Liberal faşistler bunu anlamaz
Can Ataklı; Kimdir bu fırsatçılık yapanlar Devlet Bey, siz olmayasınız?
Bİ SORALIM BAKALIM
Kimdir bu fırsatçılık yapanlar Devlet Bey, siz olmayasınız?
Devlet Bahçeli’yi anlamak kolay değil.
Gerçi bir siyasetçi gün içine bile karar değiştirebiliyor, buna ülkemizde alıştık ama Devlet Bey öyle ağır bir dil kullanıyor ki, sonra bunun tam tersini yapmaya başlayınca ister istemez şaşırıyorsunuz.
Devlet Bahçeli Amasra’daki korkunç faciadan sonra iktidarı korumak için seferber oldu.
Her ne kadar “İhmaller araştırılacaktır” dese de asıl amacı iktidarın bu faciaya neden olmakla suçlanmasına karşı kendini siper etmekten kaçınmıyor.
Tamam, iktidar ortağıdır, bunu yapması belki normal karşılanabilir ama iktidara yönelik eleştirileri fırsatçılıkla suçlaması olacak iş değil.
“Amasra’daki maden kazası hepimizi yakmıştır” diyen Bahçeli arkasından tüm eleştirileri şu cümle ile karalıyor; “Gün yaralarımızı sarma günüdür. Fırsatçılık yapanların kanında leke vardır. Mesele samimiyetle, el birliği ile Amasra’nın yaralarını sarmaktır.”
Şimdi sormak isterim; “Devlet Bey kimdir bu fırsatçılar, kanında leke olanlar kimlerdir?”
Fırsatçılar “Sayıştay raporuna rağmen önlem alınmadı” diyen sarayın amiral gemisi Hürriyet midir örneğin?
Yoksa “Önlem alınmadı, bu facia geldi” diyen sarayın militanı Cem Küçük müdür?
41 insanımızın can vermesini sadece “Gün yaraları sarma günüdür, konuşmayın, eleştirmeyin” diyerek mi örtmek istiyorsunuz?
Devlet Bey’e Soma konuşmasını da hatırlamak isterim.
Eğer bugün yapılan eleştiriler bozgunculuksa, fırsatçılıksa, kanda leke ise sizin 2014’te yaşanan Soma faciasından sonra söylediklerinizi nereye koyarız acaba?
Bugün nasıl başta meslek odaları olmak üzere konuyu inceleyen herkes denetim eksikliğinden, önlem alınmamasından, yüksek kar amacıyla işçilerin zorlanmasından söz ediyorsa siz de Soma faciasında bunları dile getirmiştiniz.
Örneğin “İddia edilenin aksine denetim eksikliklerinin hat safhada olduğu anlaşılmaktadır. Yapılan tespit ve açıklamalardan anlaşılmıştır ki maden ocaklarında yaşam odalarının olmayışı, yanmaz kablo kullanılmayışı, maskelerin eski olması, asansörlerin ve gaz ölçüm cihazındaki aksaklıkların varlığı ağır fatura çıkarmıştır” demiştiniz.
Bugün söylenenlerden ne farkı var bu sözlerin?
Devlet Bey, Soma faciasına neden olan iktidarı eleştirirken “Başbakan’ın fıtrat dediğine gelişmiş ülkeler cinayet demektedir. Erdoğan’ın maden faciası ile ilgili ‘Bunlar olağan şeyledir bunun fıtratında var’ demesi acımasız ve kalpsiz şahsiyetin zırvasıdır” demiştiniz.
Bugün Cumhurbaşkanı olan Erdoğan bu kez “kader” dediği için eleştirilmiyor mu?
Bunun neresi fırsatçılıktır?
Bugün Erdoğan’ın Amasra’ya muazzam bir koruma ordusu ile gelmesini eleştirenleri topa tutuyorsunuz ama siz zamanında Erdoğan’ın Soma’ya girişini aynı biçimde eleştirmiştiniz.
Bu sözler size ait Devlet Bey; “Başbakan Erdoğan, Soma’ya gitmiş terör estirmiştir. Ulu orta vatandaşlarımız ile kavga etmeye niyetlenmiştir. Başbakan’da merhamet, anlayış kalmamıştır.
Başbakan manen bitmiş, aklen tükenmiş, kalben iflas etmiştir. Başbakan’a göre 301 işçimizin ölümü sıradandır ve literatür uygundur.”
Ve Devlet Bey, dünkü grup toplantısında da şunu söylediniz: “Amasra’yı konuşuyorken, Soma felaketini hatırlatmak maksatlıdır, hastalıklı bir yaklaşımdır.”
Nokta. Başka sözüm yok.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Trafik mafyası vakfı hortlamış yine
Geçe hafta perşembe günü Beylerbeyi’nden mahalle komşum Yusuf Öztürk’ün tek kişilik gösterisini izledim.
Şişli Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki gösteriyi kalabalık bir izleyici kitlesiyle birlikte bol kahkahalı bir gece geçirdik.
Ancak gösteri çıkışı karşılaştığım sürpriz hiç de hoş olmadı.
Birkaç yıldır varlığı pek görülmeyen “Trafik Vakfı mafyası” belli ki yine iş başı yapmış.
Akşam 20.00’deki gösteri için Flashhaber’deki yayından çıkıp Şişli’ye varmam 20.10’u buldu.
Yusuf Öztürk trafikte kalanlar için gösteriyi biraz geç başlatınca ben de yetişmiş oldum.
Kültür merkezinin önünde neredeyse 20 araba park etmişti. Ben de, hayli küçük arabamı aradaki minik boşluğa bırakıp içeri girdim.
Çıktığımda sadece benim arabamın çekilmiş olduğunu gördüm.
O araçlar trafiği asla engellemiyordu.
Trafik mafyası belli ki araç seçiyor çünkü benim küçük arabam dışındaki lüks otomobillerin hiçbirine dokunulmamıştı.
Zaten dokunamazlar da çünkü o Mercedes’lerin, BMW’lerin kime ait olduğunu bilmiyorlar, potansiyel olarak bunların sahiplerinin AKP’li olma ihtimali çok yüksek, o zaman da çekmek için yürek gerek.
Nitekim arabamı almak üzere gittiğim yediemin parkında ilaç için bile bir tane lüks araç yoktu.
Hep B ve C kategorisindeki araçları çekiyorlar, “Onların sahipleri nasıl olsa dişli olamaz” diye düşünüyorlar besbelli.
Trafik Vakfı mafyası yoğun eleştiriler üzerine bir süre önce kapatılmıştı. İçişleri Bakanı da artık çok zorunluluk olmadıkça (trafiği engelleme, yaya geçidini kapatma, engelli geçişinin üzerine park etme, otobüs durağını işgal hariç) araç çekilmesinin son bulduğunu açıklamıştı.
Ancak belli ki o eski Trafik Vakfı yerine kurulan yeni vakıf bunu hiç takmıyor.
Gariplik şurada; Araç çekme bedeli 250 lira, otopark parası 30 lira. Ama trafik cezası 190 lira. Yani bu mafya gibi çalışan vakıf devletin alması gereken trafik cezasından fazla kazanıyor.
REZİDANS ASANSÖRÜNDE 7 SİYAHİ ŞAHIS
Yusuf Öztürk’ün kahkaha dolu tek kişilik oyununun ilginç bölümlerinden biri rezidans asansörü esprisiydi. Yusuf Öztürk çok katlı bir rezidansın en alt katında oturuyormuş. Bu nedenle hiç asansör kullanmıyormuş doğal olarak. Bir gün “Şu üst katları da göreyim” diyerek asansöre binmiş ve en üst kata çıkmış. Tekrar aşağı inerken asansör birçok katta durmuş ve birileri binmiş. Fotoğrafa bakın, başka söze gerek yok herhalde.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Liberal faşistler bunu anlamaz
Erdoğan iktidarının mimarlarından kimi eski solcu liberaller hayli zamandır sessizdiler.
Bir zamanlar Erdoğan için göğüslerini siper ediyorlardı bunlar, ne zamanki havaya girip Erdoğan’ı da eleştirmeye başladılar hava değişti.
Erdoğan bunların üzerinden silindir gibi geçti, sesleri solukları çıkmaz oldu.
Şimdi bu “yetmez ama evet”çilerden biri olan Etyen Mahçupyan o günleri hatırlatan bir konuşma yapmış.
Şöyle demiş: “Çok belli ki ben muhalefete oy vereceğim. Ama son kertede, Erdoğan ile Mansur Yavaş karşılıklı olarak kalırsa kime oy vereceğimi ben şu anda bilmiyorum. Yeniden Tayyip Erdoğan’a da verebilirim. Çünkü ana mesele değişmeyecekse, o zaman tamamen pragmatik bakılacaksa, o zaman ben şu soruyu soracağım: Putin ile teke tek oturduğunda Mansur Yavaş’a mı güvenirim Tayyip Erdoğan’a mı? Çok açıkça Tayyip Erdoğan’a güvenirim.”
Daha önce olduğu gibi bu kişi elbette yine Erdoğan’a verebilir.
Benim merakım ise başka; Mahçupyan Putin ile teke tek kaldığında Erdoğan’a güveneceğini söylüyor. Peki ne oluyor Putin’le teke tek kalınca?
Mahçupyan ve benzerleri asla demokrat olmadıkları için demokratik bir devlet yönetiminde “teke tek görüşmelerle tek kişinin hayati kararlar vermeyeceğini” bilmiyor, bunu algılamıyor.
Oysa ister Mansur Yavaş ister başkası aday olsun, seçim kazanıldığında artık kimse “tek başına” görüşmeler yapıp “tek başına” ülkenin hayati kararlarına imza atamayacak, atamayacak.
Bunu anlamak için liberal faşizmden kurtulmak gerek ama belli ki çok zor.
İŞTE BUNU ANLAMIYORUM
Türbanlı kadın erkeklere çıplak elle masaj yapar mı, hem de ulu orta?
Bazı şeyleri anlamakta gerçekten güçlük çekiyorum.
Şu türban olayını yıllarca tartıştık durduk.
Akla ziyan tartışmalar da oldu, sonunda milletin kafası iyice karıştı.
İktidar yandaşları bir taraftan örtünmenin dini bir zorunluluk olduğunu savunurken diğer taraftan da kıyafet özgürlüğü diyerek laik demokrat kesimi etkilemeye çalıştılar hep.
Şimdi size Bursa’daki bir alışveriş merkezinde gördüğüm bir manzarayı anlatmak istiyorum.
Orta boy bir mağaza düşünün, ama kapısı ve camekanı yok, yani açık alan gibi. 7-8 masaj koltuğu yan yana sıralanmış, bunlara oturuyorsunuz ve bir masajcı size 10 dakika masaj yapıyor.
Bir erkek, üzerindeki gömleği çıkarmış, atleti ile kalmış, türbanlı bir kadın da erkeğin çıplak tenine çıplak elle masaj yapıyor.
İster istemez kafası karışıyor insanın.
Dini değerleri güçlü olduğu için saçının telini bile göstermeyen kadın, muhtemelen yakın çevresi birbirini tanımayan kadınla erkeğin yan yana gelmesinden bile rahatsız olanlardan meydana geliyor, ama o hiç aldırmadan işini yapıyor.
Bu manzarayı görünce “ne dini inanış, ne de kıyafet özgürlüğü” tanımları sanki yerine oturmuyor.
O zaman demek ki, bu kadınların birçoğu tamamen mahalle baskısı ile böyle giyinmek zorunda hissediyor kendini.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları