loading
close
SON DAKİKALAR

Milli olmak 'onur'mudur 'kazanç' kapısı mıdır?

Can Ataklı
Tarih: 21.06.2016
Köşe: Günlük Yazılar

Can Ataklı; Milli takımda oynayan futbolcular zaten milyonlarca dolar kazanıyorlar. Lafa gelince hepsi 'milli göreve' koşuyor. Bunun 'onurunu' yaşıyor. Millet onları destekliyor. Bir başarı halinde millet sevinirken onlar birer servet kazanıyor.

DEDİKODU

ORDU İLE SARAY ARASINDA BİR ŞEYLER OLUYOR


Elbette elimde çok sağlam kanıtlar ya da bilgiler yok, ancak son bir hafta 10 gün içindeki gelişmelere bakınca ordu-saray-iktidar ilişkilerinin kamuoyundaki tahminlerin ötesinde çok daha iyi ve yumuşak olmadığı izlenimini ediniyorum.
Dışarıdan bakıldığında iktidarla özellikle sarayla ordu arasında müthiş bir uyum ve işbirliği varmış gibi görünüyor.
Hatta öyle ki, kimi muhalif çevrelere göre asker neredeyse “sarayın muhafızı” gibi bile davranıyor.
Askere yönelik bu eleştiri ya da bakış açısı aslında iktidarın çok işine geliyor. Çünkü onlar bu fırsatı hiç kaçırmıyor ve “siz eskisi gibi hükümetleri vesayet altında tutan, istediğinde deviren, demokrasi ve hukuka uymayan orduyu özlüyorsunuz, ama geçti o günler” yaygarasını koparıyor.
Aslına bakarsanız bu zihniyetin “eskiden” dediği hiçbir şey doğru değil.
Ordunun bir ağırlığı yok muydu?
Elbette vardı.
Ama orduların ağırlığı en demokratik ülkelerde bile hep vardır ve olacaktır da.
Burada önemli olan orduların sivil hükümetlere etki yapması, bazı konularda ağırlık koyması değil, yasa ve hukuk kurallarını bir kenara bırakarak yönetimi ele geçirip geçirmemeleridir.
Türkiye 12 Eylül'den sonra böyle bir durumu hiç yaşamadı.
Silahlı Kuvvetler yaptıkları her şeyi yasaların ve hukukun kendilerine tanıdığı çerçeve içinde demokrasi kurallarına göre uyguladılar.
Aksini söyleyen varsa örnekleriyle bunu kanıtlamak durumundadır.
Asker eskiden olduğu gibi şimdi de siyasi iktidarın emir ve komutasında. Bunda şaşılacak bir şey yok.
Ancak son zamanlarda ordunun “Türkiye'nin güvenliği ve çıkarları” doğrultusunda, biraz da “bizi biraz fazla örselediler” psikolojik baskısı altında rahatsızlık yaşadığını hissediyorum.
Milli Savunma Bakanı'nın “Askerin şehit vermemek için operasyonlara çıkmadığı günleri de biliyoruz” sözlerinden sonra yaşanan “sessiz tepki” bunun en somut örneklerinden biri.
Milli Savunma Bakanı'nın bu talihsiz sözlerinin asker içinde derin bir üzüntü ve öfkeye yol açtığını da biliyorum ki bu artık saklanamıyor da zaten.
Genelkurmay başkanı sanıyorum pek dikkat çekmemek için “Ordumuz dün olduğu gibi bugün de teröre karşı her türlü fedakârlığı yapacaktır” diyerek askerin Milli Savunma Bakanı'na tepkisini dile getirdi ama bunun yetmeyeceği ileri sürülüyor.
Önümüzdeki askeri şurada konunun daha sert biçimde gündeme gelmesi ve Milli Savunma Bakanı'nın özür dilemesinin ve hatta istifa bile etmesinin şaşırtıcı olmayacağı söyleniyor.
Ordu ile saray-iktidar arasındaki ikinci sıkıntılı konu mültecilerin önlenmesi için NATO Donanması'nın Ege ve Akdeniz'de konuşlanması.
6.5 milyar Euro için imzalanan siyasi anlaşmanın “Ege'deki NATO Donanması” bölümü askeri çok rahatsız ediyor. Asker böyle bir önlemin Türkiye'nin hükümranlık haklarına müdahale olduğunu düşünüyor.
Ancak bazı kurmayların “zamanında Karadeniz ve Boğazlar konusunda aldığımız kararlı tavır bize Balyoz olarak geri döndü. Bu kez daha dikkatli olunmalı” dediklerini ve bu nedenle konunun kamuoyu gündemine pek taşınmadığını öğrendim.
Asker saray-iktidar ilişkilerinin biraz limonileşmesinin sonucu ne olabilir?
Şimdilik kimse bundan nemalanmayı düşünmesin.
Asker geçmişten gelen ciddiyeti ve bu iktidarın uygulamalarından aldığı dersle asla hukuk ve demokrasi dışı yollara sapmaz.
Ancak söz konusu ulusal güvenlik ve iç barış olduğunda kararlığını da göstermekten çekinmez.

ANALİZ

“İKİSİ DE KUSURLU” DEMEK ŞİDDETİ TEŞVİKTİR


İstanbul Cihangir'de çirkin bir olay yaşandı geçen hafta.
Bir plakçının, yurtdışından yayın yapan bir radyo istasyonunun yeni müziklerini tanıtmak için düzenlediği küçük bir tören, “Ramazan'da içki içiliyor” gerekçesiyle basıldı.
Yaralananlar oldu, saldırganlar yakalandı, ancak serbest bırakıldı.
Konuyla ilgili haber ve tartışmaları medyadan izlemiş olmalısınız.
Bu çirkin saldırı olayına her nedense saray da katılma gereği duydu.
Erdoğan kendisini destekleyen sanatçı ve sporculara verdiği iftarda Cihangir'deki saldırı olayının çok kötü olduğunu, kendisini de üzdüğünü söyledi.
Sonra da “Burada iki taraf da kusurlu” dedi.
Kusurlu dediği taraflardan biri “bir dükkândaki tanıtım töreninde içki içenler” diğeri ise “Ramazan ayında içki içilmez” diyerek burayı basan, etrafı kan gölüne çevirenler.
Öncelikle tanımlarda anlaşmamız gerekiyor.
Birincisi saraydaki “kusur” diyor.
Oysa ortada kusur değil bir “suç” var.
Bir yeri basıp sopalarla, şişelerle insanlara saldırmak kusur değil suçtur.
Bu nedenle “ikisi de kusurlu” tanımı burada geçerli değildir.
Böyle bir durumda siz iki olayı aynı kefeye koyarsanız, suç işleyenin lehine davranmış olursunuz.
Yani ortaya “bir kusur işlersen, sana karşı suç işlenebilir” mantığı çıkar.
Ancak burada daha vahim olan hukukun üstünlüğünü savunmak ve korumak zorunda olan bir cumhurbaşkanının böyle bir skandala imza atmasıdır.
Cumhurbaşkanı açıkça “Saldırı kötüdür ama Ramazan'da içki içilmesi de olmaz” anlamına gelen sözler söyler söyleyerek “Ramazan'da içki içen kişiye yönelik şiddeti” meşru hale getirmiştir.
Devleti yönetenler, fikir ve görüşleri ne olursa olsun, hukukun uygulanmasını sağlamak zorundadır.

Bİ SORALIM BAKALIM

MİLLİ OLMAK “ONUR” MUDUR “KAZANÇ” KAPISI MIDIR?


Büyük umutlarla gidilen Avrupa Şampiyonası'nda beklenen sonuç alınamayınca kıyamet koptu.
Eğer Milli takım iki maçını da kazansaydı aslında tam tersi olacaktı.
Bugün “beceriksiz, yeteneksiz” ilan edilen Fatih Terim belki de “İmparatorların imparatoru” diye anılacak, başta Arda olmak üzere futbolcular da “milli kahramanlar” ilan edilecekti.
Oysa tersi olunca kahramanlık bir anda çıkarcılığa dönüverdi.
Tabii kamuoyu da, bilmediği ya da başarı halinde bilse de hiç aldırmayacağı büyük bir “prim” rezilliğini öğrendi.
Meğer maçlardan önce futbolculara dağıtılacak paralar konusunda büyük tartışmalar çıkmış.
Para dediğimiz de sembolik falan değil, bayağı servetlerden söz ediliyor. Miktarı tam bilmiyorum ama eğer Milli Takım grubundan çıkabilse, üstüne çeyrek ya da yarı final oynayabilse futbolcular 1'er milyon Euro'nun üzerinde paralara kavuşacaklar. Şampiyonlukta ne olur bilmiyorum?
Peki, futbolcu bir şampiyonada başarılı olursa para almasın mı?
Alsın da, bunun bir ölçüsü olmalı.
Olimpiyatlarda madalya kazananlar farklı. Onlar amatör ruhla yapıyorlar sporu. Milli bir başarının biraz abartılı da olsa maddi olarak ödüllendirilmesi normal.
Ancak milli takımda oynayan futbolcular zaten milyonlarca dolar kazanıyorlar.
Lafa gelince hepsi “milli göreve” koşuyor. Bunun “onurunu” yaşıyor. Millet onları destekliyor. Bir başarı halinde millet sevinirken onlar birer servet kazanıyor.
Sonra bir bakıyorsunuz bu “çakma milliyetçiler” parayı paylaşmaya gelince sıra birbirlerine düşüyorlar. Tabii suç futbolcularda mı yoksa milleti sözde başarı hikâyeleriyle oyalamak için onlara milletin kesesinden birer servet veren iktidar mı?

ÇOK GÜLDÜM

ÜÇ YIL SONRA RAHATLAYACAKSIN


Yıldırım Tuna'dan;
Ülkesini yalanlarla, sağa sola saldırarak, popülizm yaparak yöneten devlet adamı falcıya gitmiş. Önündeki kristal küreye bakan iri dudaklı, kırmızı rujlu yaşlı kadın “Tam üç yıl sonra rahatlayacaksın” demiş.
“Yani üç yıl sonra çok daha kolay mı yöneteceği ülkemi? ” diye sormuş devlet adamı heyecanlanarak.
“Yok” demiş falcı kadın, “Üç yıl sonra kaçak yaşamaya alışacaksın.”

KOMİK

PAYANDACILARIN KAFASI KARIŞIK


Başlığa bakıp “payandacı da ne?” diye soracaksınız.
Basit; iktidarın etrafında bir yandaş-yalakalar var. Bunlar zihnen ve fikren kendilerini tamamen iktidara adamışlar.
Bir de aslında bu iktidarla ilgisi olmayan hatta rahatsızlık bile duyan ama çıkarı gereği destek verenler var. Bunlara payandacı diyorum.
Onların kafası çok karışık. Zihnen ve fikren AKP'li olmadıkları için bir gün önce yazdıklarını unutup ertesi günü başka şey yazabiliyorlar.
Örneğin dün “Erdoğan bırakın Türkiye'yi bölgeyi de kurtaracak liderdir, ondan başarılısı yok” diye yazan bir yazar bugün Milli Takımı eleştirirken “Her düzeyde dökülmeye başlayan Türkiye'de futbol ne olacak ki?” diye başlayabiliyor yazısına.
Bir de ilk yıllarda payandacılık yapan sonra “hidayete erenler” var ki onlar tam evlere şenlik.
Bir tanesi yazmış “Muhafazakâr demokratlık fos çıktı” diye. Yoktu ki öyle bir şey, onlar uydurmuş, onlar inanmıştı, şimdi güya eleştiriyor gibi yapıp çapsızlık ve çıkarcılıklarını sergiliyorlar.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

SARAY, MİLLİ TAKIM'A VE ARDA'YA “BENİM DE BAŞIMA GELEBİLİR” DİYE SAHİP ÇIKIYOR


Milli Takım Avrupa Şampiyonası'nda çok kötü iki maç sonucu alınca ağır eleştirilere maruz kaldı.
Saray ise bütün bu tepkilere göğüs geren bir tavır içinde.
Erdoğan “Utanın” diye seslendi futbol seyircisine. Bu Milli Takım ve futbolcular (ama özellikle Arda) geçmişte çok başarılı maçlar çıkarmışlar, bunlar unutulmamalıymış.
Mantık açısından doğru gelebilir de, hayat öyle değil işte.
Tarih nice başarılı işlere imza atmış ancak sonra başarısız olup çöplüğe atılmış isimlerle dolu.
Özellikle siyasi amaçlarla kitlelerin ateşlenmesinde kullanılan başarıların başarısızlığa dönüşmesi en tehlikelisidir. Büyük kitleler sürekli başarı ister, ibre tersine döndüğünde kitleler de sırt çevirir.
Tabii Erdoğan'ın ruh halini de anlamak gerek.
Kendi siyasi çıkarları için tehdit ve tehlike gördüğü her kişi ve kurumu, bir süre göklere çıkardıktan sonra bir anda yok etmeyi çok iyi başardı bugüne kadar.
Üstelik halkın bir gün öncesine kadar yücelttiği kişileri bir anda yerin dibine batırmaktan çekinmediğini de biliyor.
Erdoğan bugün için toplumun geniş bir kesiminin kahramanı, rol modeli hatta kutsal bir değeriymiş gibi olabilir.
Ancak kitle psikolojisi tıpkı maçlardaki gibi, beğenmediği bir şey olduğunda anında “dışarı” sloganları atabiliyor.
Erdoğan “Bugün beni çok sevenler, yarın bir anda arkalarını dönebilirler” korkusu yaşıyor bana göre.
Bu nedenle Milli takımı eleştirenleri utanmazlıkla suçlamaktan
çekinmiyor.

Can Ataklı - Korkusuz

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları