Sevgili okurlar; son günlerin en hararetli tartışması MİT Müsteşarı’nın ifadeye çağrılması üzerine yapılıyor...
İktidarda da bir “kırılma noktası” yaratan savcılık eyleminden sonra özellikle yandaş medyanın da ikiye bölündüğünü görüyoruz.
Suç ihtimali
Savcılar elbette MİT Müsteşarı’nı keyif için ifadeye çağırmak istemediler. Henüz doğrulanmasa da sızan bilgilere göre MİT’in terörle mücadele için yaptığı istihbarat çalışmaları sırasında çok ciddi suçlar işlediği belirtiliyor.
Kısa bir hatırlatma
Daha önce de yazmıştım, yandaş medyaya yansıyan iddialara göre MİT KCK’yı kurmak, yönetmek, terör eylemlerini bilerek haber vermemek, bu eylemlerde pek çok asker-polis şehit verilmesine ve can kaybına neden olmakla suçlanıyor.
Oslo görüşmeleri
MİT’in suçlandığı en önemli iddialardan biri de PKK’lı terör liderleriyle yurt dışında yapılan görüşmeler. Bu görüşmelerden Oslo’da yapılanın ses kayıtları medyaya sızmış ve büyük bir tartışmanın başlamasına neden olmuştu.
Kişisel suçlar
Şimdi olayı farklı bir açıdan tartışalım. Adam öldürmek suç mu? Evet. Terör örgütü ile gizli görüşmeler yapmak suç mu? Evet. Terör örgütüne destek sağlamak suç mu? Evet. Bunu biri yaparsa cezasını mutlaka çeker mi? Evet.
Devlet suç işler mi?
Peki aynı suçları devlet işlerse ne yapacağız? Devlet yaptığında “amacı neydi?” diye sorgulama ve suçu görmeme hakkı var mı bir hukuk devletinde? Böyle şey olmaz. Ama şu anda bir kısım yandaş devletin suç işlemesini aklamaya çalışıyor.
Şeytanla bile görüşme
MİT’in PKK liderleri ve Apo ile yaptığı görüşmeler için “Devlet güvenliği için gerekirse şeytanla bile görüşür” diyorlar. Haklı olabilirler, ama unutulmamalı ki burada kural asla deşifre olmamaktır. Oysa MİT bu olayda deşifre olmuştur.
Dünyada da böyle
İstihbarat dünyasını biraz araştıran herkes şunu görür ki, birçok devlet ülke güvenliği adı altında “pis işler” denilen operasyonlara girişmişlerdir. Bunlar gizli kalabildiği ve başarıya ulaşabildiği sürece hiçbir sorun yaşanmaz.
Deşifre olursa
Sorun “pis” diye tanımlanan operasyonların deşifre olmasındadır. Bir hukuk devleti kendi çıkarına olsa bile yasa dışı bir gizli operasyonun ortaya çıkması halinde hukuk sistemini işletmek ve sorumlulardan hesap sormak zorundadır.
Amerika örneği
Amerika dünyanın hemen her ülkesinde gizli operasyonlar yapıyor. İstihbarat örgütleri “ülke güvenliği” için olağanüstü bütçelerle çalışıyor. Ancak Kongre denetimi o kadar ağır ki, istihbarat örgütlerinin en büyük korkusu deşifre olmak.
Deşifre olduğun an
Amerika’da ve diğer batılı ülkelerde, gizli ve yasa dışı bir operasyon deşifre olduğu an kimse kimsenin gözünün yaşına bakmıyor. Çünkü aksi takdirde anayasa ile çizilen hukuk devleti kavramının hiçbir anlamının kalmayacağı biliniyor.
Türkiye’deki durum
Türkiye’de de çok uzun yıllardır ülke güvenliği bahanesiyle istihbarat örgütlerinin çeşitli gizli ve yasa dışı operasyonlar yaptığı bir sır değil. Eğer bunlar deşifre olursa, bizde de hesap sorma mekanizması işliyor aslında. Ama..
Demokrasi eksikliği
Türkiye’deki demokratik sistem ağır ve eksik işlediği için yasa dışı operasyonlar deşifre olsa bile “devleti koruma” refleksi ağır bastığı için hesap sorulması ya erteleniyor ya da suçun üstü örtülüyordu. Şimdi bundan farklı nedenlerle vazgeçtik.
İktidarın hedefi
Bugünkü iktidar, zamanında kendisini “sistem dışı” gördüğü ve sürekli “ezilme, yok edilme” tehdidi altında olduğunu düşündüğü için, ilk günden itibaren bu tehlikeyi bertaraf edecek önlemler aradı. Sonunda gizli bilgileri kendisi deşifre etti.
Jitem’in varlığı
Yıllarca Jitem diye bir istihbarat örgütünü tartıştık. Jandarmaya bağlı bu istihbarat örgütünün varlığı uzun yıllar yetkililer tarafından hep reddedildi. Çünkü bu kuruluş gizliydi. Buna karşı yasaldı. MGK kararıyla kurulmuştu.
Olağanüstü Hâl
Jitem Güneydoğu’da ilan edilen Olağanüstü Hâl döneminde kurulmuştu. Amacı PKK terörünün içine sızmak, bilgi almak ve terörü yok etmekti. Adı üstünde, Olağanüstü Hâl. Normal hukuk kurallarının işlememesi.
Topyekûn mücadele
O dönemde terörle mücadele için Milli Güvenlik Kurulu kararıyla Olağanüstü Hâl bölgesi valisine ve diğer askeri yetkililerine olağanüstü yetkiler verilmişti. Bu yetki bir kere verildikten sonra kimse uygulamaları öğrenmek istemez.
Kendileri belirler
Anayasa’da da var olan Olağanüstü Hâl durumu, güvelik güçlerine olağanüstü yetkiler veriyorsa, her birim bunları uygulama yöntemlerine de kendisi karar veriyordu. Bunun için gerekirse “yasa dışı yöntemler” kullanılması da vardı.
Zincirleme suçlar
Terör ortamında devletin güçlerine olağanüstü yetkiler verilirse, uygulamaları denetlemek çok zordur. Ülke güvenliği esas alınıp işlenen suçlar deşifre olmadıkça kimsenin yapacak bir şeyi de olmaz. Bu da zincirleme suç demektir.
Yıllar sonra deşifre
İktidar kendisini korumak için darbe girişimleri ihtimalini sorgular ve geniş tutuklamalara izin verirken, devletin gizli arşivlerini de deşifre etmekten çekinmedi. Böylelikle geçmişin “kirli işleri” bir bir ortaya çıkmaya başladı.
Hesabı soruluyor
Şimdi kimse “Ama onlar devletin güvenliği için işlenmiş suçlardı” diyerek hesap sorulmasına karşı çıkabiliyor mu? Hayır. Tam tersine, hesap sorulması için büyük bir destek var. Davalar, tutuklamalar, suçlamalar birbirini izliyor.
Çatlı- Kocadağ- Bucak
1996 yılında Susurluk’ta meydana gelen bir kaza çok dikkat çekmişti. Lüks bir Mercedes bir kamyona çarpmış, içindeki Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbey ve bir kadın ölmüş, milletvekili Sedat Bucak ise kurtulmuştu.
İlişki deşifre oluyor
Kısa bir süre sonra Mehmet Özbey’in aslında Abdullah Çatlı adlı “aranan” bir kişi olduğu anlaşılmıştı. Arkası çorap söküğü gibi geldi. Devlet içinde devlet adına “kirli operasyonlar” yapıldığı gerçeği ilk kez gün yüzüne çıktı.
Eski bir eylemci
Çatlı 12 Eylül döneminin hızlı ülkücülerinden biriydi. Adı birçok cinayete karışmıştı. Ancak bu sırada istihbarat örgütlerinin de dikkatini çekmiş ve koruma altına alınmıştı. Çatlı artık devlet adına çalışan bir ajan haline gelmişti.
Suç nereye kadar?
Abdullah Çatlı ve içinde bulunduğu örgütün birçok yasa dışı operasyon yaptığı anlaşıldı. Ancak bunların hangileri devletin bilgisi ve izni dâhilindeydi? Bunu saptamak kolay değildi. Çatlı kimine göre çeteci kimine göre ise kahramandı.
Kahraman da olsa
Çatlı ve deşifre olan benzerleri, muhtemelen aldıkları talimatlar gereği devletin güvenliği için birçok eyleme katılmışlardı. Ama buralarda işlenen suçlar deşifre olmuştu ve hesabının sorulması gerekiyordu. Bu kısmen de olsa yerine getirildi.
İşlenen suçlar
Jitem, Susurluk çetesi, kimi özel harekâtçılar, işledikleri suçları “devletin güvenliğini korumak için yaptıklarını” söyledi hep. Adam da öldürmüşlerdi, PKK’ya da sızmışlardı, maddi kaynak bulmak için uyuşturucu da kaçırmışlardı.
Günümüze dönelim
Geçmişin hesabı sorulurken, ortaya MİT soruşturması çıktı. Dünü sorgulayanlar şimdi “Ama MİT terörü bitirmek için çalışıyor, bu sorgulanabilir mi?” diye itiraz ediyorlar. Geçmişin isimleri de aynı şeyi söylüyor oysa. Fark ne?
Fena mı yapmış
Terörü bitirmek için devletin terör örgütü liderleriyle konuşabileceğini ileri sürenler MİT’in KCK’ya sızması hakkında, son günlerde yakalanan eylem hazırlığındaki teröristleri göstererek “Fena mı oldu” diye soruyorlar. Elbette fena olmadı da...
Ortaya çıkmayacaksın
İşin püf noktası bu zaten. Devlet adına görev alıp devletin izniyle suç işleniyorsa, asla deşifre olunmaması gerekiyor. Oysa MİT deşifre oldu. Ülke güvenliği için yararlı işler yapmış olsa da bunu suç da işleyerek yaptığı anlaşıldı.
Neyi tartışıyoruz?
Demokratik bir ülkenin temel ilkesi suça ve suçluya nedeni ne olursa olsun asla prim vermemektir. Nasıl geçmiş geç de olsa sorgulanıyorsa Türkiye’nin bugünüyle de hesaplaşması ve asla yasa dışı eylemlere izin vermemesi gerekir.
Hepinize iyi haftalar dilerim.