İsveç olayında nasıl aşağılandık?
Can Ataklı; İktidar başta Erdoğan olmak üzere İsveç’in NATO’ya kabulü konusunda uzun süre sanki “sert bir direnç” gösteriyormuş gibi davrandı.
SOSYAL MEDYA
Ey ümmetçi kardeşim gözünü aç
Yazıyı sosyal medyada gördüm.
Albayım isimli bir hesapta yayınlanmış.
Bana çok ilginç ve önemli geldi.
Sizle de paylaşmak istedim.
Yazı şöyle;
Kıt aklınca bana yazan ümmetçi kardeşim dinle bak, sana ne diyeceğim!
Üniversite lisans ve mastırımı belirtmeyeceğim, haftada 2 kitap bitirdiğimi, günlük 10 tane gazete, dergi takip ettiğimi ve en az 20 yazarın köşe yazılarını okuduğumu, 50 ülke gezdiğimi, 3 dil bildiğimi, 4 kitap yazdığımı, saz çaldığımı söylemeyeceğim.
‘Cahilsin’ diyorum alınıyorsun, yeterince ‘okumamış ve araştırmamışsın’ diyorum kabul etmiyorsun, ‘görmemişsin ve yaşamamışsın’ diyorum güceniyorsun...
Cahil olmana değil, cahillikte diretmene kızıyorum. Yine de seni doğrudan doğruya suçlamıyorum, sen ve senin gibi saf insanları, iyi niyetli arkadaşları ve Türk halkını hususi cahil bırakanları, karanlığa sürükleyenleri ve sonrasında amaçları doğrultusunda bir maşa gibi kullananları lanetliyorum.
Şu an Riyad/Suudi Arabistan, uluslararası iş dünyası ve yatırım ajansları toplantısındayım. Biliyorum, sen kutsal toprak dediğin buraları hiç görmedin, belki umre ve hacca gidenlerden dinlemişsindir.
Dünyanın tüm Arap ülkelerini dolaştım, her seviyede Araplar ile tanıştım, mevcut dini yapı ve inanç sistemlerini inceledim, kültür ve hayat şartlarını görerek ve yaşayarak öğrendim.
Vardığım sonuç; her ne arayacaksan kendinde aramalı, her ne istiyorsan özünde bulmalısın.
Kim ki; Arabın şahsına, Arabın diline, Arabın kültürüne, Arabın giyim ve yaşam biçimine kutsiyet atfediyorsa, bil ki ya cahildir, kandırılmıştır, ya menfaat karşılığı satılmıştır.
Dikkat buyur; din demiyorum, din ortak bir kavramdır ve genel olarak Türkler de Müslümandır. (Kaldı ki Müslüman olmayan Türkler ve Türk boyları kardeşlerimiz de vardır, hepsine sevgimiz ve saygımız sonsuzdur.) Müslüman olup da Arap veya Türk olmayan farklı milletler ve ülkeler de mevcuttur.
Bu durumda, İslam dini; hiç bir ülkenin, milletin, hiç bir cemaat ve grubun tekelinde değildir.
Arap iyi Müslüman da, Türk kötü Müslüman mı? Bu hayranlık, sempatizanlık, özentilik neden?
Dünyadaki tüm Müslüman milletler, Arap gibi giymek, Arap gibi yemek, Arap gibi konuşmak, Arap gibi okumak, Arap gibi yaşamak zorunda mıdır? Kaynak nedir? Ölçü nedir? Doğru nedir?
Kaynak “Kur’an” dediğini duyuyorum. Ama kaynağı da iyi okumuyorsun, okusan da anlamıyorsun, kelimelerin manasını bilmiyorsun.
Kaynağın da anlayacağın dilde, Türkçe olarak okunmasını, duaların Türkçe edilmesini istemiyorsun. Çünkü sana öyle diyorlar, öyle öğretiyorlar, öyle aşılıyorlar.
Hiç sordun mu, araştırdın mı? Diğer dinler ve kitaplar nasıl?
Mesela İncil neden öyle değil. Avrupa ülkelerini gezince göreceksin ki, her ülke kendi dilinde dualarını okuyor, ibadetini yapıyor.
Ortodokslar mesela, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Yunanistan vs. hepsini gezdim, kiliselerine gittim, din adamlarıyla konuştum, gördüm ki hepsi kendi dillerinde, kendi kültürlerinde inançlarını harmanlayarak dinlerini yaşıyorlar.
Ayrıca... Müslüman ülkelerde Arap kültürünü hakim kılmak için yıllık ne kadar bütçe ve finansal kaynak ayrıldığını biliyor musun?
İsimleri ve faaliyet alanları farklı görünse de ortak amaç ve zihniyetleri “Arabizm” olan dernek, cemiyet, parti, vakıf, cemaat, tarikat vs. yapıların, sadece bayramdan bayrama topladıkları kurban derileriyle mi giderlerini karşıladıklarını sanıyorsun?
Bir tek bağışlarla mı geçiniyorlar? Yalnız aidatlarla mı ayakta duruyorlar? Kimler destekliyor? Hangi Arap ülkelerinin diasporası var bu oluşumların arkasında? Harcanan bu devasa sermaye, nasıl geri dönüştürülüyor?
Sen daha neyin orucu bozup-bozmadığını öğrenemedin ki, bunları nerden bileceksin? Günde 10 bin defa tesbih çekmeyi, 20 bin defa tekbir getirmeyi ders mi, ilim mi sanıyorsun?
Demem o ki ümmetçi kardeşim, aklını kullan, hipnoz olma, kimseye biat etme, gözlerini aç! Din kullanılarak dünya geneline yayılan Arap emperyalizmini gör, Selefi Arapçılığı fark et !..
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Piyasa sadece borsa değildir
Yandaş medyada ekonominin kötü gidişi ile ilgili bir haber bulamazsınız.
Enflasyon rakamları açıklandığında bu medya hiç üstüne alınmaz, kimi haberi hiç yayınlamaz, yayınlayan da sanki sıradan bir olaymış gibi “TÜİK son verileri açıkladı” gibi başlıklar kullanır.
Dövizdeki artışları da bu medyada göremezsiniz, hemen her gün tarihi bir rekor kıran dolar ve Euro haberleri neredeyse hiç yer almaz.
Ancak buna karşılık pembe tablo haberleri yandaş medyanın sayfa ve ekranlarını doldurur.
Geçen hafta hemen bütün yandaş medyada “Piyasaların artık umutlu olduğu, yeni kararların heyecan yarattığı ve yurtdışından para akışının başladığı” haberleri vardı.
Ancak haberlerden anlaşıldığı kadarıyla canlanan piyasa dedikleri şey borsanın yukarı seyir izlemesi.
Neymiş, son günlerde yabancı yatırımcılar borsaya geliyormuş.
İyi de borsa demek tüm piyasa demek değil.
Borsaya elbette para gelir, yabancı yatırımcı kâr gördüğü an balıklama atlar.
Bu gelen para, para olarak işlem görür ve kârıyla birlikte geri gider.
Yatırıma, istihdama bir katkısı olmaz genellikle.
Peki gerçek anlamda para geliyor mu Türkiye’ye?
Henüz böyle bir ışık yok.
SORDUM ÖĞRENDİM
İsveç olayında nasıl aşağılandık?
İktidar başta Erdoğan olmak üzere İsveç’in NATO’ya kabulü konusunda uzun süre sanki “sert bir direnç” gösteriyormuş gibi davrandı.
Oysa vetonun olmayacağını akıllı fikirli herkes başından beri biliyordu.
Nitekim sert açıklamalara rağmen Amerika “Yetti atık” diye bastırınca önce Meclis onayı hızla yapıldı, Erdoğan da kararı jet hızıyla imzaladı.
Onay süreci bittikten sonra eski Washington büyükelçilerimizden Namık Tan çok önemli bir tweet attı.
Şöyle diyordu;
İsveç’in NATO üyeliğini
- TBMM kararıyla,
- Cumhurbaşkanı onayıyla,
- Resmî Gazete’de yayınlamamız yeterli görülmediği için ABD Kongresi Cumhurbaşkanı imzasının ıslak imzalı aslını görmek ve emin olmak istedi.
Uçakla New York’a koşturulan imzalı belge Kongre’ye ulaşınca, F16 satışının önündeki engel kalktı
Türkiye’nin itibarı yerlerde sürünüyor. Resmi süreçlere bile güven/itibar kalmadı.
Daha fazla aşağılanmamız, horlanmamız mümkün olabilir mi?
“Dünyaya ayar verirken”, sürekli “ayar verilen ülke” haline düşmekten utanç duymuyor muyuz?
Namık Tan’ın bu açıklamayı yaptığını bilmiyordum, bir dostum bunu bir dedikodu gibi anlatınca “Olmaz öyle şey, bu kadarını yapamazlar artık” dedim.
Ama bilginin Namık Tan tarafından verildiğini öğrenince iş değişti.
Bunca yıl Amerika’da hem konsolosluk hem büyükelçilik yapmış birinin böyle uydurma bir haber yazması olanaksızdı.
Ardından ‘dezenformasyonla mücadele merkezinin’ açıklamasını okudum.
Açıklamada ıslak imzalı belgenin Amerika’ya gittiği doğrulanıyor ama “alel acele yetiştirildiği ve Kongre’nin güvensizliği” güya yalanlanıyordu.
Açıp Namık Tan’a sordum.
“Açıklamayı okudum, aslında benim söylediğimi teyit ediyorlar. 15 gün içinde gitmesi gereken belge hemen gönderildi” dedi.
DMM’nin açıklamasında “depozitör” ülke kavramı dikkatimi çekmişti, onu sordum.
Meğer Amerika ile 200’e yakın anlaşmamız varmış ve bu anlaşmaların ıslak imzalı belgeleri Amerika’ya da gönderilirmiş.
Uluslararası anlaşmalar gereği “depozitör” yani “saklayıcı” denilen ülkeler bu belgeleri ellerinde tutarlarmış.
Buradaki konu şuymuş; Amerikan yönetimi İsveç’e onay verildiğini biliyor ve kabul ediyor. Ancak kongre üyeleri Türkiye’ye güvenmediklerini belirterek F-16 satışı ve modernizasyonu için görüşmeyi ıslak imzalı belgeyi görmeden ele almayacaklarını söylemişler.
Bunun üzerine paniğe kapılan Ankara ıslak imzalı belgeyi anında yetiştirmek için harekete geçmiş.
O saatte Washington uçağı olmadığı için belge New York uçağına yetiştirilmiş oradan da bir diplomatik kurye ile Washington’a ulaştırılmış.
Bunun üzerine Kongre silah satışı konusunda artık bir engel çıkarılmayacağını açıklamış.
Sonuçta saraydan yalanlama diye yapılan açıklama aslında bir dezenformasyon.
ŞAŞIRDIM
Yunanistan’la yine yeniden papaz oluyoruz galiba
Çok yakın aralıklarla Erdoğan’ın git/gel’lerini izledik.
Önce Yunanistan başbakanı için “Artık benim için Mitçotakis diye biri yok” dedi.
Sonra tarihe geçecek cümlesini kurdu; “Bir gece ansızın gelebiliriz.”
Erdoğan Yunanistan’ın Ege adalarını işgal ettiğini de itiraf ederek “Bunun öyle süreceğini sanmasınlar” da dedi.
Sonra hava birden değişti, Erdoğan Yunanistan’a gitti, ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ sözünü Yunanistan’a değil terör örgütlerine söylediğini belirtti, Mitçotakis ile kucaklaştı, küçük adıyla hitap ederek büyük bir sevgi ve dostluk gösterisinde bulundu.
Herkes iki ülke arasında bir bahar havası oluştuğunu düşünürken Erdoğan önceki gün İzmir’de çok garip bir cümle sarf etti,
Şöyle dedi; “Mücadelemiz, düşmanı topraklarımızdan söküp atmakla, İzmir’den denize dökmekle bitmedi.”
Yani?
Bilemiyorum artık, yorum sizin.
BUNU YAZMAK GEREK
Öğretmenlerin “mülakat” tepkisi çığ gibi büyüyor
Seçim öncesi Erdoğan’ın vaatlerinden biri “kamuya memur alımında uygulanan mülakat yönteminin kaldırılacağı” yönündeydi.
Ancak pek çok kararda olduğu gibi bundan da dönüldü, özellikle milli eğitimde mülakatın süreceği anlaşıldı.
Öğretmen adayları buna çok tepkili.
Çünkü mülakat demek iktidara yakın olanların seçilmesi demek.
Şimdi bir platform kurulmuş.
“Mülakat Mücadelesi Atama Platformu” adlı bu oluşumdan öğretmenler sürekli tweetler atarak çaresizliklerini duyurmaya çalışıyorlar.
İktidarın bu sesi duyması mümkün mü?
Bence değil.
Ama hani Hacca gitmek için yola çıkan karıncaya “Yahu Kabe’ye kadar nasıl gideceksin?” diye sormuşlar o da “Ben yola çıkayım da” cevabını vermiş ya işte o hesap.
Umarım başarılı olurlar.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları