Can Ataklı: Demek ki vatandaşımız 'dini ahlak' deyince esas olarak cinsel konuları ön plana alıyor. Hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık pek şikayet konusu değil, hep bacak arasında aranıyor ahlak ve namus...
BUNU YAZARKEN BAYAĞI HİSLENMİŞLERDİR
Şarkıcı Hadise'nin bir klibindeki görüntüler RTÜK üyelerini çok rahatsız etmiş. Hayli cüretkar görüntülerin yer aldığı iddia edilen klip için RTÜK üyeleri “Erotik filmin bir tık altında” değerlendirmesi yapmışlar ve bu klibi yayınlayan kanallara da ağır para cezası kesmişler. RTÜK elbette bu kararı alırken “Kamuoyundan gelen çok yoğun şikâyetleri” gerekçe gösteriyor ama benim asıl dikkatimi çeken Hadise ile ilgili kararın metnindeki ifadeler oldu. Çünkü ünlü Plaboy dergisindeki “Dirty Dream” yani “Kirli hikayeleri” andıran bir dil kullanılmış. Klip için “açık saçık ve müstehçen” diye yazmak varken RTÜK üyeleri oturmuşlar klipteki ayrıntıları hayli tahrik edici bir dille yazmışlar. Muhtemelen bu satırları yazarken çok hislenmişlerdir diye tahmin ediyorum. Hadise'nin klibi ile ilgili metni siz de okuyun bakalım bana hak verecek misiniz? RTÜK kararında metin aynen şöyle; Klipte şarkıcı Hadise'ye ve Hadise'nin rol arkadaşı olan bir erkek oyuncuya yer verilmektedir. Söz konusu klip erkek oyuncunun üst tarafı çıplak bir şekilde. Hadise'nin ise üstünde beyaz bir gömlek ve alt tarafının da sadece gömlekle kısmen kapatılarak yer aldığı ve ikilinin son derece samimi bir vaziyette bilindiği sahne ile başlamaktadır. Klibin yayın saati olarak 11:00'de başlayan ve mevzuatımız açısından problemli olduğu düşünülen görüntülerde şarkıcı Hadise daha sonra üstünde sütyen bikini görünümündeki bir kıyafetle jakuziye girmekte, üstü çıplak vaziyetteki erkek oyuncunun Hadise'ye ve Hadise'nin rol arkadaşına olan dokunuşları ekrana gelmektedir. Erkek oyuncu Hadise'nin bacaklarına dokunurken, Hadise de erkek oyuncunun kimi yerlerini öpüp kokluyor. İkilinin aynı yatakta yer aldığı samimi görüntülere de yer veriliyor. Söz konusu video ile ilgili vatandaşlardan da çok sayıda şikâyet geldi. Bu şikâyetler de klibin erotik filmin bir tık altında olduğu, kaldırılması ya da gece yarısı gösterilmesi talebi yer aldı. Yayın saatinin çocukların ekran başında oldukları bir saat olması bu itirazları güçlendirmekte olup, çocukların yayınlardan olumsuz etkilendikleri somut bir şekilde dile getirilmiştir.” Şimdi kimse kızmasın darılmasın, RTÜK üyelerinin bu metni yazarken hangi duygular içinde olduklarını gerçekten çok merak ediyorum. İnanın o klibi izlerken bile insanın aklına bunlar gelmiyordur.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
ESPRİ SANMIŞTIK AMA BUNLARIN ZİHNİ GERÇEKTEN ÇOK BOZUKMUŞ
Radyo Televizyon Üst Kurulu kanallara ceza yağdırırken genellikle “vatandaştan gelen şikâyetlere” kulak veriyor. RTÜK doğal olarak tüm televizyonların yayınlarını kaydediyor ve inceliyor. Ancak asıl kaynak vatandaşlar. Gelen şikâyetler hangi kanalın hangi yayınının öncelikle inceleneceği konusunda yol gösterici oluyor. RTÜK'e gelen şikâyetlerdeki en yüksek oran “ahlak bozulması” ile ilgili olanlar. Kendini ahlak polisi olarak gören bir kısım vatandaşımız “Şu program milletin ahlakını bozuyor” şikâyetinde bulunuyor. Bir defasında RTÜK'e gelen bu tür şikâyetleri okumuştum. Kimse “Benim ahlakımı bozuyor” demiyor asla, örneğin “Bu milletin ahlakını bozar” diyorlar. Yani şikayetçi vatandaşlarımızın karakteri çok yerinde ve sağlam bir iradesi var ama başkalarının böyle olduğundan şüpheliler. Bu “ahlaki şikâyetlerin” tamamına yakını da “dini kurallara” bağlanıyor. Nedense bu dini kural adı altında yapılan şikâyetler de hep bel altından seçiliyor. Demek ki vatandaşımız “dini ahlak” deyince esas olarak cinsel konuları ön plana alıyor. Hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık pek şikayet konusu değil, hep bacak arasında aranıyor ahlak ve namus. Ancak bir konunun “cinsel” açıdan ele alınmasının da bir sınırı olmalı bana göre. TV 8'deki bir yarışma programına katılan 7-11 yaş arası kız çocuklarının şort giymesini “ahlakın bozulması” gerekçesiyle şikâyet eden vatandaşlarımızı anlamak mümkün değil. Bu sapkın kişilerin gördükleri her bacaktan, büyük olsun, çocuk olsun ve hatta bebek olsun “dini gerekçeler göstererek” tahrik olmaları insanlık açısından elbette utanılacak bir durumdur. Ama hepsi okumuş çocuklardan oluşan RTÜK'ün de bu sapkınlara prim vermesi ve “Evet küçücük çocuklarımızın şortlu olarak sahneye çıkması mümtaz halkımızın ahlakını bozmaktadır” kararına vararak kanala ceza kesmesi daha büyük utançtır.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
HAKAN ATİLLA'NIN AİLESİNİN PASAPORTLARINA EL KONDU MU?
Amerika'daki Zarrap davası bitti. Jüri tek sanık olan Halk Bankası eski Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla'yı suçlu buldu. Son duruşmanın ilginç anlarından biri Hakan Atilla'nın eşiyle karşılaşmasıydı. Yandaş gazeteler 296 gün sonraki buluşmayı yazarken “karı kocanın gözyaşlarına hakim olamadığının” altını çizdiler, ortaya dramatik ve romantik sahneler koydular. Sonuçta ortaya bir de aile trajedisi çıkarılmış oldu. “FETÖ'cülerin kuklası Amerika birbirini seven iki insanı bir yıl hiç görüştürmemişti.” Halkımızın Amerika'ya ve FETÖ'ye öfkesi daha da artacaktı herhalde. Tam bu haberleri okurken AKP iktidarının hiç sevmediği AKP eski Milletvekili Feyzi İşbaşaran'ın paylaştığı twiti görünce çok şaşırdım. Çünkü İşbaşaran twitinde inanılmaz bir iddiayı dile getiriyordu. Twit şöyle; “Dava boyunca, Hakan Atilla'nın itirafçı olmaması için eşi ve oğlunun pasaportuna el koymuşlardı. Sadece oğlu bir defa gitmişti, bir de bu gün oradaydılar. Hakan Atilla, ailesini korumak için kendini yaktı! Hakan Atilla için üzüldüm.” Hakan Atilla Amerika'da yakalandıktan sonra ailesinin yanına hiç gitmemesinin nedenini merak ediyordum. Amerika kanunlarına göre bu tür yargılamalarda görüşmelerin yapılamadığını sandım açıkçası. Ama Feyzi İşbaşaran'ın iddiası doğruysa Türkiye, Hakan Atilla'nın da itirafçı olmasını önlemek için ailesinin pasaportlarına el koymuş. Çünkü eğer aile bireyleri de Amerika'ya giderse Hakan Atilla rahatlayabilir ve ailesini de güvence altına alacak bir anlaşma imzalayabilirdi. Devleti yönetenler böyle bir düşünceye kapılsa bile bir devlet kendi vatandaşı için böyle bir karar alabilir mi? İnsanın gerçekten içi kalkıyor.
FIKRA GİBİ
BİRİ PATRONUN ÜZERİNE ÇAY DÖKÜNCE
Bu fotoğrafı Beykoz'daki bir iş merkezinin koridorunda çektim. Ne diyor; “Lütfen dikkat, Bina içerisinde çay, kahve, nescafe gibi üstü açık içeceklerle dolaşmak yasaktır. Yönetim.” Dikkat ettiniz değil mi, konu üstü açık ve sıcak içeceklerle ilgili. Yöneticiyi bulup soramadım, ama muhtemelen çalışanlardan biri elindeki sıcak içeceği patronun üzerine döktü, patronun canı çok yandı, çareyi bu tür bir önlemde buldu. Başka bir gerekçesi de olabilir tabii ama bu gerekçe bana pek komik geldi.
BUNU YAZMAK GEREK
TORBACININ BACAĞINI KIR AMA ASIL PATRONU DA YAKALA
İçişleri bakanlığı koltuğunda oturan Süleyman Soylu'nun polislere yönelik, “okullar önünde uyuşturucu satanların bacağını kırın, suçu bana atarsınız” sözleri hayli tartışıldı biliyorsunuz. Tartışmaların ana ekseni “bir hukuk devletinde bakan polislere vurun kırın talimatı verebilir mi?” doğrultusundaydı. Bu elbette çok haklı bir eleştiri. Hukuk devletinin özelliği bir çete gibi çalışmamasıdır. Hukuk devletleri hoşa gidecek biçimde cezalandırma yapmaz, yasalar çerçevesinde kim olursa olsun suçun türüne göre yargılama yapar ve ceza uygular. Hukuk devleti intikam almaz hesap sorar. Gerçi bakanın sözlerinden çok hoşnut olanlar da mutlaka vardır. Nitekim popüler yazarlardan biri “Ne ayak kırması bana kalsa başını kırarım” diye yazdı ama bunu latife kabul etmek isterim. Bakanın bu sözlerini hukuk devleti açısından eleştirmek güzel de gözlediğim kadarıyla işin asıl önemli yanı bir şekilde ıskalandı. Çünkü bu bakan uyuşturucu ile mücadeleyi sokak satıcılarıyla mücadeleden ibaret sanıyor anladığım kadarıyla. Polise “uyuşturucu ticareti yapanları yakalayın hatta bacaklarını kırın” demiyor “son satıcılardan” söz ediyor. Torbacı denilen bu son satıcılar uyuşturucu ticareti yapanların en düşük seviyedeki ayakçılarıdır sadece. Torbacılarla mücadele kolaydır çünkü onlar bu sektörün en zavallılarıdır, paryalarıdır, çoğu zaten uyuşturucu etkisindedir ve polisten de çok korkarlar. Sorun uyuşturucu baronları ile mücadeledir. O bakanın buna gücü veya cesareti var mı acaba? Eski bir polis müdürünün anlattığını bir kere daha tekrarlayayım. Uyuşturucu satışı okul önlerine kadar düştüyse fiyatları çok düşmüş demektir. Eski polis müdürü “uyuşturucu fiyatlarına bakacaksın, eğer düşmüşse bil ki polis işin içindedir, eğer fiyat yükselmişse anla ki sıkı mücadele yapılıyordur” demişti. İçişleri bakanı bu konuda samimi olduğunu göstermek istiyorsa uyuşturucu baronlarının da kafasının kırılması talimatı versin bakalım. Ve tabii bir de şu anda uyuşturucu rayicinin de ne kadar olduğuna bir bakıversin. Fiyat yüksek mi yoksa düşük mü?
Can Ataklı - Korkusuz