Grip aşısı olanlar daha mı avantajlı?
Can Ataklı: Fırsat bulmuşken kendi aramızda çok konuştuğumuz ama net bir sonuca ulaşamadığımız bir konuyu gündeme getirmek istiyorum.
BUNU YAZMAK GEREK
“Tanrı” yazarın anlamadığı şu: İkide bir “Burası Müslüman ülke, ona göre” diyen sizsiniz!
Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü ve yazarı Ahmet Hakan Show TV ana haber sunucusu Ece Üner’le garip biçimde kavga ediyor.
Ece Üner geçen haftaki bir yayınında koronavirüs nedeniyle ortaya çıkan fırsatçılar için ağır sözler söyledi.
Üner, “Şimdi namuslu esnafa hiçbir lafımız sözümüz yok ama virüs mü, fırsatçılar mı daha hızlı yayılıyor bilemedik. Korona geliyor, maske fiyatı 5 katına çıkıyor. Dezenfektan bilmem kaç katına çıkıyor. Makarna 3 katı fiyatına satılıyor. Deprem oluyor ev sahipleri kirayı 3 katına çıkarıyor. Ramazan oluyor yiyeceğe zam geliyor. Sorsan hepimiz Müslümanız ama gel gör ki namaz 5 vakit, ahlak 24 saat farz. İhbar edin. İhbar edin, bu bizim vatandaşlık sorumluluğumuz aynı zamanda” dedi.
Ece Üner’in sözleri nedense Ahmet Hakan’ı çok rahatsız etti.
Kendini “yazarların tanrısı” gibi görerek iktidarı eleştiren ya da rahatsız eden herkese ayar veren Ahmet Hakan Show TV ana haber sunucusuna da ayar veren bir yazı yazdı.
Hakan şöyle dedi;
“Namaz kıldığı halde ahlaksızlık yapanlar var, doğru! Dinin ahlak boyutunu bir tarafa bırakıp sadece şekle abananlar var, doğru! Namaza niyaza odaklanıp yalana dolana sarılanlar var, doğru! Bir dinleri olduğu için ahlaka gerek duymayanlar var, doğru!
Bunların hepsi doğru ama benim anlamadığım husus şu:
“Namaz kılıyorsunuz ama asıl ahlaklı olmanız lazım” diyerek korona fırsatçılarına laf sokan Ece Üner’in elinde…
Fırsatçıların günde beş vakit namaz kıldıklarına dair bir veri mi var? Ne yani?
Hem fırsatçılık yapıp hem de namazdan niyazdan uzak olmak söz konusu olamaz mı?
O korona fırsatçısı sahtekarların, dinden diyanetten uzak kimseler olma ihtimali yok mu?
Bizdeki seküler kesimlerde… Öteden beri…
Ahlaksızlık yapanların, sahtekarlık yapanların, fırsatçılık yapanların alayının namazında niyazında insanlar olduğu yönünde…
İnsaftan, vicdandan, terbiyeden ve ahlaktan yoksun çok yerleşik bir önyargı vardır.
O çirkin önyargı, galiba Ece Üner’de de var biraz.
Ne hazin! Ne ayıp! Ne kötü!”
Ece Üner, Ahmet Hakan’ın bu yazısına cevap vermekte gecikmedi.
Sosyal paylaşım sitesi Twitter’dan eleştirilere yanıt veren Üner şu ifadeleri kullandı:
“Beni anlayanlara gönülden büyük teşekkür. Zira söylediklerimden “namaz kılmak kötüdür” ya da ‘fırsatçılar namaz kılanlardır’ gibi bir sonuç çıkartmak olağanüstü bir çaba ve ‘meziyet’ ister. Bu ‘meziyet’i gösterebilen sayılı insana da cevabım; ‘Anlamak’ yalnızca bir ‘idrak’ sorunu değildir; tersine çoğu kez bir ‘niyet’ hatta bir ‘ahlak’ sorunudur”
Ayar verdiklerinden cevap almaya pek alışık olmayan “tanrı yazar” köşesinde bir yazı daha döşendi.
Bu kez dedi ki;
“Müslümanlık iddialarını en vurgulu şekilde ortaya koyan tipler arasında, Müslümanlığın gerektirdiği ahlaka uymayan çok ahlaksız var memleketimizde. Burada herkesle anlaşırım. Burada hiçbir sorun yok. Sorun şurada:
Her fırsatçıyı, her sahtekarı, her ahlaksızı… Müslümanlığına sürekli vurgu yapan, namazında niyazında kimseler olarak görüp kodlamakta…
Söyledim, yine söylüyorum:
Nereden biliyoruz kardeşim o sahtekarların dinle diyanetle, namazla niyazla bir alakaları olduğunu?
Adamlar belki de dinle diyanetle, namazla niyazla hiçbir ilişki kurmuyorlar.
Tutup da bu tür adamlara…
‘Namaz beş vakit farzdır, ahlak ise 24 saat farzdır ey vurguncu’ falan diye ekrandan vaaz etmek de neyin nesidir?”
Dikkat ederseniz Ahmet Hakan, Ece Üner’in bütün açıklayıcı cümlelerine rağmen, konuyu “seküler” (ne demekse) kesimin her fırsatta “inançlı insanları aşağıladığı” spekülasyonuna getiriyor.
Oysa böyle bir şey yok elbette.
Bu dinci kesimin başı sıkıştığında hemen başvurduğu bir yöntem.
Ahmet Hakan’a şunu söylemek isterim; Elbette bütün sahtekarlar, hırsızlar dini bütün alnı secdeden kalkmayan inançlı insanlardan çıkmıyor.
Ancak dinci kesim her fırsatta “Burası Müslüman ülke, herkes buna göre davranmalı” diyor diyebiliyor. Bunu bir baskı aracı olarak kullanmaktan çekinmiyor.
O zaman olumsuz durumlarda bu dinci kesime bunu hatırlatmak neden Müslümanları küçümsemek olsun?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Kibir yeni İBB’yi de sarıyor galiba
Geçen hafta İstanbul’un en hareketli yerlerinden Etiler Akmerkez önündeki caddeye boydan boya yapılan demir korkulukları yazmıştım.
750 metreden fazla bir bölümü araya hiç yaya geçidi yapmadan demir korkuluklarla kapamanın mantıksızlığını anlatmıştım.
Üstüne “Bu iş sanki bir müteahhide avanta iş çıkarma gibi algılanabilir” de demiştim.
Yazının çıktığı gün İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı’ndan bir mesaj geldi. Mesajda aynen şu yazıyordu;
Sayın Can Ataklı; Korkusuz Gazetesi’nde 11 Mart 2020 tarihinde ‘Koca caddeyi hangi akla hizmet demir bariyerlerle kapattınız?’ başlığıyla yayınlanan yazınızla ilgili aşağıdaki bilgileri paylaşmak isteriz.
Nispetiye Caddesi üzerinde bulunan metro çıkışından gelen yolcuların, yaklaşık 100 metre mesafedeki sinyalize yaya geçidini kullanmadıkları ve tehlikeli bir şekilde yolun karşısına geçtikleri tespit edilmiştir.
Beşiktaş Belediyesi, bu tehlikeli durumun ortadan kalması için İBB’ye talepte bulunmuştur. Yapılan incelemede, gerek metro çıkışı, gerekse otobüs duraklarının her iki yanında tehlike oluşturan geçişi engellemek için yola yaya korkuluğu konulmuştur.
Sayın Ataklı, ilginize teşekkür eder, iyi çalışmalar dileriz.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Basın Danışmanlığı.
Benim yazımı teyit ederek güya cevap yazmışlar.
AKP döneminin kibri bu belediyeyi de sardı anlaşılan.
Kendini herkesten üstte görme alışkanlığı ile ya hiç cevap vermeme ya da karşısındakine aptal muamelesi yaparak güya cevap vermiş gibi görünme alışkanlığı kimseyi bir yere götürmez.
Yazımda otobüsten veya metrodan çıkan birinin karşıya geçemediğini yazıyorum.
Ayrıca o yol Akmerkez yapıldığından yani 35 yıldan beri öyleydi.
Muhtemelen okuldan çıkan çocukların veya diğer yayaların karşıdan karşıya geçmek isterken geniş bir alana yayılmaları tehlike saçıyordu.
Ama bunun çaresi tüm yolu geçilmez hale getirmek değildir herhalde.
O halde daha sert sorayım; Hangi müteahhit arkadaşınıza buradan küçük bir avanta çıkardınız?
Belki bu soruyu okuyunca ne yazdığımı anlayıp ona göre cevap verirler.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Grip aşısı olanlar daha mı avantajlı?
Şu sıralar en çok konuştuğumuz konu koronavirüs doğal olarak.
Tüm dünya ile birlikte bu illete karşı neler yapılabileceği konusunda çaba harcanırken öncelik hastalıktan korunma yollarının iyi anlatılmasına veriliyor.
Fırsat bulmuşken kendi aramızda çok konuştuğumuz ama net bir sonuca ulaşamadığımız bir konuyu gündeme getirmek istiyorum.
Her yıl sonbahardan kışa geçerken “Grip aşısı oldun mu?” sorusu ile karşılaşıyoruz.
Tıbbi adını bilemem elbette biz halk olarak aramızda grip aşısı diyoruz.
Peki bu aşı iyi bir şey mi?
Gerçekten bizi gripten koruyor mu?
Bu konudaki iddialar çeşitli.
Kimine göre hiçbir etkisi olmadığı gibi gribe yakalanma riskini bile artırıyor.
Kimi ise “Çok yararlı, grip aşısı olan kendini kurtarıyor” görüşünde.
Bazıları her yıl aşı olunmasını gereksiz bulurken, bazıları aşının her yıl tekrarlanması gerektiğini anlatıyor.
Tabii bu “bazıları” dediğim sıradan insanlar değil, tıp ilmiyle uğraşanlar.
Şimdi gelelim en can alıcı soruya.
Yıllardır tartışılan grip aşısı korona sayesinde aklandı mı, yoksa bir işe yaramadığı mı çıktı ortaya?
Şu soruyu sormak istiyorum; Bizde ve dünyada koronavirüse yakalananlar arasında grip aşısı yaptırmış olanlar var mı, varsa oran ne kadar?
Aynı yerde bulunup hastalığa yakalanmayanların çoğunluğu grip aşısı olmuş olanlar ise bu aşı kendini kurtarmış demektir.
Tersi ise, yıllardır bize boşu boşuna grip aşısı tavsiye edilmiş demektir.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
DEVA adı tutmaz gibi geliyor bana
Siyasi partiler, isimlerinin kısaltmasını ismi oluşturan kelimelerin ilk harflerinden yaparlar.
Geçmişe gidelim.
Cumhuriyet Halk Partisi, CHP olarak anılır.
Demokrat Parti için kısaca DP denirdi.
Millet Partisi MP, Adalet Partisi AP, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi CKMP, Milliyetçi Hareket Partisi MHP olarak anılır.
Bunun ilk istisnası 12 Eylül’den sonra kurulan Anavatan Partisi’nde oldu.
Normalde Anavatan Partisi’nin kısaltması AP olacaktı. Ama darbe yönetimi eski siyasi partilerin isimlerini anımsatan isimlere ve kısaltmalara izin vermiyordu o sıralar.
Bu durumda partinin adı Ana Vatan Partisi yani ANP olacaktı. Turgut Özal ANP demenin zor olacağını bu nedenle parti adı kısaltmasının ANAP olarak kullanılacağını açıkladı ve bunu tescil ettirdi.
ANAP’tan sonra kısaltılmış adını tescil ettiren ikinci parti Adalet ve Kalkınma Partisi oldu.
Bu partinin kısaltması aslında AKP.
Ancak Erdoğan, kurdukları partinin temizliğini anlatmak ve bu konuda bir psikolojik üstünlük sağlamak için AKP değil, Ak Parti olarak anılmalarına karar verdi.
Buna karşı muhaliflerin çok büyük bir bölümü Ak Parti yerine AKP’yi kullanıyor.
Babacan’ın partisinin kısaltması da aslında DAP.
Kelime oyunu yaparak aradaki ve bağlacını da parti adına ekliyorlar ve “DEVA” diyorlar.
Deva, yani çare, ilaç anlamında.
Burada da psikolojik bir etki düşünülmüş besbelli.
Ancak bana göre tutması pek kolay değil.
Çünkü kalın sesli harfle bitmesi söylenme zorluğu getiriyor.
Bir süre sonra Deva yerine DAP kullanılmaya başlanması şaşırtıcı olmaz gibi geliyor bana.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları