Can Ataklı; İktidar kendi hedefine ulaşmakta dur durak dinlemiyor.
ANALİZ
SÖYLEYİN KİMİ ASMAK İSTİYORSUNUZ?
Cumhurbaşkanının meydanlarda “İdam” çığlıkları atanlara “Bekleyin, önüme gelir gelmez imzalarım” demesinden sonra yanılmıyorsam medyada “kanunlar geriye işlemez” diye yazan ve ekranlarda da söyleyen ilk kişiyim.
Tabii ki hukuktan biraz nasibini almış herkesin bildiği bir konu bu. Anayasada da var; “Bir kanun sanıklar aleyhine geriye işletilmez. Sanık lehine ise geriye de işleyebilir.”
Bu basit bir evrensel hukuk kuralıdır. İlk benim söylemem kimsenin bilmediği anlamına gelmiyor elbette sadece Kolomb'un yumurtası hesabı benimki.
Sonunda Başbakan da MHP'nin kendisini köşeye sıkıştırması üzerine “Biliyosunuz idam geriye işlemez” dedi.
Oysa kalabalıkların “idam çılgınlığının” tek gerekçesi var.
Darbeciler asılsın istiyorlar.
Fetullah Gülen asılsın.
Kaçan FETÖ üyesi gazeteciler, savcılar, yazarlar, imamlar yakalansın, getirilsin ve asılsın.
Onlar da yetmez, İmralı'daki terör örgütü lideri de asılsın.
Daha doğrusu Erdoğan'ın karşısındaki kalabalıklar böyle olacağını sanıyorlar.
Başbakanın da söylemek zorunda kaldığı “idam geri işlemez” kuralını herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan da biliyordur, bilmemesi düşünülemez de zaten.
O halde “millet idam istiyor, milletin iradesine ters düşemeyiz” popülizminin asıl amacı ne acaba?
Fetullah Gülen'i, FETÖ'cüleri Apo'yu asamayacağınıza göre idamı neden bu kadar istiyorsunuz?
Bunu sorduğum bir AKP'li “Tamam da, idam gelirse darbecilere ders olur. Bir daha kalkışırlarsa asılacaklarını bilirler” dedi.
Ben de “Haklısın ama yarın iktidar değişirse veya darbeciler başarıya ulaşırsa da asılacaklar başka olmaz mı?” diye karşılık verdim. Sustu.
Kalabalıklar idam cezasını küçük çocukları tecavüz edip öldüren, cinayet işleyen, halkın parasını çalanlar için istemiyorlar. Onlar farkında olarak/olmayarak aslında “siyasi olarak yanımda olmayanlara ölüm” diyorlar.
İdam cezası bizde 1999'da kaldırıldı. 1950'lerden itibaren adi suçlu kimse asılmadı bu ülkede. İdam edilenlerin tamamı siyasi nedenlerledir. Menderes ve arkadaşları, Deniz Gezmişler, 12 Eylülcülerin “bir onlardan bir bunlardan” diye sehpaya gönderdiği herkes siyasi suçlulardı.
Şimdi de idam siyasi nedenlerle isteniyor.
Ama mevcut hainlerin asılması hukuken mümkün olmadığına göre insan “acaba önümüzdeki dönemde kimleri asmak istiyorlar da bu kadar ısrarcılar?” diye sormadan edemiyor.
Sahi yoksa idamın geri gelmesini İstiklal Mahkemelerinin intikamını almak isteyenler “Bizden olmayanları, hain, terörist diye suçlayarak asarız” diye mi düşünüyorlar?
Bİ SORALIM BAKALIM
ATO'DAKİ KARGAŞADAN HİÇBİR HABER YOK
Bir hafta oldu. Ankara Ticaret Odası'nın Başkan ve Yönetim Kurulu üyeleri, yedeklerin de bir kısmı dahil toptan istifa ettiler.
Yaratılan “fiili durum” sonrası Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in oğlu Osman Gökçek “Ben adayım” diye ortaya çıktı.
Ardından TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu “ATO'ya kayyum atayacağız” dedi.
Bu arada kimse ATO yöneticilerine “Neden istifa ettiniz, bir baskı mı oldu, Melih Gökçek'in oğlu nereden çıktı” gibi soruları sormadı.
Ne saraydan ne hükümetten de herhangi bir açıklama duymadık.
Olay üzerine adeta bir perde örtüldü.
Ne olacak ATO'da? Kayyum atanıyor mu, seçime gidiliyor mu, istifaların perde arkası nedir?
Bunları bilmiyoruz henüz.
Belli ki ciddi bir siyasi hesaplaşma var.
AKP iktidarıyla ilgili gelişmeler olacaksa sanıyorum işaret fişeği buradan atılacaktır.
BUNU YAZMAK GEREK
MİLLET BUNLARI DA İSTİYORDUR BELKİ, İSTERSENİZ REFERANDUMA GİDELİM
Bu iktidar popülizmle ayakta duruyor.
Beyin yıkar gibi her gün bilmem kaç ekrandan gazete sayfalarından kalabalık toplantılardan vıcık bir popülizm sergileniyor.
“Milli irade, milletin arzusu, dik duruyoruz, vız gelir tırıs gider” lafları en çok duyduğumuz sözler.
Millet idam istiyorsa buna karşı çıkılmazmış. Milletin istediğinin karşısında durulmazmış.
Madem bu kadar halkçıyız, milletin hiçbir talebine kulak tıkamazmışız o halde millet istediklerini ve istemediklerini ortaya koysun, hepsi için referanduma gidelim.
Örneğin soralım halka “vergi vermek istiyor musun?” diye. “Hayır” çıkarsa kaldıralım vergileri. Öyle ya milletin isteğine karşı durulmaz.
Ya da “Suriyelilerin Türkiye'nin her yanında gezmesini, çoğunun dilencilik yapmasını” gerekçe gösterip “bunlar bir süre sonra suç örgütlerine dönüşecek hepsini geri gönderelim mi?” diye bir soralım bakalım.
Veya “Namus cinayetlerine, töre cinayetlerine ağır ceza verilmesin” görüşünü halka soralım, acaba sonuç ne çıkar?
Asgari ücretin ne kadar olması gerektiğini halka soralım, yoksulluk sınırı altında maaş alan memur maaşlarının en az 10 bin liradan başlaması gerektiğini düşünüyorsa halk buna da referandumla karar versin.
Halk ne kadar faiz uygulanmasını istiyorsa ona göre karar verelim.
Örneğin halk “üniversitelere falan ne gerek var, Kuran herkese yeter, Kuran kursları ve medreseler kalsın okul olarak” diyorsa kapatalım gitsin okulları, okuyup da ne olacak?
Sayayım mı daha? Ya da siz ekler misiniz?
Milli iradeden yana değil miyiz? Niye “dünya da böyle yapıyor” diye kendimizi sınırlayalım ki?
Milli irade nasıl istiyorsa öyle yaşayalım.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
BATI'YA KIZIYORLAR AMA HUKUK-DEMOKRASİ BÖYLE BİR ŞEY
Yandaşların en severek yaptıkları propagandaların başında hukuk ve demokrasi konusunda Batı'dan yakaladıkları yanlışları sergilemek ve “Bak işte bunlar da böyle” demek.
Bu aslında bir tür aşağılık duygusunun dışa vurumu aynı zamanda. Kendindeki kötüye başka bir kötü örnek göstererek haklılık duygusu yaratmayı amaçlıyor.
Tabii bu çırpınışların çoğu saçma sapan orasını geçelim.
Ama her seferinde “Batı'da demokrasi yok, hukuk yok, orada da egemen güçlerin her dediği oluyor” safsatalarına karşı kapak olabilecek bir gelişme yaşanıyor Amerika'da.
Bayan Clinton için birkaç gün öncesine kadar “kesin seçilecek” deniyordu. Ama durum birden değişti. Çünkü FBI bayan Clinton'ın kişisel e-mailleri ile ilgili soruşturma başlattı.
Bu soruşturma ve içeriği Clinton'ı çok zorda bıraktığı gibi rakibi Trump ile arasının kapanmasına neden oldu.
FBI Başkanı James Comey'i bizzat Clinton'ı da içinde bulunduğu Amerikan yönetimi atamıştı. Ama o atanan kişi seçime bir hafta kala Clinton'ı gözünün yaşına bakmadan seçilmesini önleyebilecek bir soruşturmayı açabiliyor.
Bizim yandaşlar Erdoğan için seçime bir hafta kala soruşturma açılmasına tahammül edebilirler mi?
O atanmış kişinin ne olacağını bir düşünsenize.
Hukuk ve demokrasi böyle bir şey. Önce içe sindirmek gerek. Amerika dünyanın en büyük gücü olabiliyorsa uyguladığı hukuk dışılıklarla, baskılarla değil hukuk söz konusu olduğunda Amerikan Başkanını bile zora sokabilecek adımlar attığı için olabiliyor.
BAŞIMDAN GEÇENLER
HAYATIMIZ PAMUK İPLİĞİNE BAĞLI
Dün sabah kızımı okula bıraktıktan sonra para yatırmak için Ünalan- Göztepe yolu üzerinde denk geldiğim bir Garanti Bankası şubesine girdim.
Gişelerde üç kişi oturuyordu, birinde müşteri vardı. Numaratörden numara aldım beklemeye başladım. Gişelerde oturanlar bir türlü başlarını kaldırıp bakmıyorlar, tek başıma beliyorum.
Arabayı kapının önüne idareten bırakmışım, 30 saniyelik işim var. Baktım olmuyor, “Hay sizin yapacağınız işe” diye söylenerek dışarı çıktım ki arkamdan bir ses “Doğru konuş” diye bağırdı.
Şaşırıp geri döndüm karşımda bankanın güvenlik görevlisi duruyor.
“Nasıl konuşuyorsunuz böyle, niye sen diye hitap ediyorsunuz?” dedim.
Bunun üzerine eliyle itip kapıyı da yüzüme kaparken “Çek git başımdan sabah sabah”
demez mi?
Bir an durdum. İçeri girip müdüre şikâyet etmek geçti aklımdan, ancak baktım yüzünden öfke saçılıyor.
Aklıma tekmeci adam geldi. O güvenlikçi üzerime saldırsa, yumruk atsa, sonuçta haksız ve suçlu olsa bile ne değişecek? Ben durup dururken kavga etmiş olacağım, adam da aynı tekmeci gibi sırıtarak çekip gidecek.
O an “Hayatımız pamuk ipliğine bağlı aslında, hiçbir şeye aldırmamak ve hatta gurur bile yapmamak gerek” diye geçirdim içimden ve arabama binip bir başka şubeye gittim.
BEĞENDİM
KORKU İMPARATORLUĞU YOK DİYENLERE GÜZEL CEVAP YAZISI
Türkiye'de işler iyiye gitmiyor.
İktidar kontrolü giderek kaçırıyor. Hemen her gün yeni bir şokla uyanıyoruz.
İktidarın her söylediğine inanan, demokrasi savaşı ile Müslüman olmayı birbirine karıştıran, dünya ile ilişkimizin koparılmasını “dik duruş” zanneden kesimler için elbette bir sorun yok.
Onlar yapılan her baskıyı, uygulanan şiddeti, toplumun nitelikli kesimine yönelen faşizmi avuçları patlayıncaya kadar alkışlıyorlar.
Oysa halkın yarıdan fazlası korku içinde. Bu sadece gazeteci, yazar, siyasetçiler için geçerli değil. Sokaktaki ayakkabı boyacısı bile “dinlendiğinden” şüpheleniyor, eğer iktidar aleyhine düşünceleri dile getirirse başına bir şey geleceği endişesi taşıyor.
“Korku imparatorluğu” dediğimiz zaman ise çılgına dönüyorlar ve etmedik hakaretler bırakmıyorlar.
Dünkü Hürriyet'te Gülse Birsel nitelikli insanların, hiçbir siyasi faaliyet içinde olmasalar bile nasıl korku içinde yaşadıklarını çok güzel anlatmış.
Olanağınız varsa internetten bulup okumanızı tavsiye ederim. Bu kadar mı özlü biçimde ve
güzel anlatılır…
ŞAŞIRDIM
ÖZEL HAREKAT POLİSİNE SANKİ ÖZEL MİLİTAN ALINACAK GİBİ
Hükümet özel harekatçı polis alınacağını açıkladı.
Ancak bu polisler için KPSS sınavı istenmeyecekmiş.
KPSS kamuya yapılacak personel alımları için olmazsa olmaz kurallardan biri.
Ne mezunu olursanız olun bu sınavdan geçmek ve asgari puanı almak zorundasınız.
Özel harekat için bu sınavın kaldırılmasının belli ki tek amacı var.
“Kim özel harekat polisi olacaksa biz seçeriz” mantığı ağır basmış.
İstenilen kişilerin sınavda başarısız olma ihtimaline karşı alınmış bir önlem bu.
O halde özel harekat polisi adı altında iktidarın istediği militanlar silah ve yetki ile donatılacaklar.
Bu niyeti aslında KPSS bile önleyemez ama iktidarın hedefini göstermesi açısından önemli ve tehlikeli bir gelişmedir.
İktidar kendi hedefine ulaşmakta dur durak dinlemiyor.
Can Ataklı - Korkusuz