Sevr’i anlatın da Lozan’a sıra gelsin
Can Ataklı: Sanıyorum Lozan’la ilgili çalışma yine dış politikada ve Güney’de başımız sıkıntıya girdiği bir sırada milletin önüne konup kafası karıştırılmak istenecektir.
BUNU YAZMAK GEREK
Faiz lobisi Ziraat Bankası’ymış
Başlık aslında biraz ironik. AKP Genel Başkanı’nın aylardır söylediklerine bakınca insanın aklına ister istemez bu geliyor. Çünkü Erdoğan’ın çok kızdığı yüksek faizden en çok kazanan Ziraat Bankası olmuş. Ziraat Bankası kârlılıkta bu yıl bütün bankaları geride bırakmış. AKP Genel Başkanı müthiş bir “faiz lobisi” düşmanı. Bu nedenle sık aralıklarla bankaları uyarıyor ve “Faizleri düşürün” diyor. Tabii faizler emirle düşmüyor ama nedense hiçbir ekonomi uzmanı da çıkıp “Sayın Erdoğan ekonomiyi pek bilmiyorsunuz konuya buradan girerseniz hem sonuç alamazsınız hem de yüzünüze söylenmese bile alaya alınırsınız” demiyor diyemiyor. Zaten sıkı mı birinin bunu diyebilmesi. Erdoğan faizlerin düşürülmesi konusunu en son Vatikan’dan dönerken yine açmış. Yanındaki gazetecilere “Birileri hâlâ görmezlikten geliyor. Geçenlerde bir banka kârını açıklıyor, 6 küsur milyar TL. Biz bu faiz lobisine mi çalışacağız? Birinci derecede Merkez Bankası ve BDDK aktif rol almak zorunda. Siz aktif rol almadıktan sonra, öbürleri istediği gibi at oynatır. Kesinlikle faizde taviz vermeyeceğiz” demiş. Erdoğan faizle ilgili çalışmalar yaptırdığını da tekrarlayarak “Faizle ilgili yaptığımız son zirveden sonra arkadaşlar kendi aralarında bir çalışma yürütüyorlar. Bundan sonra tekrar bir araya geleceğiz. Enflasyon, çift haneli rakamdan tek haneye inmiş değil. Bu mantıkla, bu kafayla gidildiği sürece inmez de. Şu anda yüzde 16, 17, 18, hatta 20’nin üzerinde faiz uygulayan bankalar var. Bunların olduğu bir finans sektörü içinde, bir bankacılıkta, yatırımcı nasıl olacak da işin içine girecek? Bu şartlarda istihdam nasıl düzelecek? Yatırım olmadan istihdam olur mu, olmaz, olmayacak. Şimdi biz bu faiz lobisine mi çalışacağız? Bu faiz lobisine çalışırken orada ezilen kim? Millet zannediyor ki krediyi alan eziliyor; krediyi alan değil aslında tüketici eziliyor. Krediyi alan, öyle veya böyle işini çeviriyor; çeviremiyorsa da batıyor. Bütün bunları görmezden gelmek doğru değil” diye eklemiş. Erdoğan’ın Vatikan gezisine katılıp da içinde biraz gazetecilik ruhu kalanlar açıp bakmışlar 6 milyar lira net kâr eden banka hangisi diye. Bu banka Akbank. Ancak Garanti Bankası’nın kârı daha yüksek. 6.3 milyar lira. İş Bankası 5.3, Yapı Kredi 3.6 milyar lira net kâr elde etmiş. QNB Finansbank’ın kârı ise 1.3 milyar. Ama sıkı durun, en büyük kârı elde eden banka Ziraat Bankası. Bu bankanın net kârı 7.9 milyar lira. Faiz lobisini devirmek için sarayda gece gündüz çalışıp çuvalla para kazanan danışmanlar AKP Genel Başkanı’na Akbank’ı jurnallemişler ama anahtarı Erdoğan’ın elinde olan Ziraat Bankasını görmezden gelmişler. İşe bakın ki Erdoğan’ın en çok şikayet ettiği ve “Buna mı çalışacağız” dediği faizlerden en büyük kârı kendi sahibi olduğu banka elde etmiş. Daha önce de “kıt ekonomik bilgimle” yazmıştım. Bu işler bu kadar kolaysa devlet bankalarına bir talimat verilmesini ve faizleri indirmelerini sağlamalarını önermiştim. Nedense Erdoğan ve kurmayları Ziraat başta olmak üzere diğer kamu bankalarına böyle bir talimat vermiyor. Böyle olunca da devletin bankası bütün özel bankaları sollayıp faizden en büyük kârı elde eden banka oluveriyor. Hani tam “aleme verir talkını kendi yutar salkımı” misali gibi olmuş bu. Neymiş: Faiz lobisi Ziraat Bankası’ymış.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Sevr’i anlatın da Lozan’a sıra gelsin
Şu sıralar Cumhuriyet dönemine çamur atmak çok moda oldu. Yandaş tv kanalları ya muhalefete çatan programlar yapıyor her gece ya da karşı devrim niteliğinde Cumhuriyet, Atatürk ve devrimlerine ağır hakaretler yağdırılan programlar yayınlıyor. Ve tabii Lozan da bitmek tükenmek bilmeyen takıntıları. Afrin operasyonu nedeniyle Amerika’ya esip gürleyen AKP Genel Başkanı laf arasına “Hainlere geçit vermeyeceklerini” sıkıştırıp “Lozan’la ilgili çok kapsamlı bir çalışma yaptırıyorum, yakında göreceksiniz” dedi. Erdoğan’ı öfkelendiren Ege Denizi’nde Yunanistan’ın pervasızca işgal ettiği adalarla ilgili eleştirilere muhatap olmak. Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan 15 yıl önce bizde olan veya üzerinde Yunan askeri üssü bulunmayan adaların aslında taaa Lozan’da verilmiş olduğunu kanıtlamak istiyor. Geçenlerde Halk Bankası avukatlarının bile rüşvet aldığını doğruladı eski bakanlardan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin en yeni vatandaşlarından Egemen Bağış da “Yeni duydum” dedi ve “Cumhurbaşkanı herkese cevap niteliğinde çok kapsamlı bir çalışma yapıyormuş. Yakında herkes dersini alacak” türü bir şeyler söyledi. Lozan’la bu dert nedir aslında anlıyoruz tabii. Ama Cumhuriyeti lekelemek. Ancak bunu yaparken “ecdadımız” diye övündükleri Osmanlı hanedanının Sevr’i kabul etmesini unutuyorlar. Sanki Lozan imzalanırken İstanbul, İzmir, Antalya, Adana, Gaziantep sınırlarımız içindeydi de Atatürk ve arkadaşları Lozan’da bazı adaları kaybettiler. Sık sık Osmanlı’nın “sınırlarının büyüklüğünü” anlatan iktidar yandaşları yere göğe sığdıramadıkları Sultan Vahdettin’in İngiliz gemisiyle giderken bıraktığı Osmanlı topraklarının yüz ölçümünü söylemiyorlar hiç. Sanıyorum Lozan’la ilgili çalışma yine dış politikada ve Güney’de başımız sıkıntıya girdiği bir sırada milletin önüne konup kafası karıştırılmak istenecektir. Yazık bu ülkeye, bu kadar hoyrat olmamak gerek.
Bİ SORALIM BAKALIM
Suriye’nin gerçek sahibi ÖSO mu?
Afrin operasyonu sürerken AKP Genel Başkanı’nın da açıklamalarını izliyoruz. Vatikan’dan dönerken yanına aldığı gazetecilere açıklamış Erdoğan, demiş ki “Teröristlerden kurtardığımız yerleri Suriye’nin gerçek sahiplerine vereceğiz.” Suriye’nin gerçek sahipleri olarak gösterdiği adres ise belli ki ÖSO. Gerçi ÖSO içinde bizim Rizeli’ler de var ve onlar “İslam için çarpıştıklarını” söylüyorlar. Artık bu nasıl Kuvvayı Milliye oluyorsa? Ancak aklımın almadığı şu; Diyelim ki hızlı biçimde Afrin ve çevresini PYD-YPG-PKK teröristlerinden temizledik. Bölgede tekrar huzur ve güven sağlandı. ÖSO hangi gücüyle gelip bu toprakların “gerçek sahibi” olarak hakimiyet kuracak? Bu ÖSO denilen yapılanma bundan 6 yıl önce Amerika tarafından kurulup pazarlanmak istenmişti zaten. Bunun için Avrupa’da zirveler yapıldı. Türkiye’de de çok ciddi toplantılara tanık olduk. Ancak herkes gördü ki, ÖSO adı altında toplanmaya çalışan gruplar son derece cahil, çapsız ve yeteneksiz gruplar. Bırakın bir devlet yönetmeyi kabilelerini bile yönetemiyorlar. Bu işin bir boyutu. İkinci boyuta gelince, Afrin ve çevresi aslında Rusya’nın hakimiyet alanı. Rusya da Esad yönetiminin arkasında. Şu anda terör odaklarının temizlenmesi için bize geçit veriyorlar o kadar. Temizlediğimiz bölgeyi Rusya’ya rağmen nasıl ÖSO’ya teslim edeceğiz ki?
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
15 yıldır siz uyutuyordunuz
Bazen coştukça coşuyor AKP Genel Başkanı. Tüm dünyaya ayar verdiği son konuşmasında “Uyuyan devi uyandırdınız” dedi. Sözleri aynen şöyle; “Son iki asrı hep fedakarlıkla geçirdik. Gözümüzün önünde yalanla, dalavereyle, ayak oyunlarıyla, diplomatik sahtekarlıklarla 5 milyon metrekarelik vatanımız adeta talan edildi, geriye kala kala 780 bin kilometrekare bu ülke kaldı. Anlaşılan o ki birileri bunu da bize herhalde çok görüyor. Bizi öyle çok zorladılar ki sonunda uyuyan devi uyandırdılar. Bunu böyle bilsinler. Türk milleti yepyeni bir döneme ilerliyor. Türkiye’nin her başarısı milyonlarca yürekte dalga dalga büyüyor.” Alkışlanacak sözler değil mi? Sanıyorum birçok kişinin de milliyetçi duygularını kabartmıştır bu konuşma. Ama bir de şöyle bakalım. Erdoğan tam 15 yıldır bu ülke yönetimini tek başına elinde tutuyor. Bu 15 yıl içinde bu dev niçin uyanmadı da ille başka ülkelerin bizi zorlaması gerekti? Bugün bizi zorlamasalar demek yine uyanmayacaktık. Ayrıca 15 yıl değil ama hiç olmazsa 5 yıl önce uyansaydık şu anda sınırlarımızda yaşadığımız sorunların pek çoğu hiç olmayacaktı.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Peki Mihraç Ural’a sonra ne oldu?
Soçi’de Suriye ile ilgili yapılan toplantılar sırasında medyada yayınlanan bir fotoğraf tam bir skandalı yansıtıyordu. Çünkü bu fotoğrafta Reyhanlı katliamını yapan kişi olarak suçlanan Mihraç Ural Rusya’nın ev sahipliği yaptığı uluslar arası bir toplantıda boy gösteriyordu. Böyle bir skandal nasıl yaşanabilirdi. İkincisi ise Türk medyasının defalarca “öldürdüğü” veya “MİT’e öldürttüğü” Mihraç Ural kanlı canlı biçimde herkesin karşısındaydı. Onca haber şimdi ne olacaktı? Şimdi bunların hepsini geçelim. Mihraç Ural’ın Rusya’da peydahlanması elbette Türkiye’nin de tepkisine neden oldu. AKP Genel Başkanı Erdoğan da durumu Putin’e sormuş. Şöyle anlatıyor bunu Erdoğan; “Soçi’yle ilgili sıkıntılar yaşandı, bunların aşılması için Mevlüt Bey’in epey gayretleri oldu. O gayretler neticesinde bazı yanlışlar düzeltildi. Ama tamamı düzeltildi diyemem. Örneğin o terörist adamın (Reyhanlı sanığı Mihraç Ural) oraya gitmiş olması. Bunu ben Sayın Putin’e söylediğimde, ‘Benim bundan haberim yok’ dedi. Ondan sonra konuyla ilgili görüşmeler yaptı. Bize aktardıkları bilgiye göre adam oraya sahte kimlikle giriş yapmış. Böyle bir teröristin her ne surette olursa olsun görüşmecilerin arasına sızabilmesi, Soçi’nin en büyük açığı olmuştur. Bunu anlamak mümkün değil.” Evet AKP Genel Başkanı çok doğru söylemiş; “Bunu anlamak mümkün değil.” İyi de sonra ne olmuş. Putin “Benim haberim yok” dedikten sonra ne yapmış? Mihraç Ural hâlâ Rusya’da mı yoksa elini kolunu sallayarak çıkıp gitti mi? Gittiyse nereye gitti? Esip gürlemeyi beceriyoruz becermesine de sonuç alıyor muyuz? Bunu da siz düşünün biraz.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları