Can Ataklı; Dün Başbakanın, İçişleri Bakanının, Vali ve Emniyet Müdürünün gözleri önünde biri gelip Kılıçdaroğlu'nun önüne mermi bırakıyor. Mafya raconunda bu 'seni öldüreceğiz' demektir.
ANALİZ
Artık yeter, bahaneler istemiyoruz
Gerçekten yeter artık.
Önceki gün Vezneciler dün Mardin Midyat.
Yine şehitler, sönen ocaklar, tükenen umutlar.
Her gün acılarla yoğrulmaktan, sahte gözyaşı dökenleri izlemekten, kınamaktan öte bir şey yapmaktan aciz olanlardan bıktık usandık.
Hep bahaneler arkasına sığınan, teröre karşı kalıcı önlem almak yerine “döktükleri kanda boğulacaklar, sonuna kadar gideceğiz, bir tane bile kalana kadar savaşacağız” diyenlere yeter artık.
Bugün iktidar ülkeyi yönetmekten aciz duruma düştü. Her terör olayından sonra bahane üretmekte üstlerine yok.
Kamuoyunda yaratmaya çalıştıkları algı şu;
“Bu terör olayları Türkiye'ye mesajdır. Tayyip Erdoğan dış güçlere karşı dik durduğu, söylenileni yapmadığı, oyun bozduğu için bize saldırıyorlar. Eğer Erdoğan boyun eğerse bu saldırılar da bitecektir.”
Hepsi ham hayal bunların.
Tayyip Erdoğan dik durmuyor.
Yabancı güçlerin oyununu bozmuyor.
Tam tersine, istenilen her şeyi yerine getiriyor, laf dinliyor.
Her şey tam da dünyanın egemen güçlerinin istediği şekilde yaşanıyor.
İncirlik'i kullanacaklarını söylüyorlar, kullanıyorlar.
Güney ve Güneydoğu'daki bütün hava alanlarını kullanmak istiyorlar, kullanıyorlar.
Radar üssü kuracaklarını açıklıyorlar, kuruyorlar.
Türkiye'nin mültecilere bekçilik yapması talimatını veriyorlar, talimat yerine getiriliyor.
Özelleştirme adı altında Türkiye'nin bütün eserlerine ve değerlerine sahip oluyorlar. Bankaları, telekomünikasyon şirketlerini, sanayi kuruluşlarını, medya ve bilişim şirketlerini ele geçiriyor.
Egemen güçlerin iktidardan hiçbir şikâyeti yok. Bütün güçleriyle bu iktidarın arkasındalar.
Sorun Türkiye'de.
Ekonomi söylenenin aksine iyi değil.
İşsizlik tehlikeli boyutta.
Genç nüfus, özellikle eğitimli gençler iş bulamadıkları gibi geleceklerinden korkuyor.
Eğitim perişan edilmiş.
Dindar kindar gençlik yetiştirilmek istenirken, bilgisiz, yeteneksiz, kafası hurafelerle dolu, kalitesiz, kimliksiz bir gençlik çığ gibi geliyor.
Bilim, kültür, sanat alanında hiçbir şey yapılmadığı gibi bir ülkenin kalkınmasındaki bu en önemli etmenler karalanıyor, aşağılanıyor.
Din istismarı had safhada. Dinsel faktörler kullanılarak insanlar etkisizleştiriliyor.
Kadınlar aşağılanıyor.
Hukuk ve demokrasi kavramları ancak sadece dini kuralların geçerli kılınması halinde önemli sayılıyor.
Yolsuzluklar hırsızlıklar akıl almaz boyuta gelmiş, “çalıyor ama çalışıyor” gibi garabet bir deyim dillere yapışmış.
Parlak inşaatlar “kalkınma” diye yutturulmaya çalışılıyor, bu görselliğin sağlanması için tarihin en büyük dış borçlanmasına gidiliyor.
İşte bütün bu foyaların ortaya çıkmaması, hesap sorulmaması, tepetaklak olunmaması için içte “gerginlik” politikasının uygulanması gerekiyor.
Bu nedenle iktidar, özellikle saray, gerilimi ve gerginliği asla bırakmıyor, buradan besleniyor.
Kamuoyuna ama asıl kendi oy tabanına sürekli olarak “mağduriyet edebiyatı” yaparak “başımıza gelenlerin dış güçlerin işi olduğu” beyinlere zerk edilmeye ve “bütün iç ve dış düşmanlar birleşti Erdoğan'ı devirmek istiyor” algısı yerleştirilmeye çalışılıyor.
Artık yeter… Gerçekten artık yeter…
BUNU YAZMAK GEREK
O şimdi “bizim” asker
Hükümet yeni bir yasa tasarısını Meclis Başkanlığı'na gönderdi.
Buna göre askeri kişilerle ilgili yargılamalar üst makamların iznine tabi olacak.
Tıpkı MİT müsteşarı gibi komutanlar da bir suç ithamı altında kalırlarsa bakan ya da başbakanın izni olmadan soruşturmaya uğramayacak, gözaltına alınmayacak ve yargılanmayacak.
Aslında bu dolaylı olarak eskiye dönüş. Dolaylı diyorum çünkü eskiden asker suçlarına askeri mahkemeler bakardı ve pek çok sivil mahkemeden daha seri ve adil kararlar alırlardı.
Bu iktidar askerle hesaplaşmak ve güya “vesayeti kaldırmak” için yasalarla oynamış, Ergenekon, Balyoz ve türevi davalarla Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları dahil yüzlerce subayı 5 yıl zindanlarda çürütmüştü.
Demek ki şimdi devir değişti.
O asker artık “bizim” asker oldu.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
İktidarın yeni oyunu; Kılıçdaroğlu'na organize saldırı
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dün iki şehit polisin cenazesinde protesto edildi.
İlk kez olmuyor bu.
Daha önce de bir cenazede bir kişi bağırmaya başladı, bir başka cenazedeki çiçeği cami dışına çıkarıldı.
Ardından üst üste birkaç yerde daha benzer olaylar yaşandı.
Akıl ve izan sahibi herkes biliyor ki terör şehitlerinin cenazelerinde muhalefet liderinin protesto edilmesi ahmaklıktan başka bir şey değildir.
Sadece bir yıl içinde 1000'e yakın şehit verilirken ortada duran iktidara hiçbir şey söylemeden muhalefeti protesto etmek akıl almaz bir olaydır.
Protestolara baktığımızda bunun açık biçimde iktidar tarafından organize edildiği görülüyor.
“Protesto” denilen şey genellikle bir ya da birkaç kişinin eylemi.
Ama hep kameralar önünde yapıldığı için, tamamına yakını iktidarın emrindeki medya organları olayı büyüterek “Kılıçdaroğlu'na protesto” diye yayınlıyor.
Daha önceleri cenaze sırasında duygularına hâkim olamayanlar iktidarı pek çok kere protesto ettiler.
Ancak bunlar organize değil. O anda olup bitiyor.
İktidar bundan kurtulmanın yolunu böyle buldu anlaşılan.
Ama bu tehlikeli bir yoldur.
Üstelik dün Başbakanın, İçişleri Bakanının, Vali ve Emniyet Müdürünün gözleri önünde biri gelip Kılıçdaroğlu'nun önüne mermi bırakıyor. Mafya raconunda bu “seni öldüreceğiz” demektir.
Cürete bakar mısınız?
Ve iktidarın aymazlığını görüyor musunuz?
Açık bir provokasyon olduğu anlaşılan bu protestolara karşı, muhalefet partileri de hazırlıklı gelirlerse işin içinden hiç çıkılmaz.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Saray tam da 7 Haziran günü imzaladı
Dokunulmazlıklarla ilgili anayasa değişikliği Cumhurbaşkanı tarafından yasal sürenin son gününde imzalandı.
Tesadüfe bakın ki imza günü tarih 7 Haziran'ı gösteriyordu.
Yani tam bir yıl önce genel seçimlerin yapıldığı gün.
Bilmiyorum ama tahmin ediyorum, Erdoğan imzalamayı özellikle 7 Haziran'a denk getirdi.
Gerçi zaten son güne kadar tutacağı belliydi. Çünkü yasa imzalandığı gün yürürlüğe girdiği için 15 günde çok sayıda fezleke daha Meclis'e gönderildi.
Değişiklik maddesinin kabul ettiği gün itibarıyla “dokunulmazlığını kaybetmemiş” olan bazı milletvekilleri de itibarıyla kapsama girdiler.
Bana göre 7 Haziran'ın bir de sembolik önemi var.
7 Haziran Erdoğan iktidarının yıkıldığı gündü.
Arkasından muhalefet tarafından yapılan bir dizi hata sonucu, 1 Kasım'da tekrar seçime gidildi ve hem adaletsiz ortamda yapılması hem de iktidarın terörü patlatarak bunu bir koz olarak kullanması sonucu Erdoğan tekrar tek başına iktidara geldi.
Ama 7 Haziran'ı unutması mümkün değil.
Muhalefet basiretli davranmış olsa belki bu 7 Haziran'da Erdoğan olmayacaktı bile.
Erdoğan dokunulmazlıklarla ilgili maddeyi tam da hezimete uğradığı günün yıldönümünde imzalayarak muhalefete “Beceremediniz, şimdi düştünüz elime. Mahkemelerde sürünün, hapishanelerde çürüyün de görün gününüzü” demek istiyordur belki.
Tabii bir de HDP'ye mesajı vardır; “Naber, beni başkan yaptırmayacaktınız ama bakın bir yıl sonra canınıza okuyorum.”
ÖNERİ
Diploma olayını ancak Genelkurmay çözer
İstedikleri kadar “diploma olayını bu kadar kurcalamayın oradan bir şey çıkmayacak” desinler.
İstedikleri kadar “De ki diplomanın Cumhurbaşkanı adaylığı için yeterli olmadığı ortaya çıksın, yine bir sonuç alamazsınız ki” desinler.
Eğer burası demokratik bir hukuk devletiyse her şeyin kusursuz işlemesi gerek.
Yasalar ve kurallar herkes için geçerlidir, cumhurbaşkanı da bu anlamda imtiyazlı değildir.
Bir gazeteci ve vatandaş olarak gerçeği öğrenmek hakkımız
Erdoğan ısrarla diplomasını göstermiyor.
Bunun yerine atadığı rektörlere “anlamsız ve mantıksız” açıklamalar yaptırıyor.
Erdoğan'ın hangi okulda, ne kadar süreyle okuduğunu ve diplomasının nerede olduğunu bilmiyoruz.
Oysa bilmeliyiz.
Dün bu köşeden Yüksek Seçim Kurulu'nun 1991 Genel, 1994 yerel, 2003 Siirt özel ve 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan'ın verdiği belgeler arasındaki öğrenim durumu belgesini açıklaması gerektiğini yazmıştım.
Elbette cevap vermeyecekler. Elbette böyle bir araştırma bile yapmayacaklar. Ki zaten buna cesaret edecek yürekteki birinin olduğunu da sanmıyorum.
Yine cevap çıkacağını sanmıyorum ama diploma düğümünü çözecek kurum Türk Silahlı Kuvvetleri'dir.
Bir konuyu biliyoruz; Erdoğan askerliğini yedeksubay olarak yaptı.
Bu da bir yüksek okul diplomasına sahip olduğunun en geçerli kanıtı.
Ama öyle değil.
Çünkü tam da Erdoğan'ın askerlik yaptığı dönemde, daha önce iki ve üç yıllık öğrenim görenlere verilmiş bir hak vardı.
80'den sonra tamamen kaldırılan 2 ve 3 yıllık okullardan mezun olanlara “hak kaybına uğramamaları için “yüksek okul mezunu” muamelesi uygulanmış ve askerliklerini de bu statüde yapmaları sağlanmıştı.
Genelkurmay'a sorum şu; Erdoğan askerlik başvurusu sırasında öğrenim belgesi olarak ne verdi?
Genelkurmay bu belgeyi açıklarsa o zaman nereden mezun olduğunu, öğrenim süresini ve varsa kazanılmış bir hakkı olup olmadığını öğrenebiliriz.
Aslında açıklanması çok basit olan bir olayı çok uzun süredir tartışıyor olmamız bile çok abes ama ne yaparsınız, “otoriter tek adam” ülkesinde böyle oluyor.
Can Ataklı - Korkusuz