Can Ataklı; Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, ama bundan sonra dikkatli dinleyin; Erdoğan Fetullahçı Terör Örgütünün kısaltılmışı FETÖ demiyor, FETO diyor.
ANALİZ
Açıkça terör örgütü kuruluyor, iktidar seyrediyor
Sosyal medyada “AKsilahlanma” başlıklı twitleri gördüğümde “Artık bu kadar da saçmalık olmaz” diye düşündüm.
Açıkçası inanmadım, çünkü “Aksilahlanma” başlığı ile halk Erdoğan'ı korumak için açıkça silahlanmaya çağrılıyor.
Daha da ötesi bir terör örgütünün kuruluşu fütursuzca ilan ediliyor.
“Bunun bir provokasyon olabileceği” kuşkusu düştü içime.
Hani “FETÖ tekrar ayağa kalkmak için her türlü melaneti yapıyor” ya, bunun da böyle bir aldatmaca olabileceği fikri ağır bastı bende.
Bu nedenle konuya hiç girmedim, üzerine bir yorum yapmadım.
Bekledim ki en azından bu ülkenin İçişleri Bakanı çıkar bir açıklama yapar, böyle bir provokasyona asla izin vermeyeceklerini söyler, bu saçma sapan eylemi yapanların derhal yakalanacağını bildirir diye bekledim.
Ama çıt çıkmadı iktidardan.
Tam tersi, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek bu kampanyaya destek verdiğini ve gençlerin bu çağrıya uyması gerektiğini söyledi.
Akit yazarı Abdurrahman Dilipak AKP'lilerin silahlanmasını destekleyen yazı yazdı. Ki zaten o Dilipak dinci faşist darbe girişimi gecesi de “silahınızı yanınıza alın” çağrısı yapmıştı.
Osmanlı Ocakları 1453 derneği de bu kampanyaya destek verdiğini açıkladı.
Demek ki bu bir iktidar projesi.
Akıl alır gibi değil. Ancak gizli örgütlerin başvuracağı “silahlanma” çağrısı bizzat iktidar desteği ile açıktan yapılıyor.
Peki, bu silahlar kime karşı kullanılacak?
Yeni bir darbe girişimi olacak da halk bu kez silahlarıyla mı sokağa taşacak?
Yoksa iktidar içine düştüğü açmazdan kurtulmayı bir iç çatışma ile aşmayı mı düşünüyor?
Bu iktidar ülkeyi yönetemiyor. İçte ve dıştaki sorunların üstesinden gelemiyor. Kriz her geçen gün daha da büyüyor.
İktidar sahipleri koltuklarından oldukları an yaptıkları haksızlıkların, hukuksuzlukların, yolsuzluların, demokrasi düşmanlığının, insan haklarını ayaklar altına almanın, özgürlükleri kısıtlamanın hesabını çok ağır ödeyeceklerini bildiklerinden en korkunç çareye başvurarak “bilinçsiz, bilgisiz, kültürsüz, eğitimsiz” maganda ve biat kültürüne sahip gençleri silahlandırmaya ve sokağa salmaya hazırlanıyor.
Bir iktidarın silahlı milisleri desteklemesi, otoritesinin kalmadığının itirafıdır.
Devlet otoritesi olmadığında anarşi ve kaos doğar.
Siz silahlı milisler kurmaya ve bununla dehşet yaratmaya çabalayarak iktidarınızı korumaya kalkarsanız, size karşı da silahlı milislerin kurulmasının önünün açılmasına neden olursunuz.
Hitler Almanyasındaki SA'lara benzer “Aksilahlanma”ya karşı başka “silahlanma” yolları açılırsa, ki bu kaçınılmazdır, sonumuzun ne olacağını yazmayı bırakın düşünmek bile insanın tüylerini ürpertir.
İktidar içine düştüğü bataktan kurtulmanın yollarını milleti “silahla” birbirine düşürme arayışından bir an önce vazgeçmeli, emrindeki maganda kesimlerin “kovboyculuk oynama” hevesini derhal önlemelidir.
Gidiş iyi gidiş değildir.
SORDUM ÖĞRENDİM
HİTLER DE “SİLAHLI GENÇLİK” BİRİMİ SA'YI KURMUŞTU SONUNDA YİNE KENDİ YOK ETTİ
Bugün ülkemizdeki iktidar zihniyeti ile dünyayı kana bulayan Hitler kafası arasında sayısız benzerlikler var.
Hitler'in iktidara gelişi, aldığı oy, kazandığı koltuğu bırakmamak için her yolu denemesi, halkı yollarla, köprülerle, dev binalarla “kimsenin yapamadığı hizmeti yapıyoruz” diye kandırması, yargı, yürütme ve yasamayı tek elde toplaması, Alman halkını sürekli olarak “kendisini devirmek isteyen dış düşmanlara” inandırması, anayasaya “Führer” yani “yol gösterici” kavramını sokmak için dayatması, akla hemen gelen benzerliklerden birkaçı.
Şimdi buna bir de “silahlı milisler” kurma hevesi eklendi.
Hitler 1920'de Sturmabteilung, Türkçesiyle Taarruz Birliği adlı bir gençlik örgütü kurmuştu. Askeri nitelikler taşıyan bu örgüt silahlıydı ve isminin kısaltması olan SA idi.
Ernst Röhm'ün önderliğinde kurulan bu örgüt Hitler faşizminin yükselmesinde çok etkili olmuştu.
Üyeleri kahverengi gömlekler giydiği için “Kahverengi gömlekliler” olarak anılıyordu.
Örgüt hesapta önce Nazi Partisi'nin toplantılarında güvenliği sağlamakla görevliydi. Ancak daha sonra komünist gruplara karşı saldırılar yapmaya başladı.
Ama bu saldırılar komünistlerle sınırlı kalmadı daha sonra “kendilerinden olmayan” herkese yönelik bir şiddet gösterisine dönüştü. Öyle ki Nazi Partisi'ne katılmayan ve sadece dans edip eğlenen gençlerin müzikli toplantıları bile basılır hale geldi.
SA'ların sayısı Alman Ordusu'nun mevcudunun 100 bin olduğu 1934'te 3.5 milyona kadar çıkmıştı ve artık örgütün elinde makineli tüfekler, ağır silahlar bile vardı.
Aynı yıl Hitler artık iktidar gücünü bütünüyle ele geçirmişti ve gerek sayı gerekse silah gücü olarak çok büyüyen SA'ların kendisine zarar vermeye başladığını gördü.
1 Temmuz gece yarısı SA'ya karşı büyük bir operasyon başladı. Çok sayıda SA üyesi idam edildi. Pek çok kişinin de bıçaklanarak öldürülmesi nedeniyle bu imha operasyonuna daha sonra “Uzun bıçaklar gecesi” adı verildi.
Hitler kendi yarattığı canavardan ancak böyle kurtulmuştu.
KOMİK
DÜN DÜŞMAN OLAN AMERİKA BUGÜN DOST OLARAK MANŞETLERDE
Gerçekten komedi günler yaşıyoruz.
Milletin kafası gerçekten muhallebiye çevriliyor.
Aklı başında insanların ne düşündüğünü elbette biliyorum ama sürü psikolojisi içinde iktidarın peşine takılanların ruh halini anlamak pek mümkün değil.
Bir “üst akıl” tutturmuş gidiyor AKP'nin ağzı laf yapan yandaşları.
Onlara bakansanız her şey bu “üst aklın” eseri. Kötü olan ne varsa bu “üst akıl” yapıyor.
Ama ilkesi olmayan bu yandaşlar, kazara bir başarı elde etsek hiç üst akıldan söz etmiyor.
İşte son örnek; günlerce Musul operasyonunda bizim de yer almamız gerektiğini söyledi iktidar.
Oysa bizi isteyen yok.
Gözlerini Amerika'ya çevirdiler her zaman olduğu gibi. Amerika da “Bizi ilgilendirmez Irak karar veriyor” diye bizi refüze etti.
Yine “üst akıl”dan yakındılar. Onlara göre “üst akıl Erdoğan'ı devirmek için” artık her şeyi yapıyordu.
Sonra Amerika Dışişleri Bakanı geldi Ankara'ya. Dünkü yandaş gazete manşetlerinde “Musul Operasyonu'na katılacağımız” yazıyordu. Çünkü Amerika demiş ki “Evet bu iş Türkiyesiz olmaz.”
Eee, “üst akıl” nerede?
Hani “üst akıl” Erdoğan'ı devirmek istiyordu?
Ve tabii en önemlisi “eğer Erdoğan'ı devirmek isteyen üst akıl, dün girme dediği Musul'a bugün gir diyorsa” hiç mi şüphelenmiyorsunuz bundan da zil takıp oynuyorsunuz adeta?
Ya “üst akıl” bu kez bu yolla Erdoğan'ı devirmeyi planlıyorsa!
OKURDAN MESAJ
TOPLANTIDAYIM ŞİMDİ KONUŞAMAM
Cep telefonları artık hayatımızın en vazgeçilmez parçası. Bir an bile ayrılamıyoruz kendisinden.
Ama cep telefonu ile konuşma adabını ne kadar biliyoruz orası da başka.
Okurlarımdan Adil Hacıömeroğlu, bir gazete köşe yazarı gibi her gün yazı yazan bunları sosyal medyada paylaşan idealist bir isim.
Cep telefonlarını kötü kullananlarla ilgili uzun bir yazı göndermiş.
Ben çoğu kez üzerinde durmadığımız bir noktaya dikkat çeken Hacıömeroğlu'nun yazısından o bölümü sizlerle paylaşmak istedim:
Dün, kuşluk vakti bir arkadaşımı cep telefonundan aradım. “Günaydın! Nasılsınız?” dedim. O da “Günaydın!” diyerek yanıtladı beni hırıltılı, biraz öfkeli bir sesle. “Konuşmak için uygun musunuz?” diye sordum, biraz tedirgin, biraz da merakla. “Hayır! Hiç uygun değilim, iyi de değilim. Konuşacak durumum da yok!” yanıtını verdi. Tam da “Ne oldu?” diye soracaktım. O, konuşmasını sürdürdü. “Dişçideyim…” dedi hırıltıyla. Ben de “Geçmiş olsun, sonra konuşuruz. İyi günler…” diyerek telefonu kapadım. Dişçidesin. Belki de dişçi koltuğuna oturmuşsun. Cep telefonun niye açık be adam? Telefonun kapatmadın ya da sessize almadın, arama olduğunda konuşamayacak durumdaysan neden yanıtlıyorsun aramayı?
Haksız mı Hacıömeroğlu? Hep kalabalıkta yüksek sesle konuşan, gözünü telefonundan ayırmayanları konu ederiz. Ama aradığımızda bu tür cevap verenler üzerinde muhtemelen pek durmayız. Oysa görgü açısından ne kadar önemli değil mi?
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
BAHÇELİ BEY DUVARA KONUŞUYORMUŞ AMA DUVAR BİLE NE DEDİĞİNİ ANLAR
Devlet Bahçeli başkanlık sistemi tartışmaları nedeniyle kendisine ve partisine yönelen eleştirilere çok öfkeli.
“Türkçe konuşuyorum, anlamıyorlar” diyor. Ne bileyim eleştiren herkesin zekası kıt
demek ki.
Oysa Bahçeli çok açık konuşuyor gerçekten. Diyor ki “Türkiye akıntıya sürükleniyor, rejim krize giriyor diyorum. Evet mi hayır mı diye soruyorlar. Sanki duvara konuşuyorum.”
Bahçeli çok haklı.
Üstelik o sözleri duvar bile anlar.
“Başkanlık sistemi olsun mu olmasın mı” sorusuna Bahçeli'nin verdiği cevap “Evet”tir.
Bunun başka izahı da olamaz zaten.
Bu sözlerden “Bahçeli başkanlık sistemine karşı” anlamı çıkaramaz kimse. Duvar bile olsa.
Ama madem Bahçeli milletin anlamamasından yakınıyor belki en hayırlısı Bahçeli'nin “tumturaklı” cümleler kurmak yerine niyetini en aptalın bile anlayabileceği “Türkçe” ile yeniden söylemesidir.
Gerçi Bahçeli Erdoğan'ı başkan yapma kararını verdiğine göre konu nasıl olsa Meclis'e gelecek, söylediklerinin “Türkçesi neymiş” orada göreceğiz.
Tabii o zaman muhtemelen çok geç olacaktır.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
ERDOĞAN, FETÖ DEĞİL FETO DİYOR
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, ama bundan sonra dikkatli dinleyin; Erdoğan Fetullahçı Terör Örgütünün kısaltılmışı FETÖ demiyor, FETO diyor.
Birkaç kere “acaba o sırada dili öyle mi dönüyor?” diye dikkat kesildim. Hayır üzerine basarak FETO diyor.
FETÖ terör örgütü anlamına geliyor.
FETO ise Fethullah adının tıpkı İbo, Memo gibi kısaltılması gibi.
Erdoğan bunu tercih ediyor.
Sanıyorum bunu hakaret amaçlı kullanıyor.
Oysa çok değil birkaç yıl önceye kadar cemaatçi olsun olmasın, AKP'liler, onlara payandalık yapan sözde liberal aydınlar Gülen'e “Feto” diye hitap edenlere çok kızarlardı.
Öyle ki,anlı şanlı sözde liberal AKP payandası bir yazar genç bir gazetecinin Gülen'e “Fethullah Bey” diye hitap etmesine bile çok bozulmuş ve “Bunlarda saygı da kalmadı, Hocaefendiye bey denir mi?” diye öfkesini dile getirmişti. Şimdi kendisi de buruşturulup atıldı…
Can Ataklı - Korkusuz