İETT sanki İmamoğlu’nu sabote etmeye çalışıyor
Can Ataklı: İstanbul Belediyesi’nin AKP’den CHP’ye geçtiği günden bu yana vatandaşlardan bazı şikayetler alıyorum.
DEDİKODU
Washington için sarayın iki adamı birden yarışta
Başta damat Berat Albayrak olmak üzere pek çok bakanın değişeceğine ilişkin dünkü yazım hayli ilgi gördü.
Birçok internet sitesi, gazeteler ve televizyonlar alıntı yaptılar.
Birçok arayan da oldu.
Tabii nezaketsizlikten değil ama lafa nasıl gireceklerini bilmediklerinden olacak, “Doğru mu bu yazdıkların?” diye sordular genellikle.
Doğru olmadığına inansam niye yazayım?
Gerçi hükümet değişikliği ile ilgili ilk kez dedikodu çıkmıyor ama çoğunda ya Erdoğan son dakikada vazgeçti ya da duyulmasından rahatsızlık duyarak, “Birileri istiyor diye hükümet değiştirecek halim yok” diyerek erteledi.
Ancak bu kez dedikodular çok büyüdü. Aslına bakarsanız saraya yakın gazeteciler de bakanların değişeceğini yazıyorlar da sızıntı üstlerine kalmasın diye kenarından dolaşmayı tercih ediyorlar.
Dünkü yazıdan sonra durumu AKP cephesinden doğrulayan da pek çok görüşme yaptım.
Bir kere herkes şunda hemfikir; “Bakanların dışarıdan getirilmesi, örgütten kopuk olmaları, parti içinde sıkıntı yaratıyor. AKP’liler ulaşabilecekleri ve kendilerine yakın buldukları kişilerin bakan olmasını istiyor.”
Son kamuoyu araştırmalarına bakan Erdoğan’ın da partideki erime nedeniyle bu görüşe artık soğuk bakmadığı söyleniyor.
Bugün de sizlere uzaklardan Amerika’dan bir dostumdan aldığım bilgiyi aktarmak istiyorum.
Beyaz Saray’la da ilişkileri olan bu dostum, konumu gereği AKP’nin üst düzey yöneticileriyle de sıkça görüşüyor.
Hafta sonunda aradı.
“Buraya gelen heyet sayısında hayli artış oldu” dedi.
Bu doğal. Özellikle Suriye krizi, Rusya ile ilişkiler, S-400’ler ve F-35’ler olayları göz önünde bulundurulduğunda çok sık ziyaretler yapılması şaşırtıcı değil.
Ayrıca çok sayıda Amerikan heyeti de Ankara’da. Dostum, “Tabii bunlar doğru da, başta büyükelçilik olmak üzere şu sıralar herkes ay sonundaki Birleşmiş Milletler toplantısı sırasında Erdoğan-Trump görüşmesini sağlamak için çalışıyor” dedi.
Biliyorsunuz Erdoğan, güvenli bölge konusunda Amerika’ya üç hafta süre verdi.
Bu süre Birleşmiş Milletler toplantısına denk geliyor.
Demek ki Trump’la bu sırada bir görüşme bekliyor ki zaten bu konuda kamuoyunda da bir beklenti oluştu.
Yani ay sonu Erdoğan-Trump görüşmesinin olabilmesi için her türlü fedakarlık yapılacak.
Amerika’daki dostum, “Bunların ötesinde bir de Washington Büyükelçiliği için başlayan bir yarış var, kokusu buralara kadar geldi” diye ilginç bir şey söyledi.
Merakla, “Nedir?” diye sordum haliyle.
Dostum, “Büyükelçi Serdar Kılıç belki iyi biri ama son derece yetersiz. Çünkü sarayın hakimiyeti çok ağır, elinden hiçbir şey gelmiyor, gerçi kendisi de pek istekli değil” dedikten sonra ekledi, “Görevi bir süre sonra bitecek, yerine kim gelmek istiyor biliyor musun?”
Nereden bileceğim, tabii ki bilmiyorum. “İki isim var” dedi; “Biri İbrahim Kalın, diğeri de MİT Müsteşarı Hakan Fidan.”
Ama her iki ismi duyunca da çok şaşırdım.
Çünkü, sarayın en güçlü adamı olarak bilinen, Erdoğan adına yetki bile kullanabilen, bakan olmadığı halde bakanlar kurulunun sözcülüğünü yapan İbrahim Kalın, neden bu büyük gücü bıraksın da Washington’a gitmek istesin.
Aynı şekilde Erdoğan’ın sağ kolu gibi çalışan, yanından hiç ayırmadığı Hakan Fidan neden yurt dışına gitmek ister?
Benim yorumum şu: İktidarın çok zora girdiğini biliyorlar. Bir an önce kendilerini dışarı atıp uzaklaşmak istiyorlar. Faciaya dışarıda yakalandıklarında hiç dönmeme ya da kendilerini kurtarma şansları olabileceğini düşünüyorlar.
UYARI
İETT sanki İmamoğlu’nu sabote etmeye çalışıyor
İstanbul Belediyesi’nin AKP’den CHP’ye geçtiği günden bu yana vatandaşlardan bazı şikayetler alıyorum.
Şikayetler yeni yönetimle ilgili değil. Çünkü herkes biliyor ki, başkanın değişmesiyle bir gün içinde bütün belediye değişmedi, değişemez.
Bu nedenle şikayetler ,“Başkana sabotaj yapılıyor, bazı aksaklıklar kasıtlı” şeklinde.
En çok şikayet de İETT’den geliyor. Vatandaş, otobüs seferlerinin yavaşlatıldığını, şoförlerin bazı duraklarda durmadığını, otobüslerin klimalarının çalışmadığını, birçok otobüsün anons sisteminin bozuk olduğunu söylüyorlar.
Açıkçası benim gözlemim de bu yönde.
Bakın salı günü bir saat içinde tanık olduğum üç olayı anlatayım.
BİR: Saat 13.30 sıralarında Tele1’den çıktım, Sanayi Mahallesi durağına geldim, merdivenlerden inerken mor renkli, plakasının son rakamları 1229 olan otobüs durağa yanaşıyordu. Koşmaya başladım, ön kapı hizasına geldiğimde şoför gördüğü halde kapıyı açmadan gazladı gitti.
İKİ: Metrobüs Zincirlikuyu merkezinde karşı yakaya geçmek için beklemeye başladım. 6 dakika hiç otobüs gelmedi. Durak hıncahınç doldu. Yukarıdan kamera ile durum görüldüğü halde, boş otobüs göndermediler. Sonunda Avcılar’dan gelen 3 otobüs arka arkaya dizildi, hepsi dolu olduğu için o kalabalık birbirini ezerek doluşmaya çalıştı.
ÜÇ: Köprü ayağında genç bir kadın, Ümraniye Devlet Hastanesi’ne gideceğini söyledi. Bu duraktan geçmediğini, Üsküdar’dan gelen 15-B otobüsü için aşağıdaki durağa yürümesini söylediler. Ben de aynı yere yürüyordum. Durağa 10 metre kala, 15-B hat otobüsü duraktan tam hareket etmek üzereydi. Genç kadın, telaşla el sallayarak koşmaya başladı ama otobüs üç saniye bile durmadan çekip gitti.
Elbette hepsi tesadüf olabilir veya ilgililer birer bahane bulabilir.
Buna karşı yine de “Bir tür intikam mı alıyorlar?” sorusunun zihnimde oluşmasını engelleyemiyor.
İmamoğlu’nun bilgisine.
BUNU YAZMAK GEREK
Bu hatları kullanmazsanız, trafikte boğulmayı hak edersiniz
Hafta başında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Maslak kampusuna gitmiştim ya, o gün kendi arabamı almıştım. İşim bitip çıktığımda karşıya geçmek için İTÜ’ye çok yakın olan İstinye-Çubuklu feribot hattını kullanmaya karar verdim. Kendi kendime “İnşallah çok sıra yoktur, ilk vapurla bir çırpıda karşıya geçerim” diye düşündüm.
İTÜ’den 5 dakikada İstinye’ye indim, hiç sıra yoktu, sevindim ama feribota bindiğimde ne gördüm. Benimkiyle birlikte sadece üç araç vardı içerde. Sonra bir de koca kamyon geldi. Aslında kurala göre, o büyüklükteki araçlar alınmıyor ama muhtemelen belediyenin hizmet aracıydı.
Bu hat belki akşamüzerleri daha yoğunlaşıyordur ama gün içinde bu kadar boş olması akıl alacak şey değil. Feribot hareket ettikten sonra bomboş alana bakarken şunu düşündüm; “İstanbul trafiği hepimizi çıldırtıyor, bu doğru. Ancak küçük de olsa nefes aldıracak önlemler de var. Bunlardan biri İstinye-Çubuklu hattı. Eğer İstanbullular bu hatları kullanmazlarsa trafik içinde boğulmayı da hak ediyorlar demektir.”
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
O anneler, iktidara dönüp “Çocuklarımızı öldürmeyin” deseler cevabınız var mı?
Diyarbakır’da evlatlarını dağdan kurtarmaya çabalayan annelerin mücadelesini dün de yazmıştım.
Ancak bu eylemin iktidar destekli olduğunu, iktidarın kendi işini yapmak yerine anneleri istismar ettiğini de belirtmiştim.
Nitekim iktidar, bu konuda bir çaba harcamak yerine eylemi büyütmeyi, bununla birlikte toplumun her kesimini de germeye çalışıyor.
Yandaş tetikçi medya, “Kim annelerin yanında, kim henüz sessiz” kampanyaları ile adeta cadı avında.
Annelerin acısını elbette biliyoruz.
Ancak bugün bu eylemi istismar etmeye çalışan iktidar ve yandaşlarına küçük bir hatırlatmada bulunmak istiyorum.
Hemen her gece ya AKP Genel Başkanı, ya İçişleri Bakanı, ya Milli Savunma Bakanı ya da Genelkurmay, “öldürülen terörist sayısını” açıklıyor.
Bu teröristlerin nasıl öldürüldüğünü bilmiyoruz.
Ama anladığımız kadarıyla örneğin bir mağara bombalanıyor veya bir konvoya havadan ateş açılıyor ve teröristler etkisiz hale getiriliyor. Belki o öldürülen teröristler arasında, o annelerden birinin de çocuğu var, bunu biliyor musunuz?
Etkisiz hale getirildiği ilan edilen teröristler arasında, PKK’nın kaçırdığı çocuklar da olabilir.
Bu ayrıntıyı kimse bilmediği gibi, kimse merak da etmiyor.
Sadece sayıya bakıyor ve “Gebersinler, leşlerini de köpeklere yedirsinler” türü ilkel duyguları ortaya çıkaranları görüyoruz.
Sonuç olarak şunu söyleyeyim: Acılı anneleri istismar etmenin sonuçlarını hesaplamak kolay değildir. O silah bir gün, bir anda ters de tepebilir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Büyükşehir belediye başkanlarının saraya davet edilmesi hakarettir
Cumhurbaşkanı, bugün için 30 büyükşehir belediye başkanını saraya davet etmiş.
Amaç bu şehirlerin sorunlarını en üst düzey yöneticilerden dinlemekmiş.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, bu daveti çok yerinde bulmuş ve “Güzel” demiş “Cumhurbaşkanı’nın sorunları dinlemesi iyi bir şey.”
Ardından, İstanbul Başkanı da benzer bir açıklama yaparak davete çok sevindiğini söyledi.. Diğer başkanların da katılacağı belli oldu.
Peki bir soralım bakalım;
Erdoğan bütün iyi niyetiyle 30 büyükşehrin sorunlarını mı dinlemek ve bunlara destek olmak mı istiyor?
Böyle düşünmek bana çok saflık gibi geliyor.
Bana göre, böyle bir davet özellikle muhalif belediye başkanlarına karşı müthiş bir hakaret.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu seçildikten çok kısa bir süre sonra saraya başvurarak randevu istedi.
Ancak saray, “Sayın Cumhurbaşkanımız bu tür bireysel isteklere cevap veremeyecek kadar yoğun, bu nedenle daha önceleri olduğu gibi yine toplu kabuller yapacaktır” cevabını verdi.
Düşünebiliyor musunuz, nüfusu ve ekonomik gücü birçok devletten bile fazla olan İstanbul’un Belediye Başkanı randevu istiyor, randevu verilmediği gibi “Yok öyle tek başına gelmek, topluca davet edildiğinde gelirsin” deniyor.
Bana göre, muhalif partilerden seçilen büyükşehir belediye başkanları bu davete katılmamalı.
Ama katılacaklar.
Sorunlarını anlatacaklarını ve buna çare bulacaklarını sanıyorlar.
Belki de “Aman biz iyi çocuk olalım, sorun çıkaran imajı yaratmayalım” diye düşünüyorlardır.
Tabii onca terörist suçlamaları, oyları çaldılar ithamları, zillet, illet hakaretleri herkesin içine sinmiş olmalı.
Ama bunlar geçti gitti, artık zorlamayalım ama tek bir şey soracağım;
Erdoğan, İstanbul’a bazı konularda yardım edeceği sözünü verdikten sonra, çıkışta kulağına eğilip de “Şu bizim çocukların parasını kesmişsin, aman bunu yapma” dese İmamoğlu ne yapacaktır?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları