loading
close
SON DAKİKALAR

İşler kötüleştikçe şiddet ve dehşet artıyor

Can Ataklı
Tarih: 09.03.2020
Köşe: Günlük Yazılar
Kaynak: Can Ataklı - Korkusuz

Can Ataklı; İktidar kanadındaki öfke, şiddet ve paniği artık herkes görüyor.

ANALİZ

Suriye’de ateşkes ne demek?

Ortalıkta bir sevinç dalgası var.

Zannedersiniz ki Moskova’da gerçekten büyük bir zafer kazanıldı.

Öncelikle iktidar ve yandaş takımı “büyük bir kazanımdan” söz ediyor.

Gerçi çok açık biçimde “zafer kazanıldığını” göğüslerini gere gere söyleyemiyorlar.

“Lider diplomasinin” ne kadar etkili olduğunu anlatıyorlar örneğin.

Erdoğan, liderliğini konuşturmuş, Putin’i ikna etmiş, Türkiye’nin çıkarlarını tek başına koruyan kişi olmuş.

Tabii en tuhaf olanı, bir gün öncesine kadar “Batsın Suriye, yansın İdlib” diye yeri göğü inleten, “alıyoruz Suriye’yi” hayalleri görenlerin bir anda “yaşasın ateşkes” demeye başlamaları.

Niye ateşkese bu kadar sevindiler?

Ne oldu da böyle oldu?

Efendim şehit gelmeyecekmiş artık. Zaten Suriye’ye girmeye kalkmasaydı iktidar, bırakın son 34 şehidi bugüne kadar tek kişinin bile canına kıyılmayacaktı.

İlkesizlik diz boyu olunca bir gün önce “şehitler edebiyatı” yaparak şehitler tepesinden söz edenler, ertesi günü “şehit vermeyecek olunmasından” büyük mutluluk duyuyorlar.

Tamam da sanki bu ilk ateşkes, bundan önce 7 mi, 8 kere mi ne ateşkes yapıldı da ne oldu?

Yani diyeceğim ateşkes sağlandı diye bunun bir garantisi olmayacağını hepimiz biliyoruz aslında.

Ama benim bu konudaki asıl merakım şu:

Ateşkes sağlandı diye çok seviniyoruz da bu ateşkes kiminle kimin arasında sağlandı?

Bundan önceki ateşkeslerde bize düşen ağabeylik rolüydü.

Suriye devlet güçleri, sivil halka saldırıyordu.

Sivil halk ise kendini savunmak için direniyordu.

Türkiye, Rusya ve İran’la ağabeylik yaparak iki tarafın birbirine ateş etmemesini sağlayacak taraf olmayı taahhüt etmişti.

Buna karşı son Moskova toplantısındaki mutabakata göre ateşkes bu kez eskisi gibi değil.

Ateş kesmek durumunda olan taraflardan biri Türkiye.

Ama ben size işin tam aslını söyleyeyim.

İktidar anlamsız biçimde “beka sorunu, terörle mücadele, Türkiye’nin işgale uğraması” gibi gerekçelerle Suriye’nin üzerine gidince Rusya duruma müdahale etti.

Bu beklenmedik bir gelişmeydi.

Her ne kadar Rusya, bir NATO ülkesini direkt hedef almaya cesaret edemeyecek olsa bile, Türkiye’ye vereceği hasarın çok büyük olabileceği de göz ardı edilmedi.

Moskova’da aslında Rusya, Türkiye’ye artık ateş etmeyeceğini söyledi.

Karşılığında da “Sen de rahat duracaksın” dedi.

İktidar zaten bunu kabullenmek için gitmişti Rusya’ya.

Kendimizi kandırmayalım.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İşte bunun için “Yunanistan’a şu kadar bin mülteci geçti” diyorlar

İktidarın en öfkeli bakanlarının başında Süleyman Soylu geliyor.

Öfkesi son zamanlarda daha da arttı.

İçindeki kin, nefret ve intikam duygularını da saklamaya gerek duymuyor.

Gerçi belki bunda Tele1 adına kendisine soru soran Namık Kocak’ın da katkısı oldu son günlerde.

Çünkü Namık Koçak, iktidarın kontrolden kaçırdığı bir alanda yandaş yalaka takımın arasına girerek soru soruverdi bakana.

Önceden hazırlanmış ve sözde gazetecilere dağıtılmış sorulara cevap vermeye alışmış bir iktidar temsilcisi, bir anda gerçek soru ile karşısınca ne yapacağını bilemedi.

“Sen Yunan medyasısın” dedi Namık Koçak’a.

Bu nasıl bir akıldır, nasıl bir mantıktır böyle?

Bir de üstüne “Yani İçişleri Bakanı yalan mı söylüyor?” demez mi?

Oysa soru çok basit, cevabı da öyle olmalı.

Bakan 140 binden fazla kişinin Yunanistan’a geçtiğini söylüyor.

Buna karşı Yunan makamları bunu doğrulamıyor.

Elbette bu konuda Yunan’a inanacak değilim ama 140 bin kişinin geçip geçmediğini teyit etmek için Yunan polisine gerek yok ki.

O kadar insanın bir-iki günde geçmiş olması bütün dünyada haber olur.

En azından buradan Yunanistan’a girenlerin bir başka taraftan çıkıp gitmeleri gerek ki, o zaman konu diğer ülkeleri de ilgilendirecektir.

Yani biraz ayıp olacak ama İçişleri Bakanı doğru söylemiyor.

Peki, neden ısrarla büyük sayı veriyorlar?

Çünkü iktidarın, Rusya’nın saldırısından sonra şoka uğrayıp hedefi şaşırarak “kapıları açma operasyonu” tutmadı.

Yunanistan ve Bulgaristan beklenmedik bir tepki gösterip ülkelerine kimseyi sokmayınca plan altüst oldu.

İçişleri Bakanı, kurnazlıkla “yüz bini aşkın kişinin Yunanistan’a geçtiğini” açıklayarak, mültecilerin moralini yüksek tutmaya çalışıyor.

Sınırda bekleşen zavallı insanlar, binlerce kişinin sınırı geçmeyi başardığına inanarak umutla bekliyorlar.

Aslında yapılan bu zavallı insanlara korkunç acılar çektirip sonra da Avrupa’nın ikiyüzlülüğünü gösterme telaşı.

İyi de buna Türkiye’deki AKP’lilerden başka inanan yok ki.

BUNU YAZMAK GEREK

Dış güçler Erdoğan’ı övmeye başladı, bu hiç hayra alamet değil

Yunanistan sınırı her geçen gün biraz daha karışıyor.

Avrupa öfkeli.

Dünyanın geri kalanı şimdilik sessiz görünüyor. En azından Türkiye’ye bir destek yok.

Örneğin, Müslüman ülkelerden Türkiye’nin bu tavrını alkışlayan çıkmadı henüz.

Bilemiyorum artık, belki de karışırlarsa mülteci akınının kendilerine yöneleceğinden korkuyorlardır ya da Müslümanların geleceklerini İslam ülkelerinde değil de Hıristiyan dünyada aramaları nedeniyle utanıyorlardır.

Bu süreçte Erdoğan’a yönelik ilk övgü Amerika’dan geldi.

Yandaş Sabah gazetesi bakın bu övgüyü nasıl haber yapmış;

“Amerikan New York Times gazetesi, Türkiye’yi alkışlarken, AB’nin ikiyüzlü mülteci politikasını ise sert şekilde eleştirdi. NYT’nin Avrupa Diplomatik Masa Şefi Steven Erlanger’ın kaleme aldığı yazıda; Avrupa’nın izlediği mülteciler politikasının ahlaki ve insani değerleri ayaklar altına aldığı kaydedildi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Avrupalıların görmezden gelmeyi seçtiği göçmen krizi ile diğer problemleri çoğunlukla tek başına üstlenen bir lider olduğunu ifade eden Erlanger, ‘Avrupa’nın mülteciler konusunda 2015 yılından itibaren yeterince zamanı vardı. Bu zamanı iyi kullanmadığı için bedel ödeyebilirler’ diye yazdı.”

İktidarın hiçbir konuda ilkesi olmadığı için aslında bu tavır şaşırtıcı değil. Dış güç diye nitelenen Amerika, şimdi bir anda en sevilen müttefik oldu. Yalnız bir noktayı unutmamak gerek.

Amerika bu tür destekleri babasının hayrına yapmaz.

Dikkat edin, Moskova zirvesine karar verildiği günden beri, Amerika’dan Türkiye’ye destek lafları geliyor.

Gerçi henüz bir eylem yok, orası da ayrı. Ver gazı durumu söz konusu olabilir, dikkat.

YENİ ÖĞRENDİM

Kargo teslim tutanağını istemeyi unutmayın

Günümüzde artık alışveriş de eskisi gibi değil.

Artık milyonlarca kişi dükkan dükkan gezip alışveriş yapmak yerine, internet üzerinden dilediği malı satın alabiliyor.

Hatta öyle ki birçok mal ve hizmet internet üzerinden daha ucuza satılıyor.

Çünkü bu durumda satıcı firmanın mağazalar için ödediği kiralar, personel giderleri, SSK primleri ve bazı vergiler çok aza iniyor.

Bu da doğal olarak fiyatlara yansıyor.

İnternet üzerinden ticaret bir başka sektörü de çok cazip hale getirdi.

İnternet ortamında satılan mallar, alıcıya kargo/kurye şirketleri aracılığı ile gönderiliyor.

İnternet pazarı çok büyüyünce doğal olarak kargo sektörü de geometrik olarak büyüdü.

Şu anda ülke çapında 8’i hayli büyük, 5 binin üzerinde kargo/kurye şirketi var. Bu da tüketiciye ulaştırılan malların güvenliği konusunda kargo/kurye şirketlerine önemli sorumluluk yüklüyor.

Bundan tüketicinin pek haberi yok.

Benim de yoktu açıkçası ama Tüketici Hakları Derneği Datça Şube Başkanı Orhan Keskinsoy’dan öğrenince şaşırdım.

Keskinsoy, internet alışverişlerinde öncelikle güvenilir şirketlerden alışveriş yapılmasını öneriyor.

Ben hiç bilmiyordum, meğer getirilen ürünü açıp kontrol etme hakkımız varmış.

Yani ürününüz geldi, örneğin paketten farklı bir ürün çıktı ya da kırık, çatlak, yırtık gibi hasara uğramışlar.

İşte bu durumda kargo teslimatını yapan kişinin yanında getirdiği “kargo teslim tutanağına” bu durumun yazılması ve ürünün iadesinin/değiştirilmesinin talep edilmesi mümkün oluyormuş.

Keskinsoy, “Aslında en iyi yol, ürünün parasının kapıda teslim edilmesi” diyor.

Çünkü bu durumda ürünü geri gönderebiliyorsunuz.

Tüketici Hakları Derneği Datça yöneticisi Keskinsoy, son olarak şu öneride bulundu; “Mal aldığınız firma uyduruk, sahte çıktı. Müteselsil (zincirleme) olarak kargoya gideceksiniz. Çünkü kargo malı teslim alırken, kimden aldığını TC Kimlik numarasıyla almıştır. O sizi satıcıya götürecektir. Eğer kargo ve yetkilisi bundan kaçıyorsa, savcılığa suç duyurunda bulunun. Çünkü burada nitelikli dolandırıcılık devreye girmektedir.”

CANIMI SIKAN ŞEYLER

İşler kötüleştikçe şiddet ve dehşet artıyor

İktidar kanadındaki öfke, şiddet ve paniği artık herkes görüyor.

Artık sadece sert sözler sarf etmiyor iktidar temsilcileri ve yandaşları.

İşi fiili zarar vermeye döktüler.

Hayli zamandır gazetecilere yönelik baskı vardı elbette ama bu sert tutuma dönmüyordu.

Bir anda hedefe gazeteciler kondu.

Odatv’nin Haber Müdürü Barış Terkoğlu önce gözaltına alındı sonra tutuklandı.

Kendisiyle birlikte internet sitesinin Manisa muhabiri Hüyla Kılınç da tutuklandı.

Aynı anda Odatv’ye erişim yasağı kondu.

Ardından Barış Pehlivan da önce gözaltına alındı sonra tutuklandı.

Her iki gazeteciye de gerek emniyette, gerek adliyede saatlerce adeta işkence yapıldı.

Barış Pehlivan cezaevine girerken bir de üstüne gardiyanların saldırısına uğradı.

Neydi suçları?

Aslında hiç.

Libya’ya şehit olan bir MİT mensubunun cenazesini haber yapmış Odatv.

O cenazeye, kimin toprağa verildiğini bilerek Manisa’nın valisinden emniyet müdürüne, milletvekillerinden parti temsilcilerine, belediye başkanlarından halka kadar herkes katılmış.

MİT Müsteşarlığı bir çelenk göndermiş.

Ama deniyor ki; “MİT Kanunu’na göre, ölse bile bir MİT mensubunun adını açıklamak yasaktır. Bu gazeteciler bu suçu işledi.”

Oysa hiçbir şey gizli değildi ki.

Burada en can yakıcı olan, kendilerine gazeteci diyen bir güruhun “Bunlar suç işledi, devletin sırlarını açıkladı, Amerika’da olsa bunlar faili meçhule giderdi” diyecek kadar kendilerinden geçmesi.

Yeniçağ gazetesi yazarı Murat Ağırel yazdığı bir haber nedeniyle gözaltına alındı, tutuklanması istemiyle mahkemeye sevk edildi, şartlı serbest bırakıldı, daha sonra yeniden tutuklanması istemiyle tekrar gözaltına alındı.

Niye oluyor bunlar?

Cevabı basit: İktidar çok sıkıştı. Artık hiçbir şey dikiş tutmuyor. Tek çare olabildiği kadar baskı ve şiddeti artırmak, herkesi korkutmak, en küçük bir eleştiri yapılmasına bile izin vermemek.

İyi de nereye kadar?

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları