Sonunda Ahmet Hakan Bey dayanamadı
Can Ataklı; Ahmet Hakan’ın, Hürriyet gazetesindeki köşesinin en tepesindeydim dün. Allah için kocaman bir fotoğrafımı da koymuş ki bugüne kadar Hürriyet’te bu kadar büyük fotoğrafım yayımlanmamıştı.
BAŞIMDAN GEÇENLER
“Abi herif doğru söylüyor ama…”
Önceki günden beri hakkımda müthiş bir linç kampanyası yürütülüyor.
Bugüne kadar elbette iktidar yalakalarının ve trollerinin saldırısına defalarca uğradım.
Hatta bazılarından size de söz ettim zaman içinde.
Bu kez biraz farklı.
Daha şiddetli.
Daha haşin.
Ve tabii kendini bilmezlerin daha çok küfrettiği ettiği bir linç kampanyası bu.
Neden?
Çoğunuz zaten biliyorsunuz ama bir özet yapayım yine.
Pazartesi günü itibarıyla korona nedeniyle kapatılan ilk, orta ve lise dengi okullarda “uzaktan eğitim” sistemine geçildi.
Derslerin başladığı saatte ben de Tele1’deki sabah programında canlı yayındaydım.
O sırada ilk dersle ilgili görüntüler ve bilgiler geldi.
İlk dersi veren öğretmenin türbanlı olmasına dikkat çekerek bunun böyle olmaması gerektiğini söyledim.
Ardından AKP yalakaları ve trolleri kıyameti kopardı.
Şimdi isterseniz konuyla ilgili haberi bizzat “Yeni Şafak” gazetesinden okuyalım:
Can Ataklı yine nefret kustu, yine haddini aştı: Türbanlı öğretmen kadar facia bir şey olamaz…
Öğrencilere uzaktan eğitim verilmeye başlandığı ilk gün sunucu Can Ataklı, ders veren öğretmenin başörtüsü olması üzerinden nefret saçtı. Daha önce de benzer çıkışlar yapan ve özellikle dindar vatandaşları hedef gösteren açıklamalar yapan Ataklı, ‘Milyonlarca öğrenciye, türbanlı öğretmeni rol model olarak vermeleri çok yanlış. Bunu özgürlük falan diye anlatmayın. Şimdi buraya niye onu koyuyorsun? Türbanlı öğretmeni olan var, olmayan var. Hiç türbanlı öğretmen görmeyen var. Türbanlı öğretmenle başlamak kadar bence başka facia bir şey olamaz’ dedi.
Haberi okuduğunuzda benim sözlerime de yer verildiğini görüyorsunuz.
Peki, herkes elini vicdanına koysun ve söylesin; bu sözlerde “nefret kusma, dindarları hedef gösterme, haddini aşma” var mı?
Bu haber aşağı yukarı aynı dilde, aynı üslupta Hürriyet, Sabah gibi gazetelerde olduğu gibi, yandaş yalaka ne kadar internet sitesi varsa oralarda da yayınlandı.
Bu arada ciddi bir organizasyon kurularak diğer sosyal medya araçları üzerinden de bir linç kampanyası başlatıldı.
Kampanyanın özü, bu gazete haberlerinde olduğu gibi sanki İslam’a dil uzatmışım, inanan insanları aşağılamışım, dine saygım yokmuş, türban kini kusmuşum, nefret suçu işliyormuşum gibiydi.
Ağırlıklı olarak, (yüzde 90) mesajlar akıl almaz cinsel küfürler içeriyordu.
Çok uzun yıllardır günlük yazılar yazıyorum ve yine 20 yılı aşkın süredir ekranlardayım.
Türbanla da din istismarı ile ilgili de ilk kez konuşmadığım gibi AKP iktidarına yönelik hayli ağır eleştirileri de sürekli yapıyorum.
Peki ne oldu da bu kez bu kadar yoğun bir kampanya açıldı?
Cevabı kolay aslında.
İktidar giderek sıkışıyor.
Artık eleştirilere bir cevap veremiyorlar.
Korona bir anlamda imdada yetişti ama alınan önlemlerdeki hatalar, yapılan beceriksizlikler, gerçeklerin saklanıyor olması kuşkusu, iktidarın dengesini bozuyor.
Tele1 böyle bir dönemde yıldızı hızla parlayan bir kanal.
Milyonlarca kişi gerçekleri öğrenmek, daha doğru bilgilere ulaşmak, en iyi uzmanları dinlemek için Tele1’i açıyor.
Sabahları benim, akşam Emre Kongar ve Merdan Yanardağ’ın, haber bültenleri ile programlardaki yorumcuların ve konuklarının dile getirdiği eleştirilere cevap veremiyorlar.
Önceki gün AKP’li bir yönetici arkadaşımla telefonda konuştuk.
Daha önce de duyduğum ve gerçekten çok gururlandığım bir sözü tekrarladı bana.
Dedi ki, “Geçenlerde arkadaşlarla senin programından bölümler izledik. Doğal olarak sana çok kızıyorlar, ben de çoğu kez rahatsız oluyorum aslında. Ama herkesin ortak fikri şu: ‘Herif doğru söylüyor’ diyorlar.”
Bakın bu söz var ya, işte beni ayakta tutan, güç ve cesaret veren temel unsur.
Doğruları söylediğim ve bu doğrular bizzat muhatapları tarafından da kabul edilmek durumunda kalındığı sürece içim rahat. Vicdanım rahat.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Sonunda Ahmet Hakan Bey dayanamadı
Ahmet Hakan’ın, Hürriyet gazetesindeki köşesinin en tepesindeydim dün.
Allah için kocaman bir fotoğrafımı da koymuş ki bugüne kadar Hürriyet’te bu kadar büyük fotoğrafım yayımlanmamıştı.
Ahmet Hakan, benim için Covid-20 demiş.
Covid-19 biliyorsunuz dünyayı kasıp kavuran koronanın bilimsel adı.
Benimki Covid-20 olunca, anlayın yani, koronadan bile beterim.
Hürriyet’in aynı zamanda genel yayın müdürlüğünü de yapan Ahmet Hakan’ın hakkımda yazı yazması çok normal.
Çünkü Tele1’de hayli zamandır Ahmet Hakan’la ilgili pek çok eleştiri yapıyorum.
Bunların kiminde dalgamı da geçtiğim için Ahmet Hakan alınabilir.
İçi dolup hırslanabilir.
Ama dönüp bana bir şey yazabilmek için bir şey bulamıyor ki.
Söylediklerimde bir; haksız olmam, iki; abartmış olmam, üç; yalan söylemem, dört; halkı kandırmam gerek.
Bunların hiçbiri yok.
Üstelik eleştirilerime (hem kendisine, hem gazeteye, hem de iktidara) vereceği cevap da yok.
Bir keresinde adımı geçirerek, “Her şeyi AKP’den bilen Can Ataklı gibilerden sıkıldım” diye söz etti ama bu elbette kesmeyecekti.
Sonunda kendi meşrebine uygun bir şey buldu.
Ne diyeyim, haklı, bir şey söylemesi gerekiyordu bana, muhtemelen kimi okurları “Bu adam ha bire sana çakıp duruyor, bir şey demeyecek misin?” diye de kışkırtıyordu.
Hıncını aldı Ahmet Hakan, ama bundan sonra ne yapacak çok merak ediyorum.
İstismar edildiği için bundan sonra “türbanla ilgili” hiçbir şey söylemem ve yazmam.
Bu durumda Ahmet Hakan da bana yönelik bir malzeme bulamayacağı için benim eleştirilerime ve dalga geçmelerime karşı yine eli kolu bağlı kalacak.
Durumu zor yani.
NOT: Bu arada Ahmet Hakan’da tek kızdığım şu oldu; Belli ki tüm diğer yandaşlar gibi söylediklerimi dinlemeden oturup yazmış yazısını. Türban yerine başörtüsü diyerek de konuyu saptırmış. Oysa türbanla başörtüsü ayrı şeyler. Yıllardır da bunun bilincinde yazıyorum, konuşuyorum ve tartışıyorum. Ama adam “tanrı yazar” olunca hikmetinden de sual olunmuyor işte.
YENİ ÖĞRENDİM
Adam geldi ve iddia etti: Koronaya karşı antimikrobiyotik tek çare
Korona çıktıktan ama özellikle Türkiye’de de etkili olmaya başladıktan sonra ortalık “çareden” geçilmiyor.
Doğal olarak herkes hem korunmak hem de tedavi amaçlı her tür bilgiyi su gibi içmeye çalışıyor.
Sosyal medyada içerden ve dışarıdan gelmiş sayısız “çare” önerileri elden ele dolaşıyor, videolar izleniyor, bilgiler paylaşılıyor.
Tabii bizler için birinci önemdeki konu, virüsün yayılmasının önlenmesi için herkesin kendi çapında karantina uygulaması.
Mümkün olduğunca evden çıkmayacağız, çok fazla insanla yakın temas kurmayacağız, kendi temizliğimize çok dikkat edeceğiz.
Dün Tele1’deki yayın bittikten sonra bu köşe için yazılarımı hazırladığım sırada bir vatandaş geldi.
Birincilikle bitirdiği yüksek lisans diplomasını gösterdi. Tekstil mühendisi olduğunu söyledi ve “Koronaya karşı tek çare antimikrobiyotiktir” dedi.
Dedim ki; “Burası yanlış adres, bu konu bilimsel, bunu tıp fakültelerine ya da Sağlık Bakanlığı’na anlatmanız gerek.”
Ama adam ısrarlı; “Beni dinleyin, tüm dünya kurtulacak” diyor başka bir şey demiyor.
“Peki” dedim “Anlatın o zaman.”
Dediği şey çorap imalatçıları ve bazı kumaşçılar tarafından kullanılıyormuş.
Ürünü antimikrobiyotik malzemelerle üretiyorsunuz, bunun üzerinde virüs yaşamadığı gibi anında yok olup gidiyor.
“Tamam da” dedim, “Siz bunu mu üretiyorsunuz?”
Kendi üretmiyormuş ama beyaz eşyadan mobilyaya, kumaştan çamaşır makinesine, ev eşyasından bilgisayara her ürün bu madde ile üretilirse kesin kurtuluş olurmuş.
Kısacası dediği “Her şey içine antimikrobiyotik zerk edilerek üretilebilir.”
Ben de “internetten bakıp yazarım” dedim. Adam “Yazın, göreceksiniz etkisini, yarın sizi cumhurbaşkanı bile arayacak” dedi ve gitti.
Gerçekten internette bu madde ile imal edilen çorap, kumaş gibi ürünler var.
Ne bileyim, bu musibet atlatıldıktan sonra bakarsınız tüm ürünlerin içine belki bu madde konabilir ve bir daha virüs saldırısına maruz kalmayız.
ÇOK GÜLDÜM
Korona nedeniyle yeniden gündeme gelen fıkra
Korona salgını nedeniyle hastaneler de zor durumda.
İktidar ve yandaşları ile yalakaları ise sağlık çalışanlarının dertlerine dönüp bakmak yerine, iktidarın salgın konusunda ne kadar müthiş önlemler aldığını, dünyanın buna parmak ısırdığını anlatmakla meşgul.
Öyle ya da değil, bunca sıkıntı arasında bilinen bir hastane fıkrası ile gülümseyelim.
Çünkü şu günlerde gülümsemeye de çok ihtiyacımız olduğunu unutmayalım.
Fıkranın daha önce Yıldırım Tuna’dan da geldiğini söylemeyi ihmal etmemeliyim.
Temel, parmağını camla kesmiş.
Telaşla hastanenin acil servisinden içeriye girmiş.
İçeri girince iki kapı çıkmış karşısına. Birinde “hastalıklar”, diğerinde “yaralanmalar” yazıyormuş.
Durumuna uyan “yaralanmalar” kapısından içeri girmiş.
Önünde yine iki kapı belirmiş: birinde “kanamalı”, diğerinde “kanamasız” yazıyormuş.
“Kanamalı” kapıdan girince, iki kapı daha görmüş: “hayati önemde olan” ve “hayati önemde olmayan”.
Temel “hayati önemde olmayan” yazılı kapıdan içeri girince kendini sokakta bulmuş.
Çaresiz eve dönmüş. Karısı sormuş: “Temel, sana iyi baktılar mı?” diye.
Temel ellerini iki yana açmış ve “Vallahi hiç bakmadılar ama organizasyon bir harikaydı” cevabını vermiş.
Kıssadan hisse: Şu sıralar Korona değilseniz hastalığınızın bir önemi yoktur, hastaneleri boşu boşuna meşgul etmeyin.
ÜYE YORUMLARI
Facebook Yorumları
Yaşını başını almışsın ama insanlıkta nasibini almamışsın. Bilgi sahibiyim diyorsun ama sırtında kitap yükü taşıyan bir merkepsin