Can Ataklı; Cumhurbaşkanı'nın başdanışmanlarından Şeref Malkoç çıktı 'darbelere karşı halkın direnişini güçlendirmek için silah ruhsatı verme işlemlerini kolaylaştıracağız' dedi.
Bİ SORALIM BAKALIM
RUS UÇAĞINI VURAN PİLOT TUTUKLANDI NE OLACAK ŞİMDİ?
O ne hiddetle söylenmiş sözlerdi öyle değil mi? Başbakan Davutoğlu “Emri ben verdim” diyordu.
Bir Rus uçağı hava sahamızı taciz etmişti. Gerçi tacizin süresi sadece 17 saniye idi ama Türkiye büyük devletti, zamanında angajman kurallarını açıklamıştı, ister 17 saniye ister bir saniye fark etmezdi, vururduk.
Dünyaya karşı “dik duruşumuzu” böyle ilan ediyorduk.
Başbakan “emri verdiğini” söylerken Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Yine yaparlarsa yine vururuz” açıklamasıyla nasıl “dik durduğunu” dünyaya gösteriyordu.
Oysa kısa bir süre sonra ortalığı dedikodular sarmaya başlamıştı.
Türk Hava Kuvvetleri Fethullahçı çetelerin yuvalanma odağı gibi idi.
Özellikle F-16 pilotlarının yarıdan fazlasının Fethullahçı olduğu söyleniyordu.
Sonunda haber bomba gibi patladı. Rus uçağını vuran pilot Fethullahçıydı.
Olabilirdi de, asıl bomba bu pilotun “Rus uçağını kasıtlı olarak düşürdüğü” haberiydi.
Fethullahçı çete Türkiye'yi Rusya ile müthiş bir gerginliğe sürüklemek için bu operasyonu yapmıştı.
Buraya kadar yazdıklarımı biliyorsunuz defalarca yazdım, ısrarla sordum. Ne iktidardan ne Genelkurmay'dan “tık” gelmedi.
Oysa biliyorlardı o işin aslını.
Sonunda Rus uçağının düşürülmesi operasyonuna katılan pilotlar da Fethullahçı çete mensubu olarak darbe girişimine katıldıkları için tutuklandılar.
Şimdi diyorum ki; eğer ilk günden bilinen bu gerçek üzerine gidilseydi bugüne gelmezdik.
Başbakan “emri ben verdim” diye güya Rusya'ya kafa tutan biri rolünü oynamak yerine “Türkiye'yi parçalamak, iktidarı kendi emellerine uygun biçimde kurmak isteyen bir çete, emrindeki bir pilota Rus uçağını düşürtmüştür. Biz bu pilotları hemen tutukladık. Hesabını soracağız. Rusya'dan, bizi de çok üzen bu alçak saldırı nedeniyle özür dileriz” deseydi Fethullahçı çete bugün kalkıştığı darbeye cesaret edemezdi.
Rusya ile ilişkilerimiz hiç bozulmazdı, hatta belki daha da iyiye giderdi.
Bu nedenle diyorum ki; “Bu iktidarın sorunu ülkeyi yönetememesidir. Popülizm yaparak, algı operasyonları ile kendine oy veren kitleleri ajite ederek bir halüsinasyon görmesine neden olan iktidar, yanıldık, aldatıldık bahanelerinin arkasına sığınarak bu gerçekten kaçamaz.”
Her skandalda, her zor durumda iktidarın ülkeyi nasıl yönetemediği acı bir biçimde ortaya çıkıyor.
Başkaları yapınca ben de kızıyorum, hani şu “Ben dememiş miydim” klişesi vardır ya. Ama ne yapayım ki Fethullahçı çeteler konusunda herhalde ağız dolusu “ben dememiş miydim” deme hakkını bana çok görmezsiniz.
Bu iktidarın bildikleri bu Fethullahçı belasını defedememelerinin bedelinin şu ana kadar kaç cana mal olduğunu ise düşünmek ve tekrarlamak bile istemiyorum.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
İDAM İÇİN “MİLLETİM NASIL İSTİYORSA” GEZİ'YE BİNA İÇİN “İSTESELER DE İSTEMESELER DE”
İktidarın demokrasi zihniyeti beni çok güldürüyor.
Ağızlarından demokrasi lafı hiç düşmüyor.
Ama “nedir demokrasi” diye sorarsanız alacağınız cevap “Allahuekber.”
(SIRASI GELMİŞKEN; demokrasi aşığı gibi görünen iktidar zihniyetindekilerden gelen saçma sapan, “Allahuekber seni neden rahatsız ediyor” sorusuna gerçekten çok öfkeleniyorum. Bu akılsızlara şunu söylemek isterim; Bu ülkede yaşayan bir Müslüman olarak kim bundan rahatsız olabilir. Ama demokrasiyi Allahuekber diyerek savunamazsınız. Demokrasi hukukla, özgürlüklerle, insan haklarıyla tanımlanır ve savunulur. Demokrasi için Allahuekber sloganları atmak sadece bilgisiz ve fanatik insanların kandırılmasına yarar. Bu arada Allahuekber sözünü duyduğumda gerçekten rahatsız olduğum yerler de var. Örneğin her atılan bombadan, her kesilen kafadan, her linçten sonra Allahuekber seslerinin yükselmesinden rahatsızlık duymayan varsa ona da şaşarım.)
Cumhurbaşkanı Erdoğan için en önemli kavram milletin iradesi.
Aldığı oy da herkesten fazla olduğu için milli irade kavramını kutsallaştırıp göklere çıkarıyor.
“Millet isterse yaparız, istemezse yapmayız” Erdoğan'ın en temel sloganı.
Bu “milletin iradesi, milletin arzusu” popülizmi idam cezasının istenmesiyle yeniden ortaya çıktı.
Erdoğan “milletim isterse tabii ki bakacağız” dedi önce. Sonra bir Amerikan televizyonuna verdiği demeçte “Meclis idamı getirirse tereddütsüz imzalarım” diye konuştu.
Öyle ya, idam milletin arzusu.
Aynı gün çıktı yine halkın karşısına ve bu kez Gezi Parkı'na Topçu Kışlası'nı yapacaklarını söyledi.
Az önce yaptığı konuşmayı unutarak bu kez “İsteseler de istemeseler de yapacağız” dedi üstelik.
Eee, nerde kaldı “milletin arzusu.”
Demek ki neymiş; Erdoğan'ın “milletin arzusu” dediği şey aslında kendi arzusuymuş.
Böyle oluyor yeni Türkiye'de demokratlık.
BUNU YAZMAK GEREK
İDAM OLSAYDI ŞU ANA KADAR BİRÇOK GENERAL ASILMIŞTI
Cumhurbaşkanı “milletim istiyorsa” diyerek idam cezasının yeniden getirilebileceğini söyledi.
Başbakan durur mu, “milletimiz istiyorsa tabii olacak” dedi.
Ancak idam cezasının geri getirilmesi sadece bir yasa konusu değil, anayasa maddesinin değiştirilmesi gerekiyor.
Yani tek kalemde geçebilmesi için 367 gerekli.
Şimdi burada da oyun var. Saray “milletin parasıyla alınan silahlarla millete ateş eden hainleri asmayıp besleyecek miyiz?” diyecek. Muhalefet idam cezasının getirilmesine karşı çıkarsa (ki çıkacaktır) “İşte görüyorsunuz hain Fethullahçıların destekçileri kimlermiş görün” diye ortalığı birbirine katacak.
Burayı geçelim.
İdam cezası artık gelişmiş demokratik ülkelerin hiç birinde yok. Amerika'da birkaç eyalet dışında kalmadı. İslam ülkelerinde ve gelişmemiş ülkelerde idam var.
Türkiye'de de 1999 yılına kadar vardı. Hem Avrupa Birliği üyeliği için hem de artık bu cezanın çağdışı kaldığına inandığımız için idamı kaldırdık.
İdam cezasına hep karşı çıktım. Temel iki gerekçem var çünkü;
İdam, yani ölüm gerçekten ceza mı? Ölümden sonrasını bilmiyoruz. O halde cezanın hepimizin önünde çekilmesi gerek.
İdam geri dönüşü olmayan bir karar. Bütün deliller aleyhine olan birini idam edersiniz bir süre sonra iftiraya uğradığı ortaya çıksa, masumluğu anlaşılsa bile olan olmuştur, geri getiremezsiniz.
Bakın bunun en güzel kanıtı Ergenekon ve Balyoz davaları.
Bu davalarda ağırlaştırılmış müebbet hapis alanlar eski yasaya göre idama mahkum olmuşlardı. O günlerin ortamında bu cezaların infazı yapılabilirdi.
Oysa bir süre sonra her şeyin düzmece olduğu ortaya çıktı.
Assaydık onca insanı ne olacaktı?
ŞAŞIRDIM
HALKA SİLAH DAĞITIRSANIZ NE OLUR FARKINDA MISINIZ?
Cumhurbaşkanı'nın başdanışmanlarından Şeref Malkoç çıktı “darbelere karşı halkın direnişini güçlendirmek için silah ruhsatı verme işlemlerini kolaylaştıracağız” dedi.
Anlamı şu; Silah ruhsatı almak çok kolaylaşacak. Böylece pek çok kişi evine silah alabilecek.
Daha da Türkçesi “iktidar halkı silahlandırmayı planlıyor.”
Neden?
Darbe girişimlerine karşı halkın daha etkili olabilmesi için.
İyi güzel de, danışman kardeşim Türk Milleti destan yazarak bir daha darbe olmayacak biçimde darbeyi bastırmadı mı?
Nereden çıkarıyorsunuz “darbe olacağını” da halkı silahlandırmaya çalışıyorsunuz.
Ayrıca şunu da söylemek gerekir. 15 Temmuz gecesi eğer darbeye kalkışan Fethullahçı çete durdurulduysa, karşısına silahsız halk çıktığı için başarıya ulaşıldı.
Birkaç meczup Fethullahçı dışında halka diret ateş açamadı kimse.
Ama halk silahlı olsa ve ateş açsa, o zaman darbeciler de tereddütsüz ateş edeceklerdir. Bu durumda atış gücü daha yüksek olan darbecilerin büyük bir katliama neden olması kaçınılmazdı.
Bunu herhalde o danışman bey de biliyordur. O halde mesele başka; “halkı silahlandırmak iç savaş beklentisinin de göstergesidir.”
ÜZÜLDÜM
ASKERLER KIŞLADAN AİLELERİ LOJMANLARDAN ÇIKAMIYOR
Darbe bastırıldı bastırılmasına ama yaratılan popülist ortamda sözde “demokrasi şöleni” tam gaz gidiyor.
Herhalde darbecilerin gündüz bir şey yapamayacağına inandıklarından geceleri “demokrasi nöbeti” tutuluyor.
Devlet kurumları ve AKPli belediyeler “istersen gelme” tehditli tamimlerle personellerini gece meydanlara çağırıyor. İyi kötü kalabalık da yok değil, onu da inkar etmeyeyim.
Bu arada “demokrasi şöleni” çerçevesinde askeri bulunduğu kışla, üs, tesis ya da binalara hapsetme eylemleri de sürüyor.
Bütün askeri yerlerin önlerinde kamyonlar, iş makineleri, itfaiye araçlarından oluşan barikatlar var.
“Demokrasi şöleni” yapanlar bununla da yetinmemiş subay astsubay ailelerinin oturduğu lojmanların önüne de barikatlar kurmuşlar.
Tamam, darbeye karşı tepkimizi gösterelim ama bunun giderek onur kırıcı hale gelmesinin kimseye faydası olmadığı da ortada.
KOMİK
ÖNCE OLMAYANLARIN OLMADIĞINI BİLMİYORLARDI ŞİMDİ OLANLARIN OLDUĞUNU BİLMİYORLARMIŞ
Türkiye'deki yönetim zafiyeti nedeniyle çok komik bir ülke haline geldik.
Şu geçirdiğimiz son 6-7 yıla bir bakar mısınız?
Ergenekon, Balyoz, Odatv, Fuhuş, Casusluk davalarıyla boğuştuk.
Sonra bunu yapan Fethullahçı çetelerin binbir tezgahı ile karşılaştık.
Sonunda iş geldi darbeye kadar dayandı.
Peki bu süreçte ülkeyi kim yönetiyordu?
AKP. Demek ki sorumluluk onda ve onun yetki verdiği devlet görevlilerinde.
Dünkü gazetelerde eski Genelkurmay başkanı Necdet Özel'le yapılmış röportajlar vardı.
Eski paşa cemaatçi çete için “kendilerini çok iyi saklamışlar” diyor.
Ne kadar kolay işin içinden sıyrılmak değil mi?
Dün Mili Eğitim'de 15200 başbakanlıkta 200'ün üzerinde çalışan, Diyanet'te 400 küsur din görevlisini cemaatçi olduğu için açığa aldı. Birçok devlet kurumunda durum aynı. YÖK'te 1577 dekanın istifasını istedi. Belli ki her yerde sürecek.
Bir anda mı öğrendiler gerçeği?
Hayır, biliyorlardı.
Ama garip bir oyun oynandı ülkemizde ve oynanmaya da devam ediyor.
Ergenekon, Balyoz olayları çıktığında ülkemizi yönetenler “darbeci olmadığının olmadığını bilmiyorlardı.” Fethullahçı çetenin “var” demesine kanmışlar ve binlerce insanı mahvetmişlerdi.
Şimdi ise Fethullahçı olanların olduğunu bilmiyorlarmış.
Can Ataklı - Korkusuz