İki yıl önce kananlar şimdi de kanacaklar
Can Ataklı: Bildiğimiz şey şu ki; başı sıkışan ülkeler dünya finansının merkezi olarak bilinen Londra’ya giderek uluslararası kuruluşlardan aldıkları talimatları yerine getirirler.
DEDİKODU
DOKUNULMAZLIK ZIRHI İLE SIYRILMAYI PLANLIYORLAR
Aday listeleri belirlendi.
İlk günden beri çok dikkatimi çeken bir noktayı sizlerle paylaşıyorum biliyorsunuz; Bütün partilerin en önemli isimleri milletvekili adayı olarak tescillendi.
Buna başka bir açıdan bakalım; hiçbir parti hükümete girecek isimleri belirlemediği gibi işaret de etmedi.
Demek ki hiçbir parti kazanmayı çok da garanti görmüyor.
Partiler görmediği gibi kişiler de görmüyor ve “olması meçhul” hükümet üyeliği yerine “garanti” olan milletvekilliğini tercih ediyor.
CHP ve İyi Parti’yi anlamak daha kolay. Çünkü en azından bu iki partiden birinin adayı seçimi kazansa bile ortak ve geçici bir hükümet kurulacak. Bu hükümette yer alıp ne kadar bakanlık yapacağını bilmemek yerine garanti olan milletvekilliğini tercih etmek anlaşılır bir durum.
Oysa AKP’nin durumu farklı. Bir kere hepsi seçimi daha ilk turda kazanacaklarını söylüyor.
Öyle söylüyorlar ama tutum ve davranışları tam tersini gösteriyor.
Dikkat ederseniz cumhurbaşkanlığı seçiminden çok Meclis seçimini konuşuyor ve yazıyorlar.
Neymiş; “parlamento seçimleri çok önemliymiş, ağırlık ve güç artık parlamentoda olacakmış; bu nedenle AKP’nin Meclis’te mutlaka salt çoğunluğu yakalaması gerekiyormuş, zaten Erdoğan da bunu bildiği için en güçlü isimleri Meclis’e aday göstermiş.”
Bu kesime göre hükümette olmak değil parlamentoda olmak önemliymiş.
Yersek artık.
Bunlar şimdi ima yoluyla diyorlar ki “Erdoğan bütün iyi isimlerini Meclis’e sokuyor. Seçimden sonra duruma bakacak eğer sayısal çoğunluk bozulmayacaksa bazılarını bakan yapacak onların istifa etmeleri dengeyi bozmayacak.”
İyi bunu da yiyip sindirelim o zaman.
Buna karşı Ankara’da saraya yakın kaynaklarım aynı şeyi söylemiyor.
Daha önce söylediği hiçbir şey yanlış çıkmayan bir kaynağım “Seçim neredeyse kabus haline geldi” dedi. Sonra da ekledi “Erdoğan’ın seçileceğinden pek umutlu olmayanlar kendilerini meclise atmak için çırpındı.”
Aslına bakarsanız görüntü aynen bu.
Örneğin Erdoğan’ın en yakını olarak bilinen damat bey neden milletvekili adayı yine acaba?
Binali Yıldırım ve diğer 20 bakan niye “biz milletvekili değil bakan olmayı bekliyoruz” demediler?
Erdoğan mı onları zorladı yoksa onlar mı öncelikli tercih olarak milletvekilliğini seçtiler.
Saraya yakın kaynağım “İkisi de” dedi. Amaç dokunulmazlık zırhına kavuşmak. Çünkü seçimden sonra ne olacağını kimse bilmiyor.
AKP’nin önde gelen milletvekilleri belli ki olup olmayacağı kesin bilinmeyen bakanlıklar yerine dokunulmazlık zırhını tercih ediyor. Gerçi hükümet üyelerine de hesap sorulamadığı için bir tür dokunulmazlık zırhı var gibi görünüyor.
Buna karış AKP’liler “Meclis’te muhalefet 400’ü bile bulabilir, o zaman yanarız” korkusu taşıyor galiba.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
İKİ YIL ÖNCE KANANLAR ŞİMDİ DE KANACAKLAR
Dövizde tırmanışı durdurmak için Erdoğan’ın “ihanet” olarak nitelediği faiz silahına başvuruldu.
Önceleri Merkez Bankası’na faiz artırma izni vermeyen Erdoğan sonunda dayanamadı ve döviz fiyatlarını düşürmek için faizlerin yükseltilmesine karar verdi.
Bu yetecek mi? Henüz bilinmiyor.
Ama ekonomi heyetleri İngiltere’ye gidip geliyor.
Buralarda kendilerine neler söyleniyor şu anda bilmiyoruz.
Bildiğimiz şey şu ki; başı sıkışan ülkeler dünya finansının merkezi olarak bilinen Londra’ya giderek uluslararası kuruluşlardan aldıkları talimatları yerine getirirler.
Erdoğan da Londra gezisinden sonra faizleri yükseltmeye karar vermişti.
Yetmezse daha da fazla yükselteceğinden kimsenin kuşkusu olamaz.
Tabii bu yazdıklarımın halkla pek ilgisi yok. Üst düzey ekonomiyi ilgilendiren bir durum bu. Halka ise yine benzer propagandalar yapılmaya devam ediyor.
Örneğin Erdoğan, Erzurum’da “seçim startı” verirken vatandaşa “dövizinizi bozdurun Türk Lirası’na yatırın” çağrısı yaptı.
İki yıl önce de aynı çağrıyı yapmıştı. Döviz bozdurma kampanyası açtırmıştı.
Gariban vatandaş, Avrupa’da çalışan akrabalarından gelen ve genellikle kefen parası olarak sakladığı elindeki avucundaki 200-300 Euro’yu bozdurmuştu.
Dolar tekrar yükseldiğinde bu garibanlar paraları kaptırdıklarıyla kalmışlardı.
Şimdi aynı oyun yine oynanıyor. Elinde birkaç kuruş kalan garibanlar yine döviz bozdurmaya koşacaklar. Fiyat yine düşmeyecek tabii.
Yazık değil mi bu millete?
Gerçi bir türlü akıllanmayana da “müstahaklar ama” demek geçiyor içimden, yine de insanın vicdanı elvermiyor işte.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
ŞU HAİN LOBİ DÖVİZİ NASIL ARTIRIYOR?
Ekonominin berbat gittiği söyleniyor biliyorsunuz.
Suçlusu da “dış güçler” her zaman olduğu gibi.
Türkiye’yi kıskanıyorlar.
Türkiye ne zaman güçlü hale gelecek olsa hemen harekete geçiyorlar.
Bu kez Türkiye’yi ekonomik olarak yıkmaya çalışıyorlar.
Ama ben sade vatandaşım. Bakkal hesabından öte ekonomi de bilmiyorum. Bu nedenle anlamıyorum.
Sorum şu; “Bu hain dış güçler ne yapıyor da dolar fiyatı yükseliyor?”
Gözümün önüne gelmiyor bir türlü. Çünkü diyorlar ki “ulusalarası kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye aleyhine yayın yapıyor, dolar yükseliyor.”
Bir yere kadar anlıyorum. Aleyhimize konuşuyorlar. Sonra ne oluyor? Bu dolar dediğin şey kendi kendine mi fiyat artırıyor?
Bakkal hesabından bildiğim şu; Bir şeyin fiyatının artması için birinin fazla miktarda o maldan alması, malın azalması gerekir.
Demek ki birileri dolar alıyor. Böylelikle piyasadaki dolar azalıyor ve fiyatı artıyor.
Kim alıyor bu dolarları da fiyatı artıyor.
Dijital çağdayız. Her şey kayıtlı ve anında görülebiliyor. Demek ki devletimiz de kim dolar alıyor kim satıyor bunu bilmek durumunda.
O halde hayali düşmanlara saldırmak yerine şu doları alıp satanları açıklasalar ya.
Benim gibi sadece bakkal ekonomisinden anlayanlar da öğrenip ikna olsa.
Bİ SORALIM BAKALIM
LOZAN BELGESELİ HÂLÂ ORTADA YOK
Kendi kendime “balık hafızalı değiliz belki ama fikri takip de yok bizde” diye düşünüyorum.
AKP genel başkanı Erdoğan her gün en az 4-5 yerde konuşarak pek çok şey söylüyor.
Bunların kimi vaat, kimi tehdit, kimi aldatmaya yönelik propaganda, kimi algı yönetimi olarak çıkıyor karşımıza.
Bazen bazı sözler veriyor.
Sonra bunu tutup tutmadığına bakmıyoruz bile.
Zaten bu nedenle halkın yarıya yakını bir gün önce söyleneni çılgınca alkışladıktan sonra ertesi gün tam tersi söylendiğinde alkışlıyor.
Dün Beyberbeyi’nde oturup yağmur altındaki denize bakarken birden aklıma geldi.
Erdoğan durup dururken “Lozan kötüdür” tartışması açmıştı.
“Sahi, ne zamandı bu?” diye açıp baktım. 27 Ocak’ta yapmış bu açıklamasını.
Aynen şöyle demiş; “Şimdi Kılıçdaroğlu’na sorarsan Lozan’da kazandığımızı söyler. Ondan sonra da adaların faturasını AK Parti’ye kesmeye kalkar. Adaları siz verdiniz, siz. Sizin partinizin başında olanlar verdi ve şimdi tarihi dosyaları hazırlatıyorum ve o tarihi dosyaları, Lozan da dahil olmak üzere bunların önüne de milletime de bunları o belgelerle anlatacağız.”
Ocak ayından bu yana bekliyoruz Lozan belgelerini. CHP hangi arada hangi derede satmış bu adaları öğreneceğiz.
Hazır seçim de geliyor. Açıklasa ya Erdoğan şu Lozan belgelerini. İyi seçim malzemesi olmaz mı kendisi için?
Yoksa o belgeler de camiye ayakkabı ile girip bira içenlerin görüntüsü gibi bir şey mi?
YENİ ÖĞRENDİM
MARANKİ’NİN İŞE YARAR TARAFI DA OLDU
Yaptığı iç savaş çağrısı ile birden dikkatleri üzerine çeken Ahmet Maranki sanıyorum farkında olmadan Türkiye’de ciddi sorunlara yol açan bir konuya da dikkat çekilmesine neden oldu.
Maranki nereden aldığı bilinmeyen “profösörlük” unvanını “tıp doktoru” gibi sunarak televizyonlarda “yan etkisi olmayan bitkisel ilaçlar” pazarlıyordu.
Bu konuda Maranki tek başına değil elbette. Pek çok “uzman” ekranlarda sağlık konusunda ahkam kesiyor.
Özellikle “bitkisel” ve “yan etkisi olmayan” tanımları yan yana gelince halk da ister istemez buna inanıyor.
Çünkü şu biliniyor ki ilaç dediğimiz şeyin ana maddesi zaten doğadaki bitkiler.
O halde ilaç yerine bu bitkileri kullanmak çok daha akıllıca.
Ama öyle değil işte.
Nasıl ve hangi dozda kullanılacağını bilmiyorsanız bitkisel ürünler de çok ciddi hasarlar verebiliyor.
Örneğin doktor bir yakınım Güneydoğu’da özellikle ramazan aylarında çok fazla tüketilen meyan bitkisini anlattı
Meyan böbreklerde hormonal düzeyde etki ederek, su tuttuğu için kişinin susamasının önüne geçiyor fakat sodyum potasyum dengesini çok ciddi bozduğu için insanlarda felce bile sebep olabiliyor.
Doktor dostum “Tıpta kullanılan ilaçlar piyasaya sürülmeden önce 20 yıl boyunca test edilir, doz ayarlaması, yan etkileri tespit edilir ki insanlara zarar verilmesin. Mükemmel bir disiplinden geçerek gelir ilaçlar. Ama bizim mücadele etmeye çalıştığımız fakat edemediğimiz bu insanlar tamamen bitkisel, yan etkisi yok diyerek insanlara, içeriği bilinmeyen maddeleri kontrolsüzce veriyorlar” dedi.
Sonra Maranki’nin pazarladığı çınar yaprağını anlattı.
Maranki bu bitkinin kireçlenmelere iyi geldiğini iddia ediyormuş. Doktor dostum “Bu çok saçma, bilimsel hiçbir temeli yok” diye açıkladı durumu.
İşin özü şu; Bitkisel ve yan etkisi olmayan ilaç sözü kulağa hoş geliyor, ama bilelim ki aynı oranda sağlığa da iyi gelmeyebiliyor. Bitkisel ilaç kullanımı çok kontrollü olarak yapılmalı. Her söylenene inanıp bitkisel ilaç kullanılmamalı.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları