Mesajların ana başlığı şöyle; ''Öğretmene verilen devlet sözü tutulsun.''
Mesajların ana başlığı şöyle; “Öğretmene verilen devlet sözü tutulsun.”
Hepsi aynı şu cümlelerle başlıyor:
Sizi son kez rahatsız ettiğimizi söylemek istiyoruz. Biz “Ataması Yapılmayan Öğretmenler” için bir sona gelindi artık! Bunca zamandır gündemde tutulmaya çalışılmamıza rağmen ne yazık ki hâlâ medya ve halkımız bizim durumumuzu “net olarak” bilmemekte. Son kez bizim sesimiz olmanız için size yazıyoruz.
Binlerce öğretmen hâlâ atama bekliyor. Üstelik eski ve yeni Milli Eğitim Bakanları’nın verdiği sözlere rağmen...
Öğretmenlerden aylardır bu tür mesajlar alıyorum. Daha doğrusu alıyoruz, çünkü yüzlerce gazeteci aynı mesajları alıyor.
Bugüne kadar konu defalarca yazıldı, televizyonlarda tartışıldı.
Elbette işsiz kalan, çok genç yaşında ne yapacağını bilemeyen on binlerce öğretmen hakkını aramak için her yolu deneyecektir.
Buna karşı, açık söyleyeyim, son bir haftadır kampanya olarak düzenlenen “mesaj saldırısı” benim gibi sanıyorum tüm gazetecileri büyük sıkıntıya sokuyor.
Çünkü her gün yüzlercesi geliyor bu mesajların. Elektronik mesaj kutularımız sınırlı. Üç beş saat açmayınca kapasite doluyor ve diğer okurlardan gelen mesajları alamıyoruz.
“Bizim öncelikli amacımız bize verilen devlet sözünün tutulmasıdır” diyorsunuz, çok haklısınız.
“Özel okulların büyük bir kısmı bile mezun öğretmen sayısı fazla olduğu için öğretmenleri yok pahasına çalıştırmaktalar. Dershanelerde durum daha da vahim. İnanın, aylık 500-600 liraya hem de büyük şehirlerde öğretmenleri çalıştıran ve özlük haklardan bile mahrum bırakan pek çok dershane var” diyorsunuz. Çok haklısınız.
“Ücretli öğretmenlik ise tam bir rezalet. Üstelik de devlet eliyle yapılan bir rezalet. Bu kadar düşük ücretlerle ve güvencesiz olarak siz çalışır mıydınız, ailenizi geçindirebilir miydiniz acaba?” diyorsunuz. Çok haklısınız.
KPSS’ye büyük paralar ödeyerek hazırlandığınızı, sınava girdiğinizi, sınavın kopya nedeniyle iptal edildiğini, ama buna rağmen öğretmen alımı yapılmasından sizin gibi sınava girenlerle adeta alay edildiğini yazıyorsunuz. Çok haklısınız.
“Mevcut koşullar altında tek seferde bütün öğretmenlerin atamasının yapılamayacağını biz de biliyoruz. Ancak biz şu anda en çok bize verilen söz olan, bir devlet sözü olan 55 bin için, bundan geriye kalan sayı, 28 bin için mücadele ediyoruz” diyorsunuz. Çok haklısınız.
“Bizim mağduriyetimizin giderilmesi için en geç haziran ayında, yani devlet sözünün son tutulma tarihi olan haziran ayında 28 bin atama yapılmalıdır + bu atama ağustos ayından kırpılmamalıdır” diyorsunuz. Çok haklısınız.
Ama ardından “Bu mail’leri ataması yapılmayan öğretmen arkadaşlarımızdan sürekli alacaksınız” diyor ve ekliyorsunuz; “Sizi rahatsız ettiğimizin farkındayız ama inanın biz sizden katbekat daha rahatsız bir durumdayız ve son çaremiz budur! Lütfen bunun için bizi bağışlayın.”
İşte o çoook uzun mesajlarınızdan bir özeti bu köşeye taşımaya çalıştım. Daha ne yapabiliriz ki? Zaten hiçbir gazeteci konuya duyarsız değil. Ama bizleri düşünmeniz gerek, bu mesaj kampanyası nedeniyle çalışamaz duruma geldik. Okurlardan gelen diğer tepki, eleştiri, öneri ve şikâyetleri göremiyoruz.
*****
Çin’de rüzgâr türbini üreten bir fabrikayı gezen Başbakan, “Yerimiz çok, yatırıma bekliyoruz” demiş. Doğru; hem yerimiz çok hem de “rüzgâr ekip fırtına biçen” bir yapımız olduğu için bize en uygunu rüzgâr enerjisi. (Gani
Yıldız)
*****
Trafik kameraları sadece seyretmek için mi?Trafik özellikle İstanbul Ankara gibi büyük kentlerde herkesin ortak derdi. Bu nedenle dün trafikle ilgili yazdığım yazı büyük ilgi görmüş. “Atanamayan öğretmen mesajlarından sıyrılıp kutuma düşen” okur mesajlarından bunu anlıyorum.
Dünkü yazıma birkaç ek yapayım öyleyse.
Örneğin İstanbul’un neredeyse tamamı kameralarla izleniyor. Kim, nerede, ne yapıyor binlerce kamera sayesinde görülebiliyor. Tıpkı George Orwell’in Büyük Birader’indeki gibiyiz.
Bu kameralar süs, görüntüleri izleyenler de kazık değil.
Bu kameralar neden var? Bir yerde bir şey olursa müdahale edilsin diye.
Var mı yok mu olduğunu anlayamadığımız İstanbul Trafik Müdürlüğü de bu kameralardan kentin trafik durumunu izliyor.
Peki ne yapıyor? Kameralarda trafiğin neden sıkıştığı açıkça görülüyor.Yapılması gereken bir mobil ekibi hemen göndermek ve sıkıntıyı gidermek.
Oysa bizim görevlilerimiz herhalde kameralara bakıp bakıp “Vaaay, görüyor musun kuyruk nereye kadar uzamış” diyerek dalgalarını geçiyorlar.
*****
Demek kamuoyu vicdanı yokmuşDeniz Feneri davasının iddianamesi açıklandı. Savcılar sanıkların örgütlü bir suç işlemediklerini belirterek “görevi suistimal” veya “haksız kazanç elde etme” gibi suçlamalarda bulunmuşlar.
Bunların cezası çok fazla değil. Sanıkların hapis cezası almaları bile mümkün değil.
Elbette bu davanın sanıklarının suçlu olup olmadıklarını bilemiyoruz. Ama bildiğimiz iki şey var;
Birincisi: Bu davanın ilk bölümü Almanya’da görüldü. Alman savcılar Deniz Feneri olayını “yüzyılın soygunu” olarak adlandırmıştı. Ucunun Türkiye’ye dayandığı bildirilmişti.
İkincisi: İktidar bu davanın yürütülmesini hiç istemiyordu. Önce tutuklama isteyen savcılar görevden alındı ve haklarında dava açıldı, ardından tahliye kararları geldi.
Bu tür davalarda “kamuoyu vicdanı” kavramı atılırdı ortaya. Bazı hâkimlerin “kamuoyu vicdanı”nı dikkate aldıkları söylenirdi.
Deniz Feneri olayı, katıksız AKP’li olanlar dışında “kamuoyu vicdanında” çoktan mahkûm oldu bile.
Paranın ne olduğunu merak eden belki çok değil, ama yoksul insanlar için toplanan paraların başkalarının cebine girdiğini Alman mahkemesi belgeledi zaten.
Bizde ise asıl korkulan, işin ucunun iktidara dokunması.
*****
251 gazeteci zordaAtanamayan öğretmenler çok ciddi bir sosyal medya ağı kurmuşlar. Gazetecilere aynı bildiriden binlerce gönderiliyor. Ama bunlar arasında “kendi aralarındaki yazışmalar” da var.
Bu mesajda 251 kişilik bir gazeteci listesi olduğu belirtiliyor. Mesaj atması istenenlere “Spam’a düşmeme” yöntemleri de anlatılıyor.
Bazı gazetelerin veya e-posta sağlayıcılarının zayıf noktaları anlatılarak şifreler veriliyor ve “böylelikle ne olursa olsun o mesajlar alıcıya ulaşacaktır” deniyor.
Bir sosyal grubun sorununu anlatmak için böylesine müthiş bir zincir oluşturması akıllıca bir yöntem olsa da, eğer muhataplar çalışamaz hâle geliyorsa, silahın ters tepme ihtimali de vardır.
Temel mantıkları şu: “Nasıl olsa usanacaklar ve sonunda yazacaklar.”
Usanmaya bile gerek yok, haklı bir sorunu dile getirmek görevimiz, ama yazsak da bitmiyor ki. O 251 kişilik listeden konuyu 250’si köşesinde yazmış olsa bile bombardıman devam ediyor. Acaba bizi değil de, iktidar milletvekilini bombardımana tutsalar daha mı iyi olur?