Gel de bugüne bak…
Can Ataklı: Eskiden de çok zengin değildi bu ülkenin insanları. Ama sevgi hakimdi toplumda.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Yıllar önce insanmışız
Sosyal medyada gözüme bir yazı ilişti.
Üyesi olduğum birkaç WhatsApp grubunda paylaşılmıştı.
Altındaki yorumlara baktım, hepsinde hüzünlü bir sevgi, saygı ışıltısı vardı.
“Nedir, kim yazmış?” bunu diye araştırdım.
Sadece “Gel de inanma” isimli bir YouTube hesabı çıktı karşıma.
İsim yok, görüntü de yok, biri bu yazıyı okuyor.
İzleyen de çok fazla olmamış ama belli ki biri metni kopyalamış ve paylaşmış.
YouTube hesabına “Lütfen beni arar mısınız?” diye mesaj bıraktım ama arayan olmadı.
Peki yazının içeriği doğru mu?
Bilmiyorum.
Ama kahramanının kim olduğunu anlayınca “Doğrudur mutlaka” dedim içimden.
Çünkü olayın kahramanı bir zamanların efsane otobüs firmasının sahibi Nevzat Hüseyin Pekuysal.
Uzun yıllar müşteri olarak kullandığım Varan otobüslerinin kalitesini, yolcuya özenini bildiğim bir firmanın sahibi, ki hiç tanımamıştım, böyle bir şeyi yapmış olabilir.
Bu pazar sizlere bu yazıyı sunmak istiyorum.
Sanıyorum yaşı tutan çoğunuz, benim gibi “Artık ahlak, namus ve vicdan kavramlarının pek geçerli olmadığı hatta aptallık olarak nitelendiği ülkemiz, bir zamanlar böyleydi” diye geçireceksiniz içinizden.
1963 yılının bir sonbahar günü.
Varan Turizm’in o zaman Ankara’da bulunan Küçük Tiyatro’nun hemen bitişiğindeki terminalinden İstanbul otobüsü hareket etmek üzere. Terminalde bir hareketlilik var.
14-15 yaşlarında, çocuğunun elinden tutmuş bir baba, otobüse yaklaşarak kaptan şoföre:
“Oğlum Galatasaray Lisesi’ne gidiyor, yatılı okuyacak. Onu yalnız gönderiyorum, İstanbul’da güvenilir bir taksiye bindirip okuluna yollar mısın?” deyip ekliyor:
“Valizini de unutmasın.”
Kaptanın cevabı
“Elbette siz hiç merak etmeyin” oluyor. Endişeli baba, nemli gözlerle, hareket eden otobüsün arkasından el sallıyor.
İki gün sonra baba, telaşlı bakışlar ve heyecanlı adımlarla terminale geliyor. “Oğlumu Taksim’den Galatasaray Lisesi’ne götüren şahsın kim olduğunu öğrenmek istiyorum” diyor.
İstanbul terminalimizi arayıp soruyoruz; fakat ilginçtir ki, arkadaşlarımız bize bu şahsın kim olduğunu söylemek istemiyorlar.
Babanın telefon numarasını alıp ona sonucu bildireceğimizi söylediğimizde ise daha fazla dayanamayan baba gözyaşları içinde anlatmaya başlıyor.
“Yahu kardeşim, o kişi kimse, oğlumla beraber idareye gitmiş. Kayıt işlemlerini tek tek tamamlatmış. Bavulunu taşımış, teslim edilen eşyaları almış. Sonra yatakhanede onun çarşafını sermiş, nevresimini takmış, dolabını yerleştirmiş.”
Baba hıçkırarak anlatmaya devam ediyor.
“Ben ya da annesi gitseydik biz de aynısını yapardık” diyor. Derin bir “oh” çekiyoruz. Oysa ki, hiç de alışık olmadığımız bir şikâyet dinleyeceğiz korkusunu yaşıyorduk…
Bu kez daha ısrarlı bir biçimde çocuğu okula götüren şahsın kim olduğunu öğrenmeye çalışıyoruz. Epey uğraştan sonra da hayretle öğreniyoruz kim olduğunu.
Çocuğu Galatasaray Lisesi’ne götüren şahıs Nevzat Hüseyin Pekuysal.
Yani şirketin sahibi.
Yıllar sonra kendisine “Nevzat Bey, bu olayı anımsıyor musunuz?” diye sorduğumuzda, gözleri doluyor ve insanın içine işleyen bakışlarını üzerimizde gezdiriyor.
“O baba, bana dünyadaki en değerli şeyini, oğlunu emanet etmiş. Ben bu emaneti başkasına nasıl emanet edebilirdim ki?” diyor.
Ya işte böyle.
Eskiden de çok zengin değildi bu ülkenin insanları.
Ama sevgi hakimdi toplumda.
Kimse kimsenin yaşamına karışmazdı, “Kimsin, nesin, neredensin, dinin ne, mezhebin ne, partin ne?” diye sorulmazdı.
Birlik, dayanışma, vefa, sevgi değişmez değerlerdi.
Gel de bugüne bak…
SORDUM ÖĞRENDİM
Varan, gerçekten efsane bir otobüs şirketiydi
Yukarıdaki yaşanmış öyküde adı geçen Nevzat Hüseyin Pekuysal, Türkiye’nin en nitelikli otobüs firmalarından biri olan Varan’ı kuran kişi.
Varan Turizm, kaliteli servisinin yanı sıra bir otobüs işletmesi olarak Türkiye’de pek çok “ilk”e de imza atmıştı.
Kim bilir çocukluğumdan itibaren, kapanıncaya kadar kaç kere kullanmışımdır Varan otobüslerini.
Gerçi şimdi başka sahipleri tarafından yeniden açılmış, ama ben Varan’ın geçmişine şöyle bir göz attım ve aldığım bilgileri sizler için derledim.
İlk seferlerine 1946’da İzmit-İstanbul arasında başlamış.
1952’de yatar koltuklu otobüsleri getirmiş.
1960’ta ilk kez şehir içi servis hizmeti vermeyi başlamış.
Otobüs otogarlardan sefere başlarken, şehir içinde ilk bağımsız otobüs terminalini açmış: (Söğütözü/Ankara)
Otobüsler, şehirler arası yollarda anlaşmalı tesislerde mola verirken kendi konaklama tesisini açan şirket olmuş. (Bolu Dağı)
Yabancı dil bilen hostes çalıştıran ilk şirketmiş.
Seyahatlerde ilk kez sigara içilmeyen çift katlı otobüsleri 1986’da hizmete sokmuş.
1994’te Avrupa ve Türkiye’ de ilk kez real time on-line bilgisayar sistemi projesini hayata geçirerek, tüm Varan Turizm ofislerinden bilet satış ve rezervasyon işlemlerini gerçekleştirmiş.
Telefonla bilet satış hizmeti veren ilk şirket olmuş. (1995)
Daha interneti kullanan sayısı çok azken, 1998’de dünyada ilk kez internet üzerinden bilet rezervasyon ve satış hizmetine başlamış.
2000’den itibaren otobüslerle kişiye özel TV, video ekranı ve çok kanallı radyo hizmeti vermiş.
2001’de ise otobüslerdeki video yayınlarında ilk kez sinema filmi, belgesel, müzik klipleri, sanat, magazin, eğlence ve sohbet programlarından oluşan Varan’a özel hazırlanan yayın kuşağı sunulmuş.
ÇOK GÜLDÜM
Bu hafta üç fıkra var
Tatilden sonraki ilk pazar günü yazıları için hazırlandığımda, Yıldırım Tuna’dan üç fıkra buldum mesaj kutumda.
Birlikte okuyalım;
Bar Sohbeti..
Barmen, önündeki bar sandalyesine oturan adama “Ne istersiniz?” diye sormuş.
“Ne mi isterim? Kocaman bir ev, daha çok para ve güzel bir eş” diye cevap vermiş adam.
“Hayır.. Hayır..” demiş barmen, “Yani ne arzu edersiniz?”
“Loto’dan büyük ikramiye, sağlıklı bir evlat” cevabını vermiş adam bu kez.
“Öff, ne olsun diyorum yahu!” diye artık tepki göstermiş barmen.
Adam aynı sakinlikte cevaplamış yine; “Kız ya da erkek fark etmez.. Sağlıklı olsun da..”
Barmen “Beni yanlış anlıyorsunuz” demiş artık iyice sinirlenerek, “Ben ne içeceğinizi soruyorum”
Adam “Aa.. Affedersin.. Niye böyle sormuyorsun ki? Neyin var?” demiş biraz mahcup tavırla.
“Ne olsun ya?” demiş barmen gevşeyerek, “Hiçbir şeyim yok çok şükür, çalışıyorum, sağlığım da yerinde yani..!”
Cinayet Soruşturması
Cinayet davasında genç savcı, yaşlı ve tecrübeli adli tıp doktorunu jürinin önünde sıkıştırmaya çalışıyormuş.
– Maktule “Ölmüştür” raporu vermeden önce nabzını kontrol ettiniz mi?
– Hayır?
– Kalbini dinlediniz mi?
– Hayır..
– Pekii, nefes alıp verdiğine baktınız mı?
– Yoo..
– İnanmıyorum.. Yahu inanamıyorum ya? Yani ölüm raporunu adamın öldüğünden emin olmadan mı verdiniz? Nasıl doktor oldunuz siz?..
Adli tabip, “Bakın olayı sizin anlayabileceğiniz bir şekilde izah edeyim” demiş dişlerini sıkarak, “Dediklerinizi yapmadım çünkü adamın beyni, önümdeki kavanozda duruyordu… Ama şu anda anlıyorum ki meğer adam ölmemiş, gidip bir yerlerde hukuk fakültesini bitirmiş ve bu mahkemede savcı olarak karşıma gelmiş.”
Her Nefeste
Banliyö treninde, gazetede dünyadaki ölüm istatistikleriyle ilgili ilginç bir makale okuyan yaşlı adam, heyecanla tam yanında oturan kadına dönüp “Biliyor musunuz? Her nefes alışverişimde onlarca insan ölüyor” demiş.
“Hadi ya?” diye cevap vermiş kadın korkuyla ve biraz sağa kayıp uzaklaşarak, “Mentolle, karbonatla gargara yapmayı falan deneseniz? ”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları