Erdoğan da 'kastetme' gerekçesiyle hapse atılmıştı, bu şimdi onun hesaplaşması mı?
Can Ataklı; Zaten Erdoğan Belediye Başkanı olduğu sırada, İstanbul’da çok az durmuştu. İl il geziyor, sürekli mitingler düzenliyor ve kendisini geleceğin başbakanı olarak hazırlıyordu. Kulağına söylemişlerdi “Amerika ve Batı seni destekliyor, ülke sana teslim edilecek” diye.
Bugün 24 Ocak. Bundan tam 28 yıl önce; hain eller, özgürlük ve demokrasi kahramanı gazeteci yazar Uğur Mumcu’yu alçakça katlettiler. Bugün, bu büyük gazetecinin ölüm yıldönümünde bu sayfadaki yazıları kaleme almak aslında bana derin bir hüzün veriyor. Ayrıca farkında mısınız, 28 yıl sonra geldiğimiz ibret verici nokta tam da Uğur Mumcu’nun o günlerde yaptığı uyarılarla tıpatıp aynı.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Daha korkunç olan ne biliyor musunuz?
Gazeteci Sedef Kabaş sudan bir bahane ile tutuklandı.
Öznesi olmayan bir cümleden, bir Çerkes atasözünden “Cumhurbaşkanına hakaret suçu” çıkardı savcılar ve “kaçması muhtemel” diyerek tutukladılar.
Velev ki söylenen sözler hakaret niteliğinde olsun, böyle bir suçun cevabı hapse atmak olabilir mi, olmalı mı?
Hukuk ve demokrasinin “halkın oyları” ile kaldırıldığı anayasa referandumundan bu yana hep bir tehlikeye dikkat çekiyorum.
Şunu diyorum “Sistem değişti, sembolik olan cumhurbaşkanlığı makamı bir numaralı icra makamı haline getirildi. Ancak cumhurbaşkanına hakaret ile ilgili yasa aynen korunuyor. Bu çok büyük tehlike çünkü muhalefet etme hakkını da herkesin elinden alıyor.”
Cumhurbaşkanının sembolik bir görev olduğu dönemlerde bu yasal koruma elbette gerekliydi.
Cumhurbaşkanı devletin başıydı, ordunun başkomutanıydı, parlamentonun çıkardığı yasaları veto hakkı vardı, hükümeti kurmakla bir kişiyi başbakan olarak görevlendiriyor ve bu başbakanın atadığı bakanları onaylıyordu.
İcranın içinde değildi cumhurbaşkanı ve görevlerinin tamamına yakını Türkiye Cumhuriyeti devletinin itibarını oluşturuyordu.
Oysa yeni sistemde cumhurbaşkanı artık icranın başı.
Açıkçası artık cumhurbaşkanı çok güçlendirilmiş ve sorumsuz hale getirilmiş bir başbakandır.
Sembolik cumhurbaşkanı icranın içinde olmadığı için ona yönelik eleştirilerin de sınırlandırılması çok normaldi.
Oysa şimdiki cumhurbaşkanı bütün icrayı yürüten kişi ve eleştiriler de mutlaka bu makama yönelik olacaktır.
Buna karşı sembolik cumhurbaşkanını koruyan yasa aynen durunca şimdiki cumhurbaşkanına yapılan en küçük eleştiri bile hakaret kapsamına sokulabiliyor.
Sedef Kabaş tıpkı diğer binlerce kişi gibi bu tuhaf durumun kurbanıdır.
Bir gece yarısı evinden alınmış, saatlerce poliste tutulmuş, sav lığın yaptığı sorgulamadan sonra mahkemeye çıkarılmış ve tutuklanmıştır.
Bu korkunç bir şey.
Ama değerli okurlar daha da korkuncu var, o ne biliyor musunuz?
Bu tutuklamanın muhalif kesimde öfke yaratmasına rağmen birçok kişinin zihninde, “Ama o da Cumhurbaşkanına olmayacak bir şey söylemiş” duygusunun çıkmasıdır.
Bu iktidar kamuoyu üzerinde öylesine ağır bir korku bulutu serdi ki, beyinler adeta yıkandı ve iktidarın yaptığı pek çok kötü icraat “normal” muamelesi görmeye başlandı.
Saray ve yandaşları başları sıkıştığı an dört koldan çok ağır bir linç kampanyası açıyor ve kişilere saldırıyor.
Bir, iki, üç, beş, on, bin derken toplumun önemli bir kesimi bu baskının altında eziliyor.
Sedef Kabaş gibi konuşan birine bir taraftan sahip çıkarken, saray soytarılarının linç kampanyalarına karşı “Ama, keşke, o da, hay Allah” gibi kelimelerle başlayan cümleler kurarak kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Muhalefet korktukça, siyasi liderler “herkes oy alma hayali” içinde suskun kalıp “mazlum ve terbiyeli kişi” rolünü oynamaya devam ettikçe Sedef Kabaş’ların sayısı artacaktır.
Sonrası mı?
Geçmiş olsun Türkiyeme.
Bİ SORALIM BAKALIM
Erdoğan da “kastetme” gerekçesiyle hapse atılmıştı, bu şimdi onun hesaplaşması mı?
Tarih 6 Aralık 1997 idi.
Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak Siirt’teydi.
Yine bir miting yapıyordu.
Zaten Erdoğan Belediye Başkanı olduğu sırada, İstanbul’da çok az durmuştu.
İl il geziyor, sürekli mitingler düzenliyor ve kendisini geleceğin başbakanı olarak hazırlıyordu.
Kulağına söylemişlerdi “Amerika ve Batı seni destekliyor, ülke sana teslim edilecek” diye.
Bir şiir okudu Siirt’te.
Ziya Gökalp’in bir şiiriydi.
“Kubbeler miğferimiz, minareler süngümüz” diyordu bu şiirde ve Ziya Gökalp emperyalizme karşı mücadeleyi kutsallaştırıyordu…
Amerika’nın desteği ile başbakanlığa hazırlanan Erdoğan’ın önünü keseceğini sanan bazı medya ve sermaye sahipleri ile o dönemki askerin komuta kademesi harekete geçti.
Erdoğan bu şiiri ile “halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etmişti” hemen mahkemeye çıkarılmalıydı.
Öyle de yapıldı.
Şiir Ziya Gökalp’in kastettiği bağlamdan koparıldı ve Erdoğan’a 10 ay hapis verildi.
O dönemin sözde egemenleri farkında bile değillerdi, bu davranışları ile Erdoğan’ın geleceğini sağlama aldıklarının.
Aradan 28 yıl geçti.
O Erdoğan, şimdi bir gazetecinin söylediği bir atasözünü “kastettiği başka” diyerek hapse attı.
İşin garibi 1997’de Erdoğan’ı “Bir şiir yüzünden hapse attılar” diye bağırıp çağıranlar bugün “bir atasözü söylediği için” hapse atılan Sedef Kabaş’ın arkasından teneke çalmaya kalkıyor.
Utanma, sıkılma olmayınca böyle oluyor işte.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Şimdi de “Güldür Güldür Show” tutuklanmasın
Hep dikkatimi çekerdi ve şikâyet de ederdim.
Türkiye’nin en kötü günlerinde bile, örneğin 12 Eylül darbesinden sonra bile mizah hiç susmamıştı, askerleri tiye almıştı.
Ancak ne zaman Erdoğan iktidara geldi, mizah bitti.
Karikatüre bile tahammülü yok Erdoğan’ın.
Hakkında espri yapan herkesi linçe tabi tutturdu, davalar açtı, hatta çoğunu içeri attırdı bugüne kadar.
Durum böyle olunca mizahçılar da ya tamamen sessizliğe büründüler ya da ara sıkı çıkışlar yapınca da saray soytarılarının linçine maruz kaldılar hemen.
Ama sanki hava değişiyor.
Örneğin Show TV’nin izlenme rekorları kıran programı Güldür Güldür Show’daki skeçlerin birinde saray medyasının “Avrupa ve Amerika enflasyondan kırılıyor” şeklindeki haberleri ile dalga geçildi.
Burada anlatmakla olmaz, skeçler YouTube’da duruyor bulun izleyin.
Benim korkum şu;
Güldür Güldür Show’u stüdyoda izleyenler kahkaha ile gülebilir
Bunu ekranlarda izleyenler de kahkahaya boğulabilir
Ama saraydakilerden biri bunu beğenmezse ve savcıları ararsa başta programın patronu Ali Sunal olmak üzere tüm Güldür Güldür ekibi bir anda tutuklanabilir.
Tabii Show TV’nin sahibine bir şey olur mu, bunu şu an bilemem.
ŞAŞIRDIM
İstese bile nasıl kaçabilir ki?
Gazeteci Sedef Kabaş’ın tutuklanma gerekçesine baktım.
Şöyle demiş hakim kararında;
“Video kaydının izlenmesi sonunda hakaret kastının bulunduğu sonucuna varıldığı, eylemin televizyon programında gerçekleştirilmesi nedeniyle suçun nitelikli halinin söz konusu olduğu, suç işlendiği konusunda kuvvetli suç şüphesinin bulunduğu, kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırı düşünüldüğünde kaçma ve saklanma ihtimalinin yüksel olduğu, bu nedenle tutuklamanın ölçülü görüldüğü…”
Kara göre; Sedef Kabaş, mahkum olacağını ve yıllarca hapishanede kalacağını düşünerek kaçabilir(miş).
Şimdi sizlere Sedef Kabaş’ın Instagram hesabındaki bir paylaşımından bir iki cümle sunmak istiyorum;
“Dikkat eksikliği olduğu için sırasını kaptıran bir çocuğunuz mu, yoksa sıra olduğunu bile bile en öne geçen bir çocuğunuz mu olsun istersiniz? Dikkat eksikliği ve hiperaktivite teşhisi konmuş bir oğlum var (DEHB /ADHD). Çoğu zaman hareketlerini (dalgınlık, yerinde duramama, dikkatini toplayamama vb) kontrol edemediği için problem yaşıyor… Ama tertemiz bir kalbi, pırıl pırıl bir vicdanı ve büyüleyici bir efendiliği var.”
Sizce böyle sürekli ihtimam gösterilmesi gereken 12 yaşında bir oğlu olan anne kaçar mı, kaçabilir mi?
Ayıptır yahu.
BUNU YAZMAK GEREK
Şşşşt, troller; aranızda böyle özgeçmişi olan biri var mı?
Gazeteci Sedef Kabaş’ın paldür-küldür tutuklanması saray soytarıları ve troller arasında bayram havası estirdi.
Nasıl saldırıyorlar, nasıl küfürler savuruyorlar anlatamam.
Seviye yerlerde tabii.
Ama onlara Sedef Kabaş’ın özgeçmişini sunmak istiyorum.
Acaba aralarından o küfürler ettikleri, aşağıladıkları, alay ettikleri bu kadınının başardıklarından yüzde birini başaran bir kişi çıkar mı acaba?
Bakın Kabaş’ın özgeçmişi şöyle;
“Sedef Kabaş, 1970 yılında Londra’da dünyaya geldi. Özel Dost Lisesi ve 1992 yılında Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu.
Fulbright Bursu ile okuduğu Boston Üniversitesi’nde Televizyon Haberciliği üzerine yüksek lisans yaptı.
Atlanta CNN International’da çalışan ilk Türk gazeteci olan Sedef Kabaş; NTV, ATV, TV 8, SKY Türk gibi çeşitli TV kanallarında programlar hazırladı.
Marmara Üniversitesi’nden iletişim doktorasını aldı. “Almanya’da Türk Döneri” haberi ile 1998 CNN World Report/ En İyi Ekonomi Haberi Ödülü’nü kazandı.
Power FM radyosunun kurucu ekibinde yer aldı ve haber bültenlerini hazırlayıp sundu. 2007 yılında Sedef Kabaş Eğitim, Koçluk, Danışmanlık Şirketi’ni kurdu.
90’larda sunduğu Portreler programına; Cem Karaca, Ahmet Kaya, Recep Yazıcıoğlu, Gazanfer Özcan, Cüneyt Arkın, Tarkan, Sakıp Sabancı, Hulki Aktunç, Üzeyir Garih, Hayrettin Karaca, Avni Arbaş, Mümtaz Soysal ve Uğur Dündar gibi birçok farklı alanda ünlü konuklar ağırladı. (Ben de katılmıştım naçizane)
TRT 2’de Medya Medya isimli programı hazırlayıp sundu.
Bir süre uzak kaldığı televizyonlara Halk TV ve Tele 1 kanallarındaki çeşitli programlarda yorumculuk yaparak döndü.
Son olarak ise YouTube’da açtığı kişisel kanalında gündeme ilişkin yayınlar yapıyordu.”
Haydi dökün CV’lerinizi ortaya.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları