Polis teşkilatının büyük bölümü iktidarın sopası gibi bir örgüt haline getirildi
Can Ataklı: Güvenlik konusu yasa ve hukuk çerçevesinden çıkarılıp da iktidarın sopası gibi kullanılmaya başlarsa bunun sonunu almak çok zordur.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Bu fedai ordusu Türkiye’nin başına çok büyük işler açacak
Gün geçmiyor ki bekçilerin karıştığı bir “kavga” olayı olmasın.
Özellikle “kavga” diye belirtiyorum, çünkü başta bekçiler olmak üzere pek çok yerde güvenlik güçleri devletin elemanı gibi değil de mahallenin bitirimi gibi davranarak olaylara müdahale biçimlerini kavgaya dönüştürüyorlar.
Bu ne yazık ki toplumun cahil ve iktidara bağlı kesimlerinde destek buluyor. Çünkü hukuk ve demokrasi kavramlarından haberleri olmayanlar kendi zihniyetlerine göre “devlete kalkan ele aynı şekilde karşılık verilmesi” gerektiğini sanıyor.
Güvenlik görevlileri çeşitli nedenlerle müdahale ettikleri vatandaşların bir şekilde karşı koymasını “kişisel” olarak algılıyor, asıl görevini unutarak sanki kavgadaymış gibi en ilkel biçimde karşılık vermeye kalkıyor.
Örneğin güvenlik güçlerinden “Bana küfür etti, hakaret etti, ben de hak ettiği gibi davrandım” savunmasını çok duyuyoruz.
Çünkü polis eğitiminden tam geçmeden beline silah takılıp sokağa salınan ve neredeyse tamamı iktidarın militanı olan bu görevliler, görevlerinin hukuk çerçevesinde olması gerektiğini unutarak hatta hiç hatırlamayarak “Bana mı?” mantığı ile vatandaşı hizaya sokmaya çalışıyor.
Bunun son örneklerinden biri Malatya’da yaşandı. Anlatılana göre sorun maske takmayan sürücüye karşı bekçilerin uyarısı ile başlıyor.
Güvenlik kamerası görüntülerinde göre bekçiler önce benzin istasyonunda duran araçtan çıkan kişilerle tartıştığı görülüyor. Sonra bu bir anda kavgaya dönüyor. İki bekçi araçtan çıkanlardan birini yere yatırıyor, güç bela ters kelepçe takıyor.
Bu sırada kimse müdahale etmiyor.
Bekçiler daha sonra araçtaki diğer kişiye yöneliyor.
Bu kişi de yere yatırılıyor ve yine güç bela kelepçeleniyor.
Görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla bu sırada hayli küfürleşme oluyor.
İşte anlatmaya çalıştığım sorun bu.
Bekçiler belli ki kendilerini hukuka uymak zorundaki kamu görevlisi gibi değil, toplum düzenini gerekirse döverek sağlamak zorunda olan fedailer gibi görüyorlar.
Bu tabii tepeden gelen bir zihniyetin ürünü.
İktidar güvenlik konusunu tamamen kendi kontrolünde ve kendi güvenliğini sağlama açısından ele alırsa sonuç bu oluyor.
Güvenlik elemanları özellikle son yıllarda hukuka bağlı kamu çalışanı olarak değil iktidara biat etmiş, her dediğini yapacak gözü kara kişiler olarak seçiliyor.
Yeniden kurulan bekçilik kurumunda bu konu gözlediğim kadarıyla had safhada.
Bekçiler eski dönemin babacan mahalle koruyucusu gibi değil, iktidarın fedaileri gibi çalışıyorlar.
Aynı şekilde polis teşkilatının büyük bölümü de partiye bağlı, iktidarın sopası gibi bir örgüt haline getirildi.
Güvenlik ve güvenlik güçleri bir devletin en hassas birimleridir.
Güvenlik konusu yasa ve hukuk çerçevesinden çıkarılıp da iktidarın sopası gibi kullanılmaya başlarsa bunun sonunu almak çok zordur.
Bekçilerin bir süre sonra iktidarın da başına çok büyük sorun açacağını söylemek bir kehanet değil.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Soylu’nun dengesini kaybettiği gösteren olaylar
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun son zamanlarda dengesinin bozulduğunu yazmıştım dün bu köşede.
Tele1’in internet sitesinde Soylu’nun son zamanlarda devlet adamı olma sorumluluğunu aşarak hedef seçtiği kişilere yönelik sözlerinden bir derleme yapıldığını gördüm. Bunlardan birkaç örnek seçtim. Bakın Soylu hedefine aldığı kişilere neler söylemiş:
ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANINA: Madem özgür bir ülkeyiz, ana caddelerde, sokaklarda özgürce yürüyüş hakkının ortadan kaldırılmasını onayladınız. Polis koruması almana gerek yok. Bisikletinle işe git gel bakalım. (Şehirlerarası yollarda gösteri yasağını iptal ettikleri için)
BARIŞ ATAY’A: Siirt’te 18 yaşındaki İ.E’ye cinsel saldırıda bulunan ve ölümüne neden olan uzman çavuş Musa Orhan’ın tutuklanmasını isteyen TİP Milletvekili Barış Atay’ı hedef aldı. Atay sadece birkaç gün sonra saldırıya uğradı.
SAYGI ÖZTÜRK’E: Saygı Öztürk’ün bu yazısı namussuzluktur. Bahar Hanım ahlaklı, faziletli bir kadındır. Ali Beye minnettarız Trabzon turizmini ayağa kaldırdı. Bugünden sonra bu namus düşmanını kim muhatap alırsa, gözümde aynı namussuzluğun ortağıdır, haysiyet celladıdır (Trabzon AKP milletvekili Bahar Ayvazoğlu’nun eşi Ali Ayvazoğlu’nun kamudaki yükseliş hikayesini yazdığı için)
SAYIŞTAY’A: Böyle yaparsanız daha iyi olur diye tespitte bulunur. Ama bu burayı zarar ettirdi gibi bir değerlendirme ki o zaman hiçbir yer adım atamaz ya. Bunu bizim kayyum belediyelerde de çıkardılar. Bir takım muhasebe işlemlerinde ufak tefek farklılıklar olur. Affedersiniz o da cinslik yani. Orada onu oraya yazmalarına da gerek yok. Onlar da kendilerini check etsinler. Buradan Sayıştay’a da söylüyorum, bu yöntemle bu işleri düzeltemezsiniz. (AKP belediyelerinde yolsuzluk olduğunu açıkladığı için)
İMAMOĞLU’NA: Buradan söylüyorum: İşini yap, başımızın üzerinde yerin var ama işini yapmanın dışında başka işlerle meşgul olursan pejmürde ederiz. Bu kadar açık ve net. (İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kayyumla görevden alınan belediye başkanlarıyla bir araya geldiği için)
BARIŞ TERKOĞLU’NA: Kimlerle iş tuttuğunuz da belli, kime uşaklık yaptığınız da belli, berduşun teki. (FETÖ’cü kaymakam operasyonu nedeniyle)
ÖNERİ
Bu kadar zorlamayın, okulları yılbaşına kadar tatil edin
Pazartesi günü hesapta okulların açılma günü.
Ama açılmayacak.
Uzaktan eğitim sürecek, bazı pilot okullarda ise yüzyüze eğitim yapılacak.
Yüz yüze eğitim ağırlıklı olarak ilkokul birinci sınıflar için geçerli olacak. Şu anda bunların hiçbir faydası yok. Her konuda olduğu gibi iktidar bu konuda da yaya kaldı.
Yüz yüze eğitimin başarılması mümkün olmayacağı gibi uzaktan eğitimde de büyük fiyaskolar var.
Örneğin 3 milyon çocuğun evinde internet bağlantısı olmadığı ortaya çıktı.
Aynı şekilde yüz binlerce kişinin evinde de televizyon yok.
Birden fazla çocuğu olan ailelerin de uzaktan eğitimi koordine edebilmeleri çok zor.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir şey yapmadığı da ortaya çıktı aslında.
Korona nedeniyle okullar mart ayında tatile girmişti.
İyi kötü bir süre uzaktan eğitim denendi.
Ancak anlaşıldığı kadarıyla ondan sonra hiçbir çalışma yapılmamış. Yaz aylarında geçen üç aylık dönem de heba edilmiş.
Bakan bey şimdi kalkmış her gün yeni bir yöntem bularak sanki eğitim yapacaklarmış gibi açıklamalarda bulunuyor. Oysa yapılması gereken en iyi yöntem okulları en azından yılbaşına kadar tatile sokmak.
Bu çok büyük bir kayıp değildir.
Çünkü yılbaşına kadar muhtemelen koronanın kaderi de belli olacaktır.
Bu kadar sıkıntılı bir süreçte eğitimde korkunç bir eşitsizliğe neden olan yöntemlerin uygulanması zaten çok kötü sonuçlar verecektir.
Ancak burada sorun özel okullar.
Kendisi de özel okullar sahibi olan Milli Eğitim Bakanı sırf bu dönemin paralarını kurtarmak için zorlama yöntemlerle eşitsizlik yaratan eğitim sürecini yürütmek istiyor.
Bakan bey müşterilerinden biraz kafa kaldırıp esas gerçeğe baksa belki çözümü bulacaktır.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Çin radyosu da iktidarın kontrolüne girdi
Bir zamanlar benim de haftalık program yaptığım bir radyo vardı.
Adı CRI.
Sieray diye okunuyor.
Açık adı İngilizce “China Radio İnternational” yanılmıyorsam.
Yani Uluslararası Çin Radyosu.
Bağlı olduğu yer Çin devleti tabii.
Ancak Türkiye’de ve başka ülkelerde direk Çin devleti tarafından yönetilmiyor.
Ülkelere göre radyonun sahipleri değişiyor.
Örneğin Türkiye’deki sahibi Türk–Çin ilişkilerine yönelik bir dernek.
Bu radyo müzik ve haber yayını yapıyor.
Belli zamanlarda Çin ile ilgili haberlere de ağırlık veriyor.
Genelde muhalefet yapmayan ama her kesimden görüşü de yansıtan bir radyo kanalı.
Önceki gün öğrendim ki bu radyonun kurucularından Genel Yayın Yönetmeni Maykıl Kuyucu’nun işine son verilmiş.
Kuyucu Tele1’in kapatılmasına tepki göstermiş ve radyo yayınında da bunu dile getirmiş.
Yandaş tetikçiler hemen harekete geçmişler ve radyonun Türkiye’deki sahibine baskı yapmaya başlamışlar.
Çin ile iş ilişkileri olan patron da Kuyucu’yu işten çıkarmış.
Aslına bakarsanız AKP iktidarının medyaya yönelik haşin tavrına sıradan bir örnek bu olay.
Ama bunun uluslararası bir radyoya da yansıması ve bir Çin radyosunun da iktidar kontrolüne girmesi çok ibretlik bir durum.
BUNU YAZMAK GEREK
Levent’teki diş kliniğinden açıklama geldi
Cumartesi günü dişimin düştüğünü, yapıştırmak için yaşadığım macerayı yazmıştım dün.
Gittiğim Dişlevent isimli klinikte “Başkasının yaptığı dişlerin yapıştırmasını yapmıyoruz” cevabı ile karşılaşmıştım.
Yazımda “Diş hekimleri hasta beğenmeme hakkına sahip mi?” diye sormuştum.
Dün öğle saatlerinde bu kliniğin başhekiminden bir mesaj aldım.
“Ben Dişlevent Diş Hastanesi Başhekimi Musa Kaya. Durumu öğrendiğim pazartesi günü size gazeteniz üzerinden üzüntümü paylaşmak üzere ulaşmaya çalıştım ama başarılı olamadım” diye başlıyor mesajı.
“Sizin de yazınızda belirttiğiniz gibi hekimlik din, ırk, coğrafya, siyasi görüş ayırt etmeksizin yapılan ve vicdani sorumluluk gerektiren bir meslektir” diyen Musa Kaya yaşadığım konu ile ilgili şunu söylüyor: “Diş tedavilerinde bazı durumlarda eski kuron ve köprüler alttaki dişler tedavi edilmeden bilinçsizce yapıştırıldığında istemediğimiz iltihap, ağız ve yüz şişliklerine sebep olabilmekte. Bu sebeple bize başvuran hastaları da korumak için öncesini bilmediğimiz tedavilere müdahale etmekten kaçınıyoruz. Ama acil durumlarda hastalarımıza önceden oluşabilecek komplikasyonları anlatıp hastamızın onayı sonrasında tedaviyi yapıyoruz.”
Doktor Musa Kaya cumartesi günleri pandemi döneminden dolayı sadece bir hekimin çalıştığını belirterek “O gün görevli personel maalesef size yanlış bir protokol uygulamıştır, bu nedenle özür dileriz” diyor.
Mesajın sonunda bir bölüm daha var.
Anladığım kadarıyla bu yazım üzerine bazı sosyal medya kullanıcıları bana yapılan muamelenin siyasi nedenlerle olduğu yönünde paylaşımlar yapmış.
Doktor Musa Kaya şöyle bir ekleme yapmış: “Bence bu durumda hiçbir önemi yok ama Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı aydın Türk hekimleriyiz.”
Bu kadar hızlı biçimde açıklama gönderdikleri için ben de kendilerine teşekkür ederim.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları