O tarihlere kadar sadece basın olarak anılan medyada sahiplik gazetecilik kökünden geliyordu.
Sevgili okurlar; geçen hafta ülkemizdeki tüm mevcut sorunları bir kenara bırakarak medya üzerine konuştuk. Medya ve medyanın siyaset üzerindeki rolü üzerinde o kadar çok şey söylendi ki, sanıyorum kamuoyunun da kafası iyice karıştı.
İş kolundan sektöre
Konuyu anlatmak için bir özet yapmak istiyorum. Medya 80’li yılların başına kadar ekonomi, siyaset, sosyal yaşam, sanat üzerinde etkin ancak maddi olarak çok güçlü olmayan bir iş koluydu. 12 Eylül darbesinden sonra ise bir sektör oldu.
Gazeteci patronlar
O tarihlere kadar sadece basın olarak anılan medyada sahiplik gazetecilik kökünden geliyordu. Gazete sahiplerinin neredeyse tamamı adeta doğduklarından beri gazeteciydiler. Gazeteci kökü olmayan gazete patronu neredeyse hiç yoktu.
Patron karışırdı
Son yıllarda sıkça duyduğunuz “Patronlar yayına karışır mı?” tartışmaları o yıllarda hiç yoktu. Çünkü gazete sahibi aynı zamanda gazetelerin genel yayın müdürleriydiler. Gazetelerinin başında oturur, yayını bizzat yönetirdi. Yani patron işe karışırdı.
Milliyet’in el değiştirmesi
O yıllarda medya dışı patronla ilk tanışmamız Aydın Doğan’ın Milliyet’i almasıyla oldu. Abdi İpekçi’nin öldürülmesinden çok etkilenen Ercüment Karacan gazetesini Aydın Doğan’a sattı. Bu o dönemde çalışan herkes için şaşırtıcı olmuştu.
Sermayenin girişi
12 Eylül’den sonra ise gazete sahipliğini kimi büyük sermaye patronları da yapmaya başladı. Çarpıcı ilk örnek Güneş Gazetesi’dir. Çavuşoğlu- Kozanoğlu grubu Güneş Gazetesi’ni çıkardılar. Bu, gazete çalışanları için de bir devrim niteliğindeydi.
Gelirimiz arttı
Büyük sermaye gazete patronluğuna soyunana kadar daha mütevazı maaşlar alan biz gazetecilerin maaşları bir anda inanılmaz oranda arttı. Güneş Gazetesi piyasaya “futbolcu transferi yapar gibi gazeteci transferi yaparak” girdi. Hiçbirimiz inanamadık.
Maaşım üçe katlandı
1981 yılında çalıştığım Günaydın Gazetesi’nde o günün koşullarına göre 4 bin lira maaş alıyordum. Güneş transferler yapınca patronumuz Haldun Simavi bizlere de zam yaptı, üstelik 12 maaş da ikramiye vermeye başladı. Maaşım 12 bin lira oldu.
Gazeteler gelişiyor
80’li yıllar aynı zamanda Özallı yıllardı. Özal’ın serbest piyasa ekonomisi uygulaması, gazetelere gelişmeleri için olanak tanıması yolumuz açtı. Gazeteci patronlar, Dinç Bilgin, Erol Simavi, Kemal Ilıcak ciddi yatırımlara girdiler. İktidar teşvikler verdi.
Asil Nadir olayı
Ancak Özal gazetelerin büyük muhalefeti ile karşı karşıyaydı. Gazetelerin temel görevinin eleştirmek olduğunu kabul etmeyen Özal kendine göre bir medya yaratmaya soyundu. Dünyanın en zenginlerinden Asil Nadir’i medya kurmaya davet etti.
Basında ikinci şok
Güneş Gazetesi’nin yarattığı şoktan sonraki ikinci büyük şok Asil Nadir’in piyasaya “şirket satın alarak” girmesidir. Nadir Güneş ve Günaydın gazetelerini, Gelişim Yayınlarını satın aldı. Büyük transferler yaptı. Paralar havada uçuşuyordu.
Özal’ın rüyası: 2.5 gazete
O günlerde rivayet edilir ki, Özal’ın hayali iki büyük gazete ile soldaki Cumhuriyet Gazetesi’nin piyasaya hâkim olacağı “2.5 gazete” planıydı. Cumhuriyet tamamdı, Asil Nadir de tamamdı. Peki ikinci büyük grup hangisi olacaktı.
Sabah - Hürriyet
O dönem gittikçe büyüyen iki gazete vardı. Hürriyet ve Sabah. Asil Nadir gazeteleriyle bir taraf olacaksa, Hürriyet’le Sabah’tan biri ayakta kalacaktı. Bu iki gazete önce mücadele eder gibi yaptı ama sonra birlikte Asil Nadir’in üzerine yürüdü.
Asil Nadir batıyor
Tabii konu sadece Sabah - Hürriyet’in ortak eylem yapmasından ibaret değildi. Bir dünya devi olan Asil Nadir’in İngiltere borsasında başı derde girmişti. Sabah ve Hürriyet bu durumu çok iyi kullandı. Türkiye’de çok garip bir “ilk” yaşandı.
Nadir’in kellesi gitti
İlk kez Türk basını dünya çapında bir Türk’ü dünya kamuoyu önünde alaşağı etmek için müthiş bir kampanya başlattı. Sonunda İngiltere Asil Nadir’e tutuklama kararı çıkarttı. Asil Nadir’in kellesi doğal olarak Türkiye’de de koptu.
Özal bırakmadı
Asil Nadir satın aldığı bütün yayın organlarını kaybetti. Ama Özal durmadı, medyayı istediği gibi düzenlemek için bu kez bambaşka bir planı devreye soktu. Türkiye’de artık özel televizyon da kurulmalıydı. Ama “telsiz kanunu” bunun önünde engeldi.
Korsan yayıncılık
Çare “korsan” yayıncılıkla aşıldı. Özal’ın oğlu dönemin yükselen genç zenginleri Uzan’larla özel bir televizyon kanalı kurdu. Bu kanal yayınlarını yurt dışından yapıyordu. Ama Türkiye’nin her yerinden izlenebiliyordu. Teknoloji yasaları alt etmişti.
Büyük sermaye giriyor
Kısa sürede TRT’nin yayın tekelinin artık süremeyeceği anlaşıldı ve özel televizyonların önü yasal olarak da açıldı. Ancak mevcut basın sermayesi bu yeni teknolojiye girmeye maddi olarak hazır değildi. Bu nedenle büyük sermaye kolları sıvadı.
Artık medya olduk
İşte bugün dilimizden düşmeyen “medya” kavramının başladığı dönem budur. Medya gazete ve televizyon için kullanılan ortak kavram. Yeni dönem her gazetenin bir TV’sinin olmasına da yol açtı. Ama her patronun büyük sermayeden de bir ortağı oldu.
Siyasete bulaşma
90’lı yıllar Türkiye’nin en karışık dönemidir. Irak savaşı, Kürt terör hareketinin tırmanması, Özal’ın ölümüyle siyasette oynayan taşlar, medya sermayesinin büyümesi, siyaset-ekonomi-medya ilişkilerini de farklı bir boyuta taşıdı. Bozulma başladı.
Holdingleşen medya
1995’e geldiğimizde medyada “babadan” gelme tek medya patronu olarak Dinç Bilgin kalmıştı. Haldun Simavi, Erol Simavi gibi devler yarıştan çekilmiş, Kemal Ilıcak vefat etmişti. Artık yeni patronlar milyar dolarlık holdinglerin sahipleriydi.
(Yarın devam edeceğim)
Can Ataklı