin aldığınız türden soğuk algınlığına karşı ilaçlarda, burun damlalarında, bazı ağrı kesicilerde pek sorun yok, ama örneğin bazı tansiyon ilaçları yok, bir iki göz damlası bulunmuyor, akciğer hastalarının kullandığı bazı ilaçlar da ya yok ya da çok az geliyor” karşılığını verdi.

Eczacı “Bazı hastalara mecburen olmayan ilaçların muadillerini veriyoruz, ama SGKlı olanlarda bu mümkün değil, doktorun yeniden reçete yazması gerekiyor, ayrıca heyet raporuyla hep aynı ilacı kullananlar da eğer o ilaç yoksa çok mağdur oluyor” bilgisini verdi.

İnsan sağlığı üzerinden bile “zam kârı” düşünülüyorsa o ülkenin ahlaki seviyesini düşünün artık.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları