Nereden çıktı bu 'son seçim' lafı
Can Ataklı; Valiler iktidar korkusuyla yetkilerini kötüye kullanıyor.
ANALİZ
Macar Urban olmasaydı Fatih İstanbul’u fethedebilir miydi?
Son günlerin en popüler konularının başında CHP’nin “İkinci Yüzyıl Vizyonu”nu açıklarken bir ABD’li ekonomik danışmanı görevlendirmesi geliyor.
Kılıçdaroğlu son ABD ve İngiltere gezilerinde, bu ülkelerin önde gelen bilim insanlarıyla görüşmeler yaptığını söylemişti.
Yine bu ülkelerde çalışan ve yetenekleri dünya çapında olan Türk bilim insanlarını da göreve çağırdığını söylemişti.
Nitekim bu kapsamda CHP, biri ABD’li ikisi yurtdışında yaşayan üç önemli ismi danışman kadrosuna kattı.
Tabii bu danışmanlardan ABD’li olan hayli gürültü kopardı.
İktidar tarafı “CHP umudunu ABD’lilere bağladı, ülkeyi ABD’ye teslim edecek” türü kampanyalar yaparken, CHP içindeki bazı unsurlar da ABD’li danışmandan rahatsızlık duyduklarını dile getirdiler.
Oysa adı üzerinde danışman, herhangi bir işin ortağı, egemen gücü, sahibi değildir.
Belli bir işin yapılabilmesi için bilgisine başvurulan kişidir.
Bu kişinin “yerli ve milli” olması ile yabancı olması arasında niteliksel bir fark yoktur.
Hazreti Muhammed’in dediği gibi “İlim Çin’de olsa gidip bulun” düsturunun günümüzdeki uyarlamasıdır.
Tabii gerçek bu olsa da iktidar açısından konuyu sömürmek ve “Yabacıları ülkenin başına geçirecekler, bunlar milli değil” propagandası yapmak kolaycı bir yöntem.
AKP Genel Başkanı Erdoğan da bu konuyu alabildiğine sömürerek önceki gün ABD’li danışman konusunu eleştirdi.
Erdoğan’ın bütün saraya yakın medyada manşet olan sözleri şöyle;
“Bu kardeşiniz 50 yıldır siyasetin içinde 50 yıldır sadece halkıyla beraber yürüdü, halkıyla beraber yattı, kalktı ve dört bir yanını ülkemizin dolaştık. Buralara böyle geldik. Öyle ithal danışmanlarla yürümedik biz bu yollarda. Siz varsınız yeter. Nedir o ithal danışmanlar filan falan. Geç o işleri geç. Gözümüzle, kalbimizle hep milletimize baktık.”
Erdoğan ve yanındaki medyaya küçük bir hatırlatma yapmak isterim.
Birinin bilgisinden yararlanma yeni bir şey değil. Bilgili olanın kimliği, milliyeti, cinsiyeti hiç önemli değil.
Bu konuda tarihimizdeki en önemli örneklerden biri İstanbul’un fethidir.
Fatih, İstanbul’u fethetmek üzere şehri 53 gün boyunca kuşatma altında tuttu.
Ancak ne yapsa surları bir türlü yıkamıyor, aşamıyordu.
İşte bu aşamada devreye Macar top ustası Urban girdi.
Kendisi de iyi mühendis olan Fatih, Urban’ın namını duyunca hemen ilişki kurulmasını istedi.
Urban hayli yüklü bir para karşılığında Fatih’in surları devirmek için düşündüğü top projesini hayata geçirmeye soyundu.
Macar Urban o tarihte Fatih’in danışmanıydı.
Urban topları döktü ancak bunun mermisini yapamayacağını söyledi.
Fatih’in mühendis zekası top mermisi sorununu çözdü.
Sonunda İstanbul surlarında gedik açıldı ve fetih gerçekleşti.
Urban’ın topları olmasaydı da İstanbul fethedilecekti belki ama bu çok daha uzun ve meşakkatli bir savaşa neden olacaktı, Osmanlı ordusu da hayli kayıp verecekti.
İstanbul fethedildi, Macar Urban gitti.
Kimse ne o zaman ne de şimdi “Fatih’in danışmanı Macar’dı, yerli ve milli değildi, bu danışman sayesinde Macarlar Osmanlı’ya egemen oldular” demedi, diyemez de zaten.
Aslına bakarsanız, yabancı danışman konusunda kimsenin söyleyecek sözü olamaz.
Örneğin Milli Takım’ı yıllarca kimlere emanet ettik? Yabancı antrenörlere.
Silahlı kuvvetlerde görevli pek çok yabancı subay danışman yok mu? Var.
En önemli teknoloji şirketlerinde hem yönetici hem danışman olarak sayısız yabancı çalışmıyor mu? Çalışıyor.
O halde CHP’ye bir ya da daha fazla sayıda danışman gelmesi ne yerliliğe ne milliliğe zeval getirmez.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Nereden çıktı bu “son seçim” lafı
Samsun’da yine neredeyse bütün bölgelerden toplanan kalabalık bir gruba konuşan Erdoğan bugüne kadar hiç söylemediği bir söz söyledi.
Çok şaşırtıcı olan bu konuşmada AKP Genel Başkanı “son seçim” tanımını kullandı.
Erdoğan “İnşallah, 2023’te milletimizden kendi adımıza son defa istediğimiz destekten alacağımız güçle Türkiye yüzyılının inşasını başlatıp, bu kutlu bayrağı gençlerimize teslim edeceğiz” dedi.
Peki nereden çıktı bu “son seçim” lafı.
Kabaca anlaşılan “Bu seçimi de kazanıp beş yıl daha kalayım, ondan sonra zaten istesem de tekrar seçilemiyorum” demek istediği.
Ama şu gerçek de var: Erdoğan, Anayasa gereği üçüncü kez aday olamıyor.
Belli ki Anayasa zorlaması ile bu sorunu aşmayı kafalarına koymuşlar.
Bunun için bir ay da olsa erken seçim kararı almaya çalışacaklar.
Ancak bu çok zor.
Çünkü erken seçim kararı için üçte iki çoğunluk yani 360 milletvekilinin evet oyu gerekiyor.
İktidar koalisyonu bu sayıyı bulamıyor.
O halde muhalefetin destek vermesi gerek.
Muhalefet ise seçimi erkene alma nedeninin aslında Erdoğan’ın adaylığını tartışmadan uzak tutmak için olduğunu biliyor, oy vermesi pek mümkün değil, ki zaten verirse muhalefet partilerinin tabanlarında kıyamet kopar.
Tabii “Erken seçim için 360 bulunamazsa o zaman Erdoğan, Meclis’i fesheder ve 45 günde seçime gidilir” görüşünü de savunanlar var ama o durumda da Erdoğan’ın adaylığı tartışılacağı için bu formülün tutması da çok zor.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Valiler iktidar korkusuyla yetkilerini kötüye kullanıyor
Anayasa’nın 34’üncü maddesi çok açık.
Şöyle diyor: “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.”
Yani bir toplantı ve gösterisi yürüyüşü yapmak için önceden izin almak gerekmiyor.
Buna karşı bir de “Toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu” var, bu kanun AKP kafası ile hazırlandığı için Anayasa’nın hükümleri burada pek geçerli değil, çünkü kanun kamu düzeni bahanesi ile gösteri ve yürüyüşler için mülki amirlikten izin alınmasını gerekli kılıyor.
Mülki amirler ise iktidardan gelen talimatlar doğrultusunda bu gösterilere çoğu kez izin vermiyor.
Bu tabii hep iktidar aleyhine olabilecek gösteriler ve yürüyüşler için geçerli.
Yoksa iktidar lehine olan bu tür etkinliklerde kamu düzeni falan mülki amirlerin umurunda bile olmuyor.
Bunun son örneklerinden biri Kastamonu’da yaşandı.
103 yıl önce 10 Aralık günü ilk kadın mitinginin yapıldığı Kastamonu’yu ziyaret eden CHP Kadın Kolları Genel Başkanı Aylin Nazlıaka’nın konuşma yapmasına ‘valilik onayı olmadığı’ gerekçesiyle izin verilmedi.
Kastamonu Valisi Avni Çakır, Aylin Nazlıaka’ya “Sayın vekilim, buranın bir düzeni var” dedi.
Şimdi bu valiye sormak isterim: “Aylin Nazlıaka’nın bir yürüyüş sonrası halka yönelik bir konuşma yapması nasıl bir düzeni bozmuş oluyor acaba?”
Sanıyorum valinin “düzen” dediği şey, İçişleri Bakanı’ndan “O kadını nasıl konuşturursunuz” yönündeki bir fırçadır.
Sadece Kastamonu’da değil, bütün Türkiye’de valiler artık böyle, devletin değil iktidarın valiliğini yapıyorlar artık ne yazık ki.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Tarikatlar kapatılamasa bile yapılacak çok iş var
Dinci bazı dernek ve vakıflarda art arda patlayan iğrenç olaylardan sonra gözler ister istemez bu tarikatlara çevrildi.
Aklı başında pek çok kişi tarikatların kapatılmasını, çağdışı hayat tarzı dayatanların faaliyetlerinin bitirilmesini istiyor.
Ancak günün gerçeklerine bakınca bunun o kadar kolay olmadığı görülüyor.
En azından iktidarın zihniyeti ve yarattığı iklim nedeniyle hayli güçlenen tarikatları kapatmak kolay değil.
Gazeteci Fatih Güllapoğlu kendi sosyal medyasında bu duruma dikkat çekerek “Tarikatlar konusunda çözüm var” başlıklı bir yazı yazmış.
Güllapoğlu “kapatılmasa bile yapılacak işler var” diyerek bakın ne yazmış;
Tarikatları kapatmadan da bu hayati sorun çözümlenebilir. Kanun ve denetim bu işi çözer. Tabii AKP yönetiminde değil!
Kanun ve yönetmeliklerle, denetimlerle bu sorun maksimum seviyede çözümlenebilir. İşte yapılması gerekenler:
1- Tarikatlar okul ve yurt açamazlar. Ellerindeki tüm okul ve yurtlar devlete devredilir.
2- Hiçbir tarikat mensubu devlet memuru olamaz. Tarikatın başlarına itaat esas olduğu için, devlet hiyerarşisinin bozulmasını önlemek için bu önlem alınır. Tarikat mensubu olduğu belirlenen kişilerin memuriyetleri aynı gün itibariyle sonlandırılır.
3- Tarikat yöneticileri gelirlerini ibra etmekle yükümlü tutulurlar ve bağış gelirleri vergiye tabi tutulur. Tarikatlar dernekler yasasına tabi tutulurlar, vakıf kuramazlar, olan vakıfları da devlete devredilir.
4- Vergi kaçıran tarikat liderleri cezai yükümlülüğe tabi tutulur.
5- Çocukların ilk ve orta öğretimini engelleyen tarikat yöneticileri ağır hapis cezasına tabi tutulurlar.
6- Çocukları istismar eden tarikat liderleri ya da mensuplarına, bu eylemlerini dini alet ederek yaptıkları için, var olan cezalar iki misliyle uygulanır.
7- Devleti yönetenler, tarikatları istihbarat servisleriyle aralıksız izleme yükümlülüğünü taşırlar.
Bu 7 madde hayata geçirilirse, sorun çok önemli düzeyde çözüme kavuşur. Kapatmak çözüm olamaz. Yeraltında yine ortaya çıkarlar.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları