Can Ataklı: Fakıbaba eski bakanın da kendi partisinden olduğunu unutarak bir namus gösterisi mi yaptı yoksa bu sözleri bilerek mi söyledi?
CHP'DE YEREL SEÇİM SAVAŞI ERKEN BAŞLADI
ANALİZ
Son zamanlarda medyada CHP'nin yerel seçimlerde öne süreceği adaylar konusunda pek çok haber yayınlanıyor. AKP ile ilgili bu tür haberler pek yok. Çünkü orada kimse kendi inisiyatifi ile ortaya çıkamıyor. Sonuçta kimin aday olacağına AKP Genel Başkanı karar verecek. Şu anda belediye başkanı olan AKP'lilerin bile hiçbiri 2019'daki seçimlerde aday gösterilip gösterilmeyeceğini bilmiyor.
Medyanın CHP haberleri ise elbette uydurma değil ama CHP'nin içini karıştırmaya yönelik spekülasyonların olduğunu da görmemek mümkün değil.
Sonuçta doğrusuyla yanlışıyla yerel seçim yarışının CHP'de diğer partilerden önce başladığını söylemek yanlış olmaz. Bunda ilk seçimlerde bazı büyük kentlerde “hayır oyu verenlerin” eğer makul isimler bulunursa CHP'li adayları tercih edeceği yönündeki inanış etkili oluyor bence.
CHP'liler özellikle İstanbul ve Ankara'da bu kez başkanlığı alacaklarına çok inanıyorlar.
Bana göre de iyi ve makul adaylar bulunması halinde sadece İstanbul ve Ankara'da değil Türkiye'nin bazı önemli kentlerinde yerel iktidarların değişmesi şaşırtıcı olmaz.
İsmi duyulmaya başlanan adaylar konusunda ilgimi çeken bir noktayı paylaşmak istiyorum. Bazı ismi çok bilinen milletvekillerinin belediye başkanlıklarına hazırlandıkları söyleniyor. Bunun başlıca nedeni sanıyorum artık milletvekili olmanın hiçbir anlamı kalmaması. Tek kişilik yeni rejimde artık parlamentonun hiçbir hükmü yok biliyorsunuz. Bu durumda “daha iyi hizmet vereceğini” düşünen isimler belediyelere yönelmiş olabilir. Umarım bu düşüncem sadece bir iyi niyet değildir. Bu nedenle “bana kalırsa” diyorum “halen milletvekili olanlar belediye başkanlıkları için aday olmasınlar.” Bu önerim ne kadar destek bulur bilemem tabii, ama bütün iyi niyetime rağmen çok sayıda milletvekilinin bir anda belediye başkanlıkları için adaylıklarının gündeme gelmesi yine de içimde bir şüphe yaratıyor.
Bu arada İstanbul için CHP'nin bazı ünlü işadamlarına da teklif götürebileceği dedikoduları dolaşıyor, hatta dünkü bazı gazetelerde Ali Koç, Ümit Boyner gibi isimler de yazılmıştı. Bana göre “seçilirler mi?” sorusundan önce “aday olmayı kabul ederler mi?” sorusu daha önemli.
Aslına bakarsanız AKP'nin Türkiye'yi getirdiği nokta göz önüne alındığında büyük kentlerin belediye başkanlarının partili olmak yerine iş yapma kapasitesi yüksek, kendini kanıtlamış kişilerden seçilmesi bana daha mantıklı geliyor. En azından AKP'ye karşı olduğunu referandumda gösteren kitlelerin bu tür adaylar üzerinde ittifak kurmaları daha kolay olacaktır. Sonuçta asgari müştereklerde birleşilen bir adayın şansı da yüksek olacaktır. Bu nedenle ilk yerel seçimlerde ille de partili olması yönünde ısrarcı olunmaması daha iyidir.
Benim de İstanbul için bir adayım var kafamda. Dünya çapında bir işadamı, namusu ile tanınıyor, laik demokratik sosyal hukuk devleti ilkelerine ve Atatürk'e bağlılığını, bunun yanı sıra inançlara ve yaşam biçimlerine de saygısını çok iyi bildiğim bir isim bu. Biraz zaman geçsin, kendi gönlümdeki adayı da yazarım herhalde.
FIKRA GİBİ
AKBÜK YILLARCA DELİ DUMRUL KÖPRÜSÜ GİBİYMİŞ
Bayram öncesi iki günlüğüne bir kaçamak yaparak Akyaka'ya gittik. Gökova'nın başlangıç noktası olan Akyaka'ya gidince Akbük'e gitmemek olmazdı. Gökova'nın en güzel koylarından biri bana göre Akbük'tür. Giderek kalabalıklaşmasına rağmen hâlâ günübirlik ziyaretler için güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş.
Bu gidişimde ilginç bir şey öğrendim. Akbük'e her gittiğimizde plajların olduğu bölgeye girerken kapı gibi bir yerden geçerdik. Oradaki bir kişi şimdi tam hatırlamıyorum ama beş lira ya da 10 lira para alırdı.
Turizm bölgelerinde çok yaygın bir uygulama olduğu için kimse de itiraz etmez, zaten küçük bir para olduğu için herkes bunun otopark için alındığını düşünür. Kimse “Bu parayı alan kim? Karşılığında ne yapıyor?” diye de sormaz. Çünkü ya o beldedeki belediyedir ya da işletme olarak birine verilmiştir o bu parayı tahsil eder.
Ancak bu yıl anlaşılmış ki çok uzun yıllardır Akbük'ü girişine oturup da para toplayan kişi aslında “hiç kimse” imiş. Yani ne işletmeci, ne belediye ne devlet görevlisi. Adamın biri yıllardır bunu kendine iş edinmiş. Sezon açılınca gelip oturuyor sezon bitiminde de gidiyor.
Bu yıl Muğla Belediyesi çevre düzenlemesi için planlama yapınca gerçek ortaya çıkmış. Para toplayan kişi de sırra kadem basmış. Şu anda Akbük'ün girişinde bir Deli Dumrul oturmuyor yani. Bazen “ne komik bir ülkede yaşıyoruz” diye düşünmeden edemiyorum.
NOT; Akbük'te orman yangını çıkmış ve canım çamlar yanmış. Çok üzüldüm. O bölgedeki ağaçlar çok eski, yenisinin yetişmesi bir iki nesil alacaktır.
KOMİK
ERKEK OLAN ŞİMDİ YOLSUZLUK YAPAMAZ
Çiçeği burnunda bakanlardan Eşref Fakıbaba kendisinden önceki dönemde bakanlığında fatura usulsüzlüğü ile yolsuzluk yapıldığını ileri sürerek “Geçti artık o günler, erkek olan şimdi yolsuzluk yapsın bakalım” demiş.
Şimdi bu sözlerin neresinden tutmak gerek. Birincisi Fakıbaba bakanlık koltuğunu sanki başka bir partinin iktidarından devralmış gibi davranıyor. Oysa yolsuzlukla suçladığı bakanlık 15 yıldır AKP'li bakanların elinde. Nitekim Fakıbaba'nın başında bulunduğu Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı koltuğunda bir önceki dönem oturan Faruk Çelik bu sözlere anında tepki göstererek “Sorumlu siyasetçi ne konuştuğunu bilir ya da varsa bir şey gereğini yapar” dedi. İki bakan kendi aralarında anlaşır bir çözüm bulur mu bilemem, ama merakım Fakıbaba eski bakanın da kendi partisinden olduğunu unutarak bir namus gösterisi mi yaptı yoksa bu sözleri bilerek mi söyledi?
İkinci nokta ise AKP'li bakanın “Erkek olan” diye başlayan bir cümle kurması. Erkek egemen anlayışın bir ürünü tabii bu sözler ama insan ister istemez “kadınlar yolsuzluk yapmaz mı?” diye soruyor.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
DEVLET VERGİ VERMEYİNCE HALKIN KAYBI OLMUYOR MU YANİ?
Üzerinden biraz zaman geçti ama notumu almışım bir kere bu nedenle yazacağım. Tatildeyken görmüşüm. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı İsmail Kahraman'a alınan bir lüks otomobilin 5 milyon liraya mal olduğu ileri sürüldü. Doğal olarak özellikle sosyal medyada Meclis Başkanı topa tutuldu. Üstelik o sıralarda Almanya ile sertleşmemizin ilk günleriydi. Birçok kişi konuyu bu açıdan da eleştirdi.
Ancak benim asıl dikkatimi çeken Meclis Başkanı'nın savunmasıydı. İsmail Kahraman lüks otomobilin 5 milyon liraya mal olmadığını söyledi. Bir buçuk milyon liralık bir araba olduğunu söyledi sanki bir buçuk milyon az paraymış gibi. Ama bana göre skandal olan şey başka. İsmail Kahraman diyor ki “Bu araba devlete alındığı için KDV ve gümrük vergisi ödenmedi.” Özrü kabahatinden büyük bir açıklama değil mi bu? Ne fark edecek ki? Otomobil için Almanya'ya ödenen para aynı. Gerisi Türkiye'deki bir kişinin devlete ödeyeceği vergiler. Yani aynı otomobili ben alacak olsam, bana maliyeti 5 milyon lira. Devlet alınca vergiler ödenmiyormuş. Bizim için bir şey değişmiyor ki.
Ha halkın parasını devletin
bir kasasından alıp öbür kasasına vergi olarak yatırmışsın ha bu vergileri hiç ödememişsin. Sonuçta ortadaki kayıp halkın parasının kaybıdır. Meclis Başkanı “rakam oyunu” yaparak kendisine alınan çok lüks aracı meşru hale getirmeye çalışıyor. Ne ayıp.
Can Ataklı: Korkusuz