15 milyonluk kent trafik açısından tamamen başıboş durumda...
İstanbul’un trafiği her geçen gün daha da kâbus hale geliyor. Kent içinden çıkılmaz halde.
Elbette bunun pek çok nedeni var.
Ama bir numaralı neden şu: İstanbul’un bir trafik müdürü yok.
15 milyonluk kent trafik açısından tamamen başıboş durumda.
Elbette Emniyet Müdürlüğü içinde trafiğe bakan biri vardır.
Ama sadece baktığı belli.
Eğer İstanbul’un başında, trafiği bilen, bilimsel olarak irdeleyip ona göre çalışan biri olsa, inanın trafik sıkışıklığında gözle görünür bir ferahlama olur.
Her gün milyonlarca kişi İstanbul’da araç kullanıyor. Şimdi herkesi, elini vicdanına koyarak cevap vermeye çağırıyorum.
Bazı kavşaklarda göstermelik olarak duran trafik polisleri dışında, özellikle trafiğin en sıkışık olduğu zamanlarda ortalıkta bir tek trafik polisi gören var mı?
Yok.
Polis ne zaman ortalıkta görünüyor?
Başbakan veya Cumhurbaşkanı geçeceğinde. Eğer ortalıkta çok trafik polisi görürsek anlıyoruz ki ya Başbakan ya Cumhurbaşkanı geçecek.
İstanbul Emniyeti işin kolayını bulmuş. Her tarafa yerleştirilen kameralarla trafiği düzenleyeceklerini sanıyorlar.
Bu kameralar trafik akışını hızlandırmıyor. Sadece hatalı sürücüleri saptayıp ceza yazıyor.
Güya diyorum çünkü, sıkışık saatlerde bu kameraların çalışmadığı ortada. Kameralar o sıkışıklıkta belli ki plakaları algılayamıyor ya da çok sayıda araç kural ihlal ettiği için hepsini belgeleyemiyor.
Bugüne kadar sıkışık trafikte örneğin emniyet şeridine girdiği için ceza alan araba sürücüsüne hiç rastlamadım.
Kameraların kestiği cezalar hafta sonlarına, trafiğin çok az olduğu saatlere rastlıyor.
İstanbul Trafik Müdürlüğü’nün anladığı tek şey tuzaklar kurup sürücülere ceza yazmak. Ya da gece yarısına doğru eğlence mekânlarını yakınlarına alkol denetimi koymak. Bir de canları istediğinde araç çekmek.
Belli ki işin başındakiler “İstanbul trafiğini çözmek mümkün değil, bari fırsattan yararlanıp ceza keselim” mantığı içinde.
Peki trafiği neler aksatıyor.
Elbette sürücü hataları birinci sırada.
İkinci sırada iyi düşünülmemiş kavşaklar, kesişen yollar geliyor.
Sonra yol hataları.
Sürücüler, başıboşluktan yararlanarak çizgilere uymuyor, kavşaklarda “kaynak” denilen yönteme başvuruyor, bu da arkadaki trafiği kilitliyor. Ortada ne gezici ne sabit polis olunca trafik içinden çıkılmaz hale geliyor.
Yine kesişen bazı caddelerde yoğunluk nedeniyle kırmızı ışıklar işe yaramıyor. Kimsede saygı olmadığı için o kesişme noktaları kördüğüm oluyor. Ortalıkta yine hiç polis yok.
Bunu daha önce de yazdığımda arayan bir emniyet yetkilisi “her kavşağa polis mi dikeceğiz” diye azarlamaya kalkmıştı beni. Evet gerekirse her kavşağa polis dikeceksiniz.
Kameraların karşısına oturup İstanbul trafiğini yönetemezsiniz.
*****
Donanmadaki Kuran-ı Kerimler
Geçen hafta Başbakan Erdoğan’a hitaben yazdığım yazıdan sonra aldığım bir mesajı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Serdar Mutlu adlı avukat okurum bakın ne diyor:
Sayın Can Ataklı; bir harp bahriyesi mensubunun oğlu olarak bir hususu daha Sayın Başbakan’a sizin marifetinizle hatırlatmakta fayda görüyorum.
Osmanlı Donanması’ndan gelen gelenekten ve mensuplarının inancının bir sonucu olarak; Türkiye Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri’nin her gemisinin direğinde Kuran-ı Kerim asılıdır.
Donanmanın her gemisinin kumandanı, gemisinin kullanımına ilişkin tüm komutlarını besmele ile başlatır. Örneğin demir atarken “Bismillah Fundo Demir”; demir alırken “Bismillah Vira Demir” gibi. Yemeklerine de “Tanrı’nın Adıyla” başlar. Saygılarımla.
*****
Referandumda “hayır” demek 12 Eylül’e “evet” demek değildir
İktidar ve yandaşları “12 Eylül’de referanduma hayır diyenler bugün açılan davaya müdâhil oluyorlar” diyor. Referandum maddelerinden biri “12 Eylül’den hesap sorulmasıydı” ya, onu kastediyorlar.
Zekânın olmadığı yerde kurnazlık devreye girer.
Biraz aklı olan şunu iyi biliyor; referandumda “hayır” diyenlerin hiçbiri 12 Eylül darbesinin hesabının sorulmasına karşı değildi.
O referandumda halka birbirinden çok farklı 26 madde sunuldu.
“Hayır” diyenlerin aklına ne 12 Eylül darbesinin yargılanması, ne şehit ailelerine sağlanacak olanaklar, ne muhtaç çocuklara yapılacak yardımlar, ne yurt dışına çıkışlardaki engellerin kaldırılması geldi.
Bu referandumun tek amacı vardı. Yargıyı ve yüksek yargıyı tamamen iktidar kontrolüne geçirmek.
“Hayır” diyenler sadece bunlara dikkat çektiler. Diğer maddelerin ise sadece halkı kandırmak için ortaya konduğunu savundular.
Şimdi “Siz darbenin yargılanmasına hayır demiştiniz” diyerek pis pis sırıtmanın ahlâkla, vicdanla, namusla hiçbir ilgisi yoktur. Yapılan en hafif deyimle ayıptır.
*****
Vali’nin eşi hanımefendiden bir rica
Bu satırlarımı İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun eşi sayın Gül Mutlu Hanımefendi’ye yazmak istiyorum.
Gül Hanımefendi; eşiniz İstanbul’un büyük sorunları ile uğraştığından trafik gibi basit sorunlara belli ki vakit ayıramıyor.
Oysa trafik sorununun çözümü çok da zor değil. Yeterli sayıda görevlinin, gerekli yerlerde kullanılması halinde İstanbul’un ferahlayacağı kesindir.
Sizden eşinizin dikkatini bu konuya çekebilmek için küçük bir deney yapmanızı rica edeceğim.
Hafta içi günlerden birinde, Valikonağı’ndaki evinizden kendi kullandığınız araçla çıkınız. Merak etmeyiniz, güvenliğiniz mutlaka sağlanır.
Polisler asla sizin yolunuzu açmaya çalışmasınlar. Ve siz evinizden Valikonağı Cadddesi’nin sonuna kadar gidin.
Kaç dakika sürdüğünü not edin.
Sonra neden bir türlü gidemediğinizi gözlemeye çalışın.
Trafik nerede ve neden sıkışıyor.
Eğer o kavşakta bir görevli olsa sıkışıklık giderilir mi? Kendiniz gözlemleyin.
Akşam da eşinize anlatın. Eğer size inanmazsa yine kendi kullanacağı araçla bir tur da kendisi atsın.
Sizin yaşadığınız cadde sadece bir örnek. Bütün İstanbul bu durumda.
Sayın Gül Hanım, lütfen yardımcı olun. Biliniz ki her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır.
Sayenizde belki İstanbul trafiğine el atar eşiniz ve tabii kazanacağı başarı ile hem tarihe geçer hem de İstanbulluların gönlünü fetheder.
*****
Meral Okay
Her zaman akıllı fikirliydi. Dost canlısıydı. Çok sevecendi. Mantıklıydı.
Dostluklara, arkadaşlığa önem verirdi.
Kırmadan, ama dobra dobra söylerdi düşündüğünü.
Zamansız hastalığına ve bu kadar genç yaşta aramızdan ayrılmasına çok ama çok üzüldüm.
İyiler neden çabuk ölüyor ki?