Can Ataklı; Önümüzdeki günlerde saraydan çok şaşırtıcı hamleler gelebilir. Ancak bunlar öfke ve hırs katsayısını artıracağı için daha dikkat çekici ve sevimsiz hale gelecektir.
ÇOK GÜLDÜM
Haksız ve hukuksuz biçimde sırf sarayın “hırs ve intikam duygularını” tatmin etmek için 93 gün önce hapse atılan gazeteci Can Dündar ve Erdem Gül’ün Anayasa Mahkemesi kararıyla tahliye edilmeleri önümüzdeki dönemin miladı niteliğindedir.
Saray, bugüne kadar ilk kez “kendi iradesi dışında” bir hukuki durumla karşılaştı.
Böylelikle bütün baskı ve dayatmalara rağmen yargı ilk kez sarayın arzusu aksine bir karar aldı.
Önümüzdeki günlerde bunun yansımaları çok şaşırtıcı biçimde önümüze gelebilir.
Nitekim bunun ilk habercisi Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın dün yaptığı açıklamalardır.
İbrahim Kalın saray adına yaptığı açıklamada “Bu tahliyeler beraat anlamına gelmez, yargılama sürecektir” dedi.
Sonra da iki gazetecinin durumunu Wikileaks olayına benzeterek “Bu tür önlemler başka ülkelerde de var” dedi.
Tabii Kalın’ın unuttuğu gerçek şu; Wikileaks nedeniyle yargılanan gazeteci yok. Hakkında soruşturma açılan ancak yakalanamadığı için yargılanamayan kişi bu belgeleri sızdıran Julian Assainge. Ama bu belgeleri yayınlayan hiçbir medya kuruluşuna yönelik dava da açılmadı soruşturma da yapılmadı.
Kalın’ın açıklamaları kendi içinde bu çelişkileri taşırken, sözleri de tıpkı büyüğünden dayak yiyen çocukların “acımadı ki, acımadı ki” diyerek güya dik durduğunu göstermesi gibi geldi bana.
Bilirsiniz kabahat işleyen çocuklar baba dayağı yerken ya da kendinden büyük kardeşleri tarafından canları yakılırken inadını sürdürmeye çalışır ve karşı tarafı daha da kızdıracak biçimde “canının hiç yanmadığını” söyler. Oysa canı gerçekten çok yanar.
Sarayın da bu olayda canı çok yandı.
Çünkü bu tutuklamalar tamamen kişisel hırs ve intikam duygularının sonucudur. Cumhuriyet Gazetesi MİT TIR’ları ile ilgili yayınları yaptıktan sonra bizzat saray “Bu casusluktur, vatan hainliğidir, devlet sırrını açıklamaktır” dedi ve “Gereği yapılacaktır” diye ekledi.
Yargı ondan sonra harekete geçti ve hiçbir hukuki gerekçeyi dikkate almadan iki gazeteciyi tutukladı.
Anayasa Mahkemesi’nin yaptığı böyle bir iddia ile yapılan tutuklamaların “hak ihlali” olduğuna karar vermektir.
Sarayın açıklamasındaki tek doğru “beraat anlamına gelmez” cümlesidir. Evet bu beraat değildir, ancak şimdi mahkeme de zorda kalacaktır ve hukuka uymak zorunlu hale gelecektir. Mahkeme hukuka uyduğunda ise ifşaatı bir yıl önce olmuş, geçen sürede bizzat devletin en tepesindeki kişilerin doğruladığı ve hatta koz olarak kullandıkları bir konunun devlet sırrı olamayacağını da saptayacak, casuslukla ise uzaktan yakından ilgisi olmadığını görecektir.
Ama saray için asıl tehlike şudur; devletin çeşitli kurumları baskılar nedeniyle tamamen ele geçirilmiş durumda ve saray dilediği gibi at oynatabiliyor.
Ama bunun da bir sınırı var demek ki. Düne kadar ne söylenirse “emrin olur” denilerek yerine getirilirken, demek ki artık bazı kurumlar “Bu kadar da olmaz” demeye başlamış.
Bunun saray üzerinde yaratacağı tahribatı, moral bozukluğunu ve öfkeyi tahmin etmek zor değil.
Önümüzdeki günlerde saraydan çok şaşırtıcı hamleler gelebilir. Ancak bunlar öfke ve hırs katsayısını artıracağı için daha dikkat çekici ve sevimsiz hale gelecektir.
Türkiye sanki yeni gelişmelere hazırlanıyor gibi.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Burhan Kuzu yaranmak için bu kadar konuşmamalı
Bu iktidarın kendini en “mağdur” hisseden isimlerinden biri “Anayasa Profesörü” Burhan Kuzu bana göre.
Milletvekilliği sürecinde hep bakan olma hayalleri kurdu, ama bir türlü olamadı.
Sonunda milletvekili de olamadı. Ama hiç olmazsa saray yıllar süren “yaranma” çabalarına karşılık vererek Kuzu’ya Cumhurbaşkanlığı Baş Danışmanlığı kadrosu verdi.
Kuzu, Anayasa Mahkemesi kararından sonra “görevini hakkıyla yerine getirmek için” olacak hemen bir açıklama yapmış.
Demiş ki; “Bu Ak Parti’nin yaptığı Anayasa değişikliği ile getirilen Bireysel Başvuru sonucu oldu. Hem Can Dündar hem de Erdem Gül referandumda hayır oyu verdikleri bireysel başvuru hakkını kullanarak hak ihlali kararını aldılar. Unutmayın ki bu üyeleri Gül ve Erdoğan atadı. Tutuklu yargılanmak suçlu, tutuksuz yargılanmak suçsuz anlamına gelmez. Kamuoyu bu yanılgıdan kurtulmalı.”
Yapılan bir hukuksuzluğun yüzlerine çarpılmasından bile utanmıyor bunlar.
Burhan Kuzu’ya şunu söylemek gerek; Evet o anayasa değişikliği sayesinde tahliyeler oldu. Ama bundan kendinize böbürlenme payı çıkarırken unuttuğunuz bir şey var. Bu sayede daha önce yapılan büyük bir hukuksuzluk, haksızlık ve yasa tanımazlık da ortaya çıkmış oldu. Kendi yarattığınız hukuksuzluğu, ‘nasıl olsa hukuksuzluklarımıza göz yumacak adamlar getirdik’ diye düşündüğünüz ve rahat ettiğiniz kendi adamlarınız saptadı. Size rağmen oldu bu.
Bence biraz utanın ve sesinizi çıkarmayın bari.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
YPG’yi terörist ilan ettirmenin yolu Birleşmiş Milletler’den geçiyor
Amerika YPG’yi terörist örgüt olarak görmediğini açıkladı. Saray çok bozuldu. Çünkü saray koca Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bir örgütle eş değer tutmuş ve Amerika’ya “ben mi o mu?” demişti.
Onur kırıcı bu talebe Amerika’dan da onur kırıcı bir cevap gelmişti.
Şimdi Almanya da PYD’yi terör örgütü saymadığını açıkladı.
Kızmayın hiç. Çünkü işin özü şu; Bir ülkenin veya kişinin bir örgüte “terör örgütü” demesi yetmiyor. Dünyada bunun kuralları var.
Bir örgütün terör örgütü sayılmasına Birleşmiş Milletler karar veriyor. Toplanıyor, kanıtlara bakıyor ve “bu terör örgütüdür” diyor.
Dünya ülkeleri de bir örgüte terörist muamelesi yapacakları zaman buna bakıyorlar.
PYD bir terör örgütü mü? Bize göre evet. Yaptıkları da ortada. PKK ile bağları biliniyor.
O halde tamamen iç politikaya yönelik biçimde Amerika’ya Almanya’ya, Rusya’ya güya kafa tutacağımıza doğrudan Birleşmiş Milletler’e gitmek ve PYD’yi terör örgütleri listesine aldırmamız gerek.
Bu olmadıkça, önümüzdeki günlerde daha birçok ülkenin PYD’yi terör örgütü saymadıklarını görür ve kendi kendimize kahroluruz.
DEDİKODU
Erdoğan Gül’e AYM için “ricada” bulunmuş
Ankara’da “kulağı delik” bir siyaset uzmanı ile konuştum dün.
Dedi ki “Gül geçenlerde saraya çağrılmıştı, ne konuşulduğunu biliyor musun?”
Bilmiyorum da tahmin ediyorum.
“Herhalde Arınç’ı uyarmasını istemiştir, bir parti hazırlığı olup olmadığını öğrenmeye çalışmıştır” dedim.
Muhatabım “Onlar da var ama sandığın gibi değil” dedikten sonra anlattı: “O görüşmede parti kuruluyor mu falan konusu konuşulmadı. Erdoğan sadece ‘adımınızı dikkatli atın, Arınç’a da söyle fazla ileri gitmesin’ dedi. Ama asıl amacı Anayasa Mahkemesi’nin iki gazeteci ile ilgili kararıydı.”
Tabii “nedir?” diye sordum.
Devam etti; “Biliyorsun referandumla kabul edilen anayasa değişikliğinden sonra Anayasa Mahkemesi’nin üye sayısı arttı. Bunların çoğunu o sırada Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, Erdoğan’la görüşerek atadı. Erdoğan, Gül’den Can Dündar ve Erdem Gül’le ilgili aykırı bir karar çıkmaması için seçtiği kişileri uyarmasını istedi. (Başlığa ayıp olmasın diye ben rica yazdım.) Gül ise ‘O isimleri birlikte belirledik. Ben şimdi o arkadaşlara baskı yapamam’ cevabını verdi.”
Şaşırdım mı? Hayır niye şaşırayım ki, saray siyaseti böyle götürüyor. Bugüne kadar attığı zarlar hep düşeş geliyordu, şimdi teklemeler başladı.
BUNU YAZMAK GEREK
Hukuka uyacağını söyleyen Başbakan kahraman ilan edildi
Türkiye garip bir ülke.
Normal bir şey yapanlar alkışlanıyor, neredeyse kahraman ilan ediliyor.
İşte son örnek, Artvin’deki yiğit direnişten sonra Başbakan’ın yaptığı açıklama, aldığı tepkiler.
Artvin halkı doğal alanlarını yok edeceğine inandıkları bir madene karşı çıktılar.
Hükümet tınmadı bile.
Bunun üzerine halk demokratik hakkını kullanarak sokağa çıktı. Günler süren protestolar yaptı.
Hükümet buna karşı da askeri ve polisi halkın üzerine sürdü. Gaz sıktırdı, su sıktırdı, copladı.
İktidar yandaş yalakaları marifetiyle Artvin halkını “terörist, vatan haini, Türkiye’nin gelişmesini önlemek için dış güçlerle işbirliği yapanlar” olarak yaftalamaya kalktı.
Bütün bunlara rağmen halkın direnişi vakarla sürdü ve sonunda Başbakan “tamam halkın temsilcileriyle görüşeceğim” dedi.
Görüştü de. Sonra açıkladı; “Hukuk süreci tamamlanıncaya kadar Artvin’deki maden çalışmaları duracaktır.”
Bir alkış bir kıyamet koptu ki anlaşılır gibi değil.
Başbakan hukuka ne kadar saygılı olduğunu göstermiş, halkı dinlemiş, çok demokratmış.
Yahu akıl tutulmasına mı uğradık? Sözlere dikkat eder misiniz “Hukuk süreci tamamlanıncaya kadar” diyor.
O hukuk süreci vardı zaten. Uygulanmayan buydu. Halk bu nedenle sokaklardaydı. Mahkeme kararlarına rağmen asker polis desteğindeki şirket faaliyetini sürdürüyordu. Ve hükümet hukuku göz ardı ederek halka baskı yapıyordu.
Peki her şeyi bir kenara bırakalım, üzüm yiyelim, Başbakan söylediklerini yapacak mı?
Göreceksiniz hayır. Bu sıkıntılı bir durumdan kurtulmak için verilen bir aradır. Ortalık yatışsın, eskisinden beter Artvin’e saldıracaklar.
Can Ataklı - Korkusuz