Can Ataklı; Fransa’daki korkunç katliamın etkileri kolay silinmeyecek. Bu olay mutlaka ve mutlaka Türkiye’yi de içine alacak bir dizi gelişmeye neden olacak.
Fransa’daki korkunç katliamın etkileri kolay silinmeyecek.
Ancak en önemlisi bu olay mutlaka ve mutlaka Türkiye’yi de içine alacak bir dizi gelişmeye neden olacak.
Ve bu gelişmeler bizim hiç hoşumuza gitmeyecek.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; önce Amerika’nın canını yakan 11 Eylül’den sonra ortaya çıkan ve batılıların “islamofobi” adını verdikleri yeni akımı iyi değerlendirmek gerek.
İslamofobi batı toplumlarının İslam dininden korkmaları, İslam dininin kurallarını beğenmemeleri ve İslam dinini ortadan kaldırmak istemeleriyle ilgili bir olgu değil.
Batılı toplumlar İslam dininden değil Müslüman halktan korkuyor.
Bu korkunun temelinde ağırlıklı biçimde ortaçağ dönemlerini andıran vahşi terör olmakla birlikte, asıl kaygı ve öfkenin kaynağı bu ülkelerde yaşayan Müslümanların yaşam biçimi.
Dünyanın neresinden giderse gitsin, Müslüman toplumların kültürleri, alışkanlıkları, davranışları, hayata bakış açıları ve yaşam biçimleri batılı toplumlarından çok farklı.
Avrupa ülkelerinde yerleşik Müslüman toplumlar yok. Kıta Avrupası’ndaki bütün ülkelerde halk hrıstiyan.
Şu anda Avrupa ülkelerinde yaşayan hatta bir kısmı bulundukları ülkelerin vatandaşı bile olan Müslümanlar, son 50-60 yıl içinde buralara göç edenlerden oluşuyor.
Kim doğup büyüdüğü toprakları bırakıp da başka ülkelere göç eder?
Elbette kendi ülkesinde ekonomik olarak yaşamını sürdüremeyen, ekmek için her türlü macerayı göze alanlar.
Kendi ülkesinde iş ve aş bulamayanların neredeyse tamamına yakını en düşük eğitim, kültür ve gelir düzeyinde olanlardır.
Bu insanlar iş ve aş bulmak için çıktıkları umut yolculuğunda dinleri farklı, kültürleri farklı, dilleri farklı ama gelişmiş düzeydeki ülkelere akın ediyorlar.
Öncelikli sorun farklı yaşam biçimlerinin bir arada yaşamak zorunda kalmasından kaynaklanıyor.
Kıyafetler, adetler gelişmiş ülkelerdeki insanları rahatsız ediyor.
Örneğin Parisli, tiril tiril ipek elbiseler içinde uçuşur gibi gezen kadınlar, müslüman ülkelerden gelen, tepeden tırnağa kapalı kadınlara kolay alışamıyor.
Ancak göç yoluyla gelen kişilerin aynı zamanda ucuz iş gücü olduğunu bilen ve üstelik bu insanların ezikliğinden yararlanarak daha çok kazandıklarını gören batılı ülkeler, bu farkı sineye çekmeye çalışıyor.
Oysa ilk geldiğinde, ezik, korkak, ürkek davranan insanlar bulundukları yere bir süre sonra alışınca, üstelik kendi dilinden, kendi kültüründen ve en önemlisi kendi dininden insanlarla gettolaştıkça daha atak hale geliyorlar.
Bu ataklık, gelenlerin sosyolojik yapısı nedeniyle yaratıcılıkta, üretkenlikte değil, daha kolay ve hızlı kazanmak amacıyla yönelinen suçlarda kendini gösteriyor.
Basit bir örnek vereyim; Fransa nüfusunun yüzde 10 kadarını yabancı ülkelerden gelenler oluşturuyor. Bunların kimi oturma izniyle kalırken bir bölümü de vatandaşlık hakkı kazanmış durumda.
Ancak Fransa hapishanelerindeki tutuklu ve hükümlülerin yüzde 80’i işte bu başka ülkelerden gelenler.
Ve suç işledikleri için hapishaneye konanların yüzde 90’ından fazlasının ortak özelliği Müslüman olmaları.
Yani ülkedeki yabancı insanlara, bir Fransız, İngiliz, Alman gözüyle bakarsanız özellikle Müslüman toplumları suça daha yatkın görüyorsunuz demektir.
Çünkü hırsızlık, yankesicilik, gasp, tecavüz gibi adi suçların tamamına yakınını işleyenler hep Müslümanlar arasından çıkıyor.
Bu batı toplumlarının neredeyse 50 yıldır uğraştıkları bir sorun.
Avrupa ülkeleri yıllardır, ülkelerinde yaşayan ve vatandaşlık hakları da kazanan bu yabancıların kendi toplumlarıyla uyum sağlaması için ciddi çabalar harcıyorlar.
Son 20 yıldır Avrupa ülkeleri ekonomik olarak geriliyor.
Bu da işsizliğin artmasına neden oluyor.
Çok güçlü sosyal güvenlik politikaları ile uzun yıllardır hiçbir sıkıntı çekmeyen Avrupa ülkeleri vatandaşları, hükümetlerin bu hizmetleri azaltmasından son derece rahatsızlar.
Bu nedenle daha önce iş beğenmeyen, çalışmak istemedikleri alanları başka ülkelerden gelen yoksul ve ezik yabancılara bırakan Avrupalılar, artık iyisine kötüsüne bakmadan buldukları işte kalmaya çabalıyor.
Avrupalıların daha önce yabancılara bıraktıkları işlere talip olmaları bu kez, yerleşik yabancıları rahatsız etmeye başlıyor ki bu da önce çıkar çatışmasına sonra giderek gerçek çatışmaya yol açıyor.
Sonuçta Avrupa ülkelerinde “ırkçı” söylemlerin giderek arttığına tanık oluyoruz. Çünkü kendisini de yoksullaşan Avrupalı yabancıları bir tehdit ve tehlike olarak gördüğü gibi işini elinden olanlar olarak da algılıyor.
İşte tüm bu sorunların üstüne yaklaşık 15 yıldır ciddi biçimde yaşanan bir radikal İslam terörü geldi.
Radikal Müslüman örgütlerin dünyanın çeşitli ülkelerinde giriştikleri kanlı terör olayları, insan öldürmede vahşete dayanan kafa kesme, diri diri yakma, topluca kurşuna dizme eylemleri inancı ne olursa olsun zaten herkesin öfkesini topladı.
Bu eylemleri yapanların tamamımın Müslüman olmaları da “İslam ve vahşet-terör” tanımlarının artık hep bir arada anılmasına neden oldu.
Bunun da bir panik ve dehşete yol açmaması düşünülemez herhalde.
Ancak sorun sadece bu korku ve endişe değil. Batıyı asıl korkutan olgu başka;
11 Eylül’den sonra gerçi Avrupa ülkelerinde herkesi ayağa kaldıracak bir terör eylemi yaşanmadı ama bir başka tehlikenin çanları çalmaya başladı.
Avrupa ülkelerine yerleşen Müslümanlar, önceleri kendi mahallelerinde, arka sokaklarda yaptıkları cami ve mescitlerde ibadet ediyorlar, hrıstiyan çoğunluğun gözüne çok batmak istemiyorlardı.
Artan nüfus, yerleşik yabancıların kültürel ve yaşamsal olarak bulundukları ülke ile tam uyum sağlayamasa bile o ülkelerin kurallarına alışmaları, hukuku artık akıllıca kullanmaları yabancıları güçlendirmeye, özgüvenlerini artırmaya başladı.
Ama bundan da önemlisi, kötüye giden ekonomi, işsizliğin artması, global sistemin din, dil, ırk ayrımı yapmadan herkesi sömürü çemberinin içine alarak sıkıştırması, kimi Avrupalıları ırkçı düşüncelere iterken, kimilerini de daha radikal politikalara itti.
Müslüman toplumlar, hrıstiyan toplumdaki öfkeli, çaresiz insanlara kucak açtılar.
Sayıları çok yüksek olmasa da pek çok Avrupalı hrıstiyan Müslümanlarla önce birlikte olmayı, işbirliği yapmayı seçerken, giderek din değiştirenlerin oranı da yükselmeye başladı.
Buradaki sorun ise şu; öfkeleri ve çaresizlikleri nedeniyle Müslümanlıktan medet umanlar, kendi toplumlarına duydukları kini boşaltmak için din kurallarını en katı biçimde uygulayan intikamcılar haline geldiler.
Açıkçası, batı toplumları yerleşik yabancılarla, Müslümanlarla baş edebileceğini düşünüyor ve bunun yöntemlerini geliştiriyor geliştirmesine de, kendinden olan, düne kadar da iyi bir hrıstiyan olarak bildikleri kişilerin bu nefret ve intikam duygularına çare bulmakta zorlanıyorlar.
İşte batılıları korkutan bu.
İslamofobi İslam dininden korku değil, Müslümanlardan korkudur.
Hrıstiyan Avrupalı toplumlar, Müslümanları hrıstiyanlaşırmak derdinde değiller. Ama Müslümanlaşan kendi yetiştirdikleri vatandaşlarının yapacakları eylemlerden çok korkuyorlar.
Bütün bunları ayrıntılı biçimde neden anlatmaya çalıştım.
Çünkü Paris olayından sonra Türkiye’den yükselen bazı sesler korkutucu bir durum aldı.
Avrupalının, İslam dinine karşı olduğu, Müslümanlığı yok etmeye çalıştığı vurgusu ne kadar çok yapılırsa, sorunun çözümü o denli zorlaşır.
Büyük çoğunluğu müslüman olan, bugünkü iktidarın yarattığı iklim nedeniyle gittikçe daha da muhafazakârlaşan Türk halkının, ister kafa kessin, ister diri diri insan yaksın vahşet eylemlerine kalkışan ve bunu da Müslüman kimliği ile gerçekleştirenlerden nefret etse bile, batıdan gelecek bir anti-islam kampanyaya karşı duygusal olarak bu vahşilerin yanında yer alacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.
Eğer Türk halkının beynine “batılılar dinimize hakaret ediyor, Müslümanları yok etmeyi planlıyor” algısı yerleştirilirse radikal İslamcı terör örgütlerinin her türlü eylemi hoş görülecek ve bir hrıstiyanlara karşı propaganda hatta eylemler dönemi açılacaktır.
Bugünkü iktidar uyguladığı yanlış dış politika ve kimi radikal İslamcı örgütlerle ilişkisi nedeniyle zaten bu zemini hazırladı.
Ama bunun Türkiye’ye hiç faydası olmayacağı gibi çok ağır zarara uğrayacağımızı da bilmemiz gerek.
Sonuç olarak, Fransa olayının yansımalarının Türkiye’yi etkisi altına almaması mümkün değildir.
Bu konulara önümüzdeki günlerde değineceğim.
Can Ataklı