Ne işimiz var Suriye'deki terörist avında?
Can Ataklı; Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika ile ne kadar yakın olduğumuzu anlatmak isterken galiba kantarın topuzunu kaçırıyor.
ANALİZ
Amerika aynı anda hem en yakın dostumuz, hem en büyük düşman!
Artık işin iyice çivisi çıktı.
Devlet yönetimi ve özellikle dış politika tel tel dökülüyor.
Halkımızın bir bölümü iktidarın bugüne kadar görülmemiş biçimde dünyanın egemen güçlerine karşı dik durduğunu, Türkiye'nin bir süper güç haline geldiğini, Erdoğan'ın bir dünya lideri olarak herkese ayar verdiğini zannediyor.
Buna inanıyor.
Oysa bu iktidar sayesinde Türkiye, tarihinin en az itibarlı dönemini yaşıyor.
Türkiye'yi ciddiye alan, Türkiye'ye inanan ve güvenen neredeyse tek ülke bile kalmadı.
Elbette Türkiye'nin konumu, nüfusu, ekonomik kaynakları nedeniyle Amerika'sı da, Avrupa'sı da, Rusya'sı da iyi geçinmek için çaba gösterebilir ama bu itibarlı olduğumuz anlamını taşımıyor.
Bu itibarsızlığı bizzat kendimiz yaratıyoruz.
İktidar durumu biliyor ama asıl amaç, ne pahasına olursa olsun iktidarı korumak olunca hiçbir kural tanımıyor.
İşte son örnek Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Amerikalı işadamları ile yaptığı toplantıdaki konuşması.
Erdoğan diyor ki; “Türkiye ve ABD arasında ortak çıkarlara dayalı, güçlü, kapsamlı ve stratejik bir müttefiklik ilişkisi vardır. İlişkilerimizde zaman zaman görüş ayrılıklarına dayalı iniş çıkışlar yaşasak da ortaklığımız pek çok zorluğun üstesinden gelmiştir. Trump'ın özellikle Suriye bağlamında aldığı son inisiyatif, Türk-Amerikan ilişkilerini baltalamaya çalışanların planlarını boşa çıkarmıştır.”
Sonra da ekliyor; “Yaşanan tüm sıkıntıları, sınamaları, direnç testlerini başarı ile atlattık.”
Aman Allah'ım olacak şey mi bu?
Ne sınaması, ne direnç testi?
Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Pes mi desem, başka bir şey mi desem?
Kimdir Türk-Amerikan ilişkilerini baltalamaya çalışanlar acaba?
Ne planlıyor bunlar?
Planlar boşa çıktığına göre, bundan sonrası bahar havası mı olacak?
Erdoğan bu inanılmaz konuşmayı yaptığı sırada, henüz böyle bir konuşma yapılacağından haberi olmayan yandaş-tetikçi medya ise Amerikan aleyhtarı haberler hazırlığında.
Bir tanesi, Amerika Dışişleri Bakanı'nın attığı tweette kullandığı haritada, Türkiye'nin bölünmüş olarak gösterildiğini anlatıyor haberinde ve Amerika'nın “bu bir hata” açıklamasına rağmen “Biz bu numaraları yemeyiz, hata olsa tweet yayından kaldırılırdı, oysa aynen yerinde duruyor” diyerek tepkisini dile getiriyor.
Bir başka yandaş gazete ise, “Terör cephesi tehdit etti” başlığı altında Amerika, Mısır, Fransa, Almanya, Ürdün, Suudi Arabistan ve İngiltere'nin “Türkiye, bölgeyi istikrarsızlaştıran bir ülkedir” açıklamasına imza attığını belirtiyor.
Aynı anda Amerika hem “her şeye rağmen bütün engelleri aşarak ve sınavlardan geçerek dostluğumuzu kanıtladığımız” bir ülke olarak, hem de “Türkiye düşmanı terör destekçisi” bir güç olarak tanımlanıyor.
Böyle davranan ve üstelik bunun iyi bir şey olduğunu sanan ülkenin, dış dünyada ciddiye alınması, itibar gösterilmesi, güvenilmesi mümkün müdür?
Değil tabii ve bunlar da olmuyor zaten.
YENİ ÖĞRENDİM
Kamyon terörü olağanüstü bir hal almış
Bundan herhalde 10 yıl kadar önceydi.
O sırada Vatan Gazetesi'nde yazıyordum.
AKP iktidarının “halka hizmet” olarak ortaya koyduğu tek şey olan inşaatların her tarafta yükseldiği dönemlerin başıydı.
Çok sayıda inşaat olunca elbette çok büyük hafriyat da gerekiyordu ve doğal olarak çok sayıda hafriyat kamyonuna da ihtiyaç vardı.
İşte o sıralarda şimdi artık çok alışık olduğumuz dev kamyonlar, İstanbul caddelerinde adeta fink atıyordu.
O sırada yazdığım birkaç yazı ile “Bu hafriyat kamyonları çok denetimsiz çalışıyor. Her biri adeta birer potansiyel cinayet makinası gibi cadde ve sokaklarda hem aşırı hız yapıyor hem de şoförler kamyonları çok hoyrat kullanıyor. Bir süre sonra hafriyat kamyonları faciası haberleri göreceğiz sakın şaşırmayın” diye belirtmiştim.
Nitekim ondan sonra hafızalara kazınan pek çok kamyon kazası haberine tanık olduk.
Ancak açık söyleyeyim, kızları Şule'yi Kadıköy'ün ortasındaki Yoğurtçu Parkı'nda, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait bir hafriyat kamyonunun geri geri gelirken çarpması sonucu kaybeden İdil Ailesi'nin yaptığı araştırmayı okuyana kadar durumun ne kadar vahim olduğunu ben bile bilmiyordum.
Şule İdil'in ölümünden sonra büyük bir mücadeleye giren İdil Ailesi, İstanbul caddelerinde fütursuzca dolaşan hafriyat kamyonu ve beton mikserlerinin neden olduğu kazaları araştırmış ve bunları bir rapor halinde derlemiş.
Sadece 2018 yılında kamyon ve mikserlerin karıştığı kazalarda tam 253 kişinin öldüğünü ben de hayretler içinde öğrendim.
Bu kazalarda 943 kişi de yaralanmış.
İdil Ailesi'nin hazırladığı rapora göre; Şule İdil'in 2016'daki trajik ölümünden bu yana sadece İstanbul'da 67 kişi hayatını kaybetmiş. Bunlardan 35'i yayaymış.
Kızlarının ölümünü yüreklerine gömen İdiller, bu araştırmaları yetkilileri uyarmak, bu konuda etkili önlemler alınmasını sağlamak ve kamuoyunda duyarlılık yaratmak için hazırladıklarını söylüyorlar.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Ne işimiz var Suriye'deki terörist avında?
Cumhurbaşkanı Erdoğan Amerika ile ne kadar yakın olduğumuzu anlatmak isterken galiba kantarın topuzunu kaçırıyor.
Önceki gün , “(Suriye'de) Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri'nin çekileceği alanlarda terörle mücadele sorumluluğunu devralmaya hazırdır” dedi.
Affedersiniz ama Suriye'deki terörist avında Türkiye'nin ne işi var?
Niye Amerika'nın boşalttığı yere benim henüz hayatlarının baharındaki evlatlarım gidip can versinler?
Türkiye, çok uzun yıllardır kendi topraklarındaki terörle mücadele ediyor ve bu uğurda gerçekten çok büyük bedeller ödendi.
Türkiye, sırf Amerika'nın hoşuna gidecek diye başka ülkelerin topraklarına girerek terörle mücadele adı altında kendi insanının canını riske atamaz.
Türkiye sınırlarını iyi koruyan, dışarıdan gelecek terör saldırılarına en iyi ve sert cevabı vermeye hazırlıklı ülke olmalıdır, bu yeter.
Bugüne kadar Suriye topraklarında konuşlanan on binlerce dinci teröristin, diledikleri zaman Türkiye'ye girip çıktıklarını biliyoruz.
Türkiye bu kaçakları önlemeli, giriş çıkışları kesmeli, Türkiye sınırları içinde yaşamaya çalışan teröristleri etkisiz hale getirmelidir.
İşgalci Amerika'ya özenip “boşaltacağın yeri biz doldururuz merak etme” demek Türkiye'nin çıkarları ile uyumlu değildir.
Bİ SORALIM BAKALIM
“Devlet et, süt satmaz” diyenler devletin sera kurmasına ne diyor acaba?
Özelleştirme hayranlarının en çok kullandığı slogan şuydu; “devlet et, süt, kumaş, ayakkabı satar mı?”
Burada amaçlanan, “Piyasaya mal üretmenin devletin işi olmadığını” anlatmak hesapta.
Devlet sadece düzenleyici olmalıydı.
Piyasa ise serbest rekabet koşulları içinde sivil girişimcilerle oluşmalıydı.
Bu iktidar da bu slogandan yola çıkarak elinde avucunda ne var ne yok sattı hepsini.
Şimdi seçimler geliyor.
Ekonomiyi kontrol edecek kadar bilgi ve birikime sahip olmadıkları için işler çatallaştı, enflasyon yükseldi, döviz fiyatları arttı, işsizlik had safhada.
Böyle olunca kendi kitleleri de dahil, toplumda müthiş bir huzursuzluk rüzgarı esmeye başladı.
Çare yine bildik popülizmde aranıyor.
Baktılar ki ekonominin tutulacak tarafı giderek kalmıyor, tıpkı döviz artışındaki “dış güçler” gibi şimdi de bir “gıda teröristleri” masalı uydurdular.
Neymiş “birileri, kimileri, bazıları!” gıda fiyatlarını kasıtlı olarak artırıyormuş, bu bir terörmüş ama “Allah'ın izniyle” bunu da üstesinden geleceklermiş.
Buldukları çare ise evlere şenlik bir komiklikte.
30 yıl öncesinin “belediye tanzim satışı” sistemi kurulacakmış.
Üreticiden ucuza alınan (nedense üreticiden hep ucuza alınır) gıda ürünleri aracısız olarak bu merkezlere getirilecek ve halka yine ucuz olarak satılacakmış.
Hükümetimiz bununla da yetinmeyecekmiş, gıda ürünü yetiştirmek için seralar kuracakmış.
Kısacası döndük mü yine eskiden olduğu gibi et, süt, sebze, meyve üretmeye.
Ekonomi alanında da söyledikleri hep aldatmaca.
Başları biraz sıkışınca, gitti o “kutsal serbest piyasa” anlayışı, geldi yine “devletçilik” uygulaması.
Tabii seçime kadar hepsi.
Ya ondan sonrası?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları