Can Ataklı: Bir referandum öncesi toplumun en doğal hakkı olan fikrini söyleme özgürlüğünü bu saçmalıklarla engelleyerek nereye varacağınızı sanıyorsunuz?
ANALİZ
Erdoğan artık resmen sahaya indi.
Cumartesi pazar dinlemiyor, bahane bulmak kolay, topluyor kalabalıkları karşısına başkanlık sisteminin ne kadar iyi bir şey olacağını anlatıyor.
Kendi deyimiyle “Bu da bizim Rabiamız” dediği 4 şartı hemen
her gün sayıyor artık.
Tek vatan
Tek millet
Tek devlet
Tek bayrak
Sonra “Başkanlık iyidir” diyor.
O da tek. Yani 4 şartlı Rabia oluyor “Çak bir beşlik.”
İlginç bir döneme giriyoruz. Bu iktidarın zaten hakla hukukla, demokrasiyle, özgürlüklerle hiçbir ilgisi yok.
Belli ki önümüzdeki iki ay boyunca da hiç olmayacak. Çünkü tek amaç dayatılan tek kişilik rejimin bir şekilde halka da kabul ettirilmesi.
“Kendimiz için bir şey istiyorsak namerdiz, valla millet böyle istiyor.”
Bırakın demokrasiyi, devlet yönetmenin adabına bile artık uymuyorlar. Şeklen de olsa Yüksek Seçim Kurulu'nun açıklaması gereken referandum tarihini bizzat Başbakan açıklıyor. “16 Nisan'da referanduma gideceğiz” diyor.
Biliyoruz da, bırakın bari şekil şartı uygulansın, o da yok.
Ancak belli ki sarayın da hükümetin de, AKP'lilerin de içindeki “Hayır çıkabilir” korkusu derin bir panik yaratıyor.
Bu nedenle kampanyayı bel altı vuruşlarla yürütecekleri neredeyse kesinlik kazandı.
Önce Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, ardından başbakan “Teröristler hayır diyor, anlayın artık” dediler.
Bahçeli de “Evet çıkmazsa ortalık karışacak” dedi.
Kervanın son halkasına saray da katıldı. “PKK hayır diyor, kimlerin hayır dediğine bir bakın” dedi dün.
İkidebir “Peki ya Apo da evet kampanyasına destek verirse ne yapacaksınız?” diye soruyorum ya, inanın o zaman da “Koca ülkenin geleceği için üç buçuk teröristin lafı mı olur, ne derlerse desinler” diyecekler ama içten içe çok sevineceklerdir.
Ve tabii en önemlisi din istismarı da yine had safhada.
Erdoğan dün “Milletimiz böyle istiyor, Allah böyle istiyor” dedi.
Acaba referandumdan “hayır” çıkarsa bu zevat “Allah bizi istemedi, artık çekip gitmenin vakti geldi” diyecek midir, yoksa tıpkı 7 Haziran'dan sonra koltuğa yapışıp her türlü demokrasi dışı eylemle halkı korkutarak yerlerini koruyacak mıdır?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
EVET ÇIKSIN DİYE EN APTALCA ENGELLEMELERİ BİLE YAPIYORLAR
MHP'de muhalefet bayrağı açan Meral Akşener “Hayır” kampanyasına dün Çanakkale'den başlamak istedi. Akşener bir salon toplantısı yapacaktı. Bir otelle anlaşma sağlandı. Ancak iktidar oteli tehdit etti. “Sonun fena olacağını” söyledi.
Otel sahibi çaresiz kaldı. Ne yapacağını bilemedi. Sonra bir anda otelin elektrikleri kesildi. Bina polis tarafından sarıldı. Akşener ve onu dinlemek isteyenler içeri sokulmadı.
Akşener direndi. Sonunda “karanlık” salona girildi. Polis her gireni aradı, kimliğine baktı, not aldı.
Pilli ışıldaklarla Akşener'in konuşacağı yer aydınlatıldı. Salonun gerisi kapkaranlıktı.
Meral Akşener çıktı, 70'li yıllardaki gibi megafonla konuştu.
Şimdi “evet çıksın” diye çabalayan iktidara sormak istiyorum. Bu kadar aptalca bir kararı nasıl aldınız?
Bir referandum öncesi toplumun en doğal hakkı olan fikrini söyleme özgürlüğünü bu saçmalıklarla engelleyerek nereye varacağınızı sanıyorsunuz?
Bu yöntemlerle evet çıkarabilseniz bile ülkeyi rahat ve huzur içinde yönetebileceğinizi düşünüyor musunuz?
NOT: Akşener'in konuşmasının ortalarına doğru, bu aptal kararı kim aldıysa ya aklı başına geldi ya da en tepeden ağır bir fırça yedi ve elektrikler tekrar geldi.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
VİRGÜL VE VURGU HER ŞEYİ DEĞİŞTİRİYOR
Bilinen hikayedir. Osmanlı döneminde Eğitim Bakanlığı da yapmış olan tarihçi Abdurrahman Şeref Bey, Galatasaray Lisesi'nde müdürken, bir gün Sultan Abdülhamid' in hizmetkarlarından bir paşanın oğluna kızar. “Oku baban gibi eşek olma” der.
Çocuk bunu anlatınca paşa hışımla okula gider “Sen bana nasıl eşek dersin, ben haşmetlu Abdülhamid Han'ın paşasıyım” diye bağırır.
Abdurrahman Şeref Bey “Ben size nasıl eşek derim paşam” diye karşılık verir “oğlunuza, (oku baban gibi, eşek olma) dedim” der.
Virgül gibi'den sonra gelince cümlenin anlamı çok farklı hale geliyor.
Burak Kalemdar gazeteci dostlarımdan. Yazıları pekçok yerde yayınlanıyor. Mizahi türü seviyor ve başarılı da oluyor.
Geçenlerde virgül ve vurgu değişikliği ile birbirinden çok farklı anlamlara gelen cümleler göndermiş.
Sizinle de paylaşmak istedim;
Bilgin yok be hiç!
Bilgin yok Behiç!
Be hiç bilgin yok!
Behiç Bilgin yok!
Behiç, bilgin yok!
Sıradan bir cümle diplomatik dilde sıra dışı çok anlama gelebilir.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YENİÇAĞ GAZETESİNDEN SONRA KIRMIZI KEDİ YAYINEVİ
Üzerinden ne kadar geçti unuttuk bile. Bir grup maskeli militan MHP'de muhaliflere de geniş yer veren Yeniçağ gazetesini basmış, cam çerçeve ne varsa indirmişti.
Her yönü gören onlarca kamera olmasına rağmen İstanbul Emniyeti bu saldırganları bir türlü yakalayamadı. Muhtemelen olayın dosyası bile kaldırıldı.
Saldıran maskelilerin yanına kâr kaldı yaptıkları.
Benzer bir olay önceki gün Kırmızı Kedi Yayınevi’nin de başına geldi. Maskeli iki saldırgan yayınevine çekişle saldırdı, yine cam çerçeve indirdi.
Maskeliler yine bulunamadı. Muhtemelen bulunmayacak da.
Çünkü bu ülkede muhaliflere yönelik saldırılar “sıradan olay” olarak nitelendiriliyor. İktidarın umurunda bile olmuyor.
Onlar için “evet” önemli. Bu uğurda ne demokrasi, ne hukuk, ne özgürlükler, ne insan hakları önemli değil.
ŞAŞIRDIM
ÖĞRETMENLERE EĞİTİM SİSTEMİNİ ELEŞTİRME YASAĞI
Isparta Valiliği Milli Eğitim Müdürlüğü bütün okullara bir yazı gönderdi 8 Şubat tarihinde.
Bu yazıda tüm öğretmenlerin sosyal medya paylaşımlarında eğitim sistemini eleştirmelerinin önlenmesi istendi.
Yeni müfredatta Atatürk artık yok denecek kadar az ya, ülkesine, vatanına, milletine, cumhuriyetine, Atatürk ilkelerine bağlı olan öğretmenler Facebook aracılığı ile kendi aralarında bu kararları eleştiriyor.
Haliyle bu eleştiriler iktidarı rahatsız ediyor. Çare bu yöntemle bulunmuş. Artık öğretmenlere sosyal medyada sistem eleştirisi yasaklanmış.
Tek kişilik rejime evet denirse bu yasak öğretmenlerle sınırlı kalmayacak. Sadece eğitim sistemi değil, her konuda eleştiri yasaklanacak.
Bunu iyi bilelim.
Can Ataklı-Korkusuz