loading
close
SON DAKİKALAR

Suriye Dostları Suriyelileri Dövmüş

Can Ataklı
Tarih: 03.04.2012
Köşe: Günlük Yazılar

Pazar günü 1 Nisan’dı. Bütün dünyada şaka günü...

Pazar günü 1 Nisan’dı. Bütün dünyada şaka günü.

Aslında zaten gülmeceye yer vermeye çalıştığım pazar gününün 1 Nisan’a denk gelmesiyle, birkaç şaka yapmayı düşünmüştüm.

Ama zaten her şey şaka gibi olduğu için son anda vazgeçtim.

Öğleden sonra bir baktım ki, İstanbul’da sanki 1 Nisan’a nazire yapar gibi bir olay yaşandı.

Dünyanın bilmem kaç ülkesinden gelen dışişleri bakanları, ki başlarında ABD Dışişleri Bakanı Clinton var, İstanbul’da toplanmışlar, kendilerine “Suriye halkının dostları” adını takmışlar.

Amaç Suriye’deki diktatörü devirmek. Bu nedenle İstanbul’a gelen ama aralarında bir türlü anlaşamayan Suriyeli muhaliflere akıl verecekler.

Sonra beklenmedik bir şey oluyor. Toplantının yapıldığı yerin önünde başka Suriyeliler de toplanıyor.

Onlar muhalif değil. Muhaliflerin ve hepimizin diktatör dediği adamı destekliyorlar.

Sonunda bizim polis yukarı bakıyor, “Onlar da Suriyeli, bunlar da; hangisi dostumuz?” diye soruyor. Yukarıdaki zatlar “İçeridekiler dostumuz, dışarıdakiler değil” işareti veriyorlar.

Gaz bombaları ve coplar ortaya çıkıyor. Yer misin yemez misin, kendimize dost görmediğimiz öteki Suriyelileri bir güzel dövüyorlar.

Bu olay başka gün olsa herhalde “İstanbul’da 1 Nisan şakası gibi olay” manşetleri atılırdı gazetelerde. Ama olay zaten 1 Nisan’da olunca kimsenin aklına bu şaka gelmedi anlaşılan.

İşin esprisi bir yana, tüm haberleri okudum, Suriye ile ilgili “Suriye dostları” ne diyor anlamak mümkün değil.

Zaten asıl anlamadığımız başka konu daha var. Suriye’de ne oluyor? Bilen var mı?

“Esad halkına zulmediyor” deniyor da, bunun nedeni anlaşılmıyor. Kim özgürlük istiyor, hangi muhalif ne bekliyor, kim kimi vuruyor o da belli değil.

Örneğin Suriye’deki Kürtler son anda taraf değiştirdi mi değiştirmedi mi?

Bizdeki PKK bir anda Esad karşıtı olmayı bir kenara bıraktı mı bırakmadı mı?

Daha bunları bile net anlatan yok.

Ama bilinen şu ki, Türkiye bir şekilde Suriye’ye müdahaleye kalkarsa, ortalık kan gölüne dönüşecek. Bunda aklı başında herkes mutabık.

*****


İç hatlarda uçmak sefalet gibi

Son aylarda uçakla iç hat seferi yapmayı hiç sevmiyorum. Çünkü tam bir sefalet, tam bir azap haline geldi.

Pazar günü İzmir’e oradan da Nazilli’ye gittim. Nazilli konusunu perşembe günü yazacağım. Ama önce şu iç hatta uçma sefaletini yazmak istiyorum.

Uçuş saati 11.00’di. O gün İstanbul’daki olağanüstü güvenlik önlemlerini ve bir de üstüne üniversite sınavını düşününce saat 09.15’te evden çıktım.

Beklediğim gibi olmadı, 30 dakikada Atatürk Havalimanı’na vardım.

Saat 10.35’te uçağa bindim. 11.00’de kapı kapandı, uçak hareketlendi.

Uçuşta çok sıra varmış. Tam 55 dakika sanki şehir içi trafiğindeki gibi dura kalka gidip 11.55’te havalandık.

İzmir’de terminale girdiğimizde saat 13.05’i gösteriyordu. Demek k tam 2.5 saat uçakta kalmışız.

Pazartesi günü dönüyorum. Uçak saati 13.00. Yalnız 35 dakika rötarı varmış. Ona da şükür.

Ama pazar günü başlayan başka bir uygulama tadımı fena kaçırdı. Artık uçaklara sıvı alınmıyor. Uçağa geçişteki son güvenlik aramasından parfüm, deodorant, su, meşrubatla geçemiyorsunuz. El konuluyor ve çöpe atılıyor.

Bu dünyada da böyle. Bir şey diyemeyiz.

Seyahate küçücük bir çanta ile çıkmıştım. Sıvı yasağını bildiğim için ne tıraş köpüğü, ne parfüm aldım. Sadece küçücük bir diş macunu ve diş fırçası.

Nazilli’deki dostlar ayrılırken minik armağanlar verdi. Reçel, kestane şekeri.

İzmir havaalanındaki ana kapı güvenlik görevlisi “Can Bey, bir kavanoz var çantada” dedi. “Evet” dedim “Reçel.” Görevli “Ama uçağa almazlar haberiniz olsun” demez mi. Meğer reçel, bal dâhil her türlü akışkan yasakmış.

Peki ne olacak. “Bagaja vereceksiniz.”

Verdik tabii. Reçeli çöpe mi atayım?

Bu sefer de İstanbul’da bagaj bekleme derdi. Ayrıca minicik çanta, kavanoz ya kırıldıysa. Şükür ki bir şey olmamış.

İşim gereği hep ya bir günlük ya da aynı gün gidip gelmelik seyahatlerim oluyor. Sadece özel ihtiyaçlarımı koyacağım küçücük çantalarla uçağa binmek demek ki hayal oldu.

*****


Vatansever subaylar nerede?

Başbakan Harp Akademilerine gitti, 800’ün üzerinde kurmay subaya ve pek çok generale hitap etti.

Ama tuhaf bir şekilde bu konuşma medyadan gizlendi. Sadece 800 subayın Başbakan’ı çakı gibi durup selamladıkları bir fotoğraf dağıtıldı.

Aradan bir hafta geçti. Şaşırtıcı biçimde özellikle yandaş medyada bu konuşma ile ilgili hiçbir ayrıntı çıkmadı.

Demek ki 800 subay birlik olmuş ve dışarı tek satır bilgi sızdırmamıştı.

Oysa daha önce örneğini bildiğimiz bazı “vatansever subayların” kimi gazetecilere koşup “Başbakan öyle bir konuştu ki, subaylar hayran kaldı, hepsine ince ayar çekti, neye uğradıklarını şaşırdılar” türü bilgiler vermesini bekliyordum, vatansever subaylar demek ki toplantıya katılmamış.

Sonunda Başbakanlık duruma el koydu anlaşılan ve Anadolu Ajansı’na konuşmanın içeriği verildi. Dün gazeteler bunu manşet yapmıştı.

Meğer Başbakan subaylara darbenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmış “sakın yapmaya kalkmayın, Türkiye geriye gidiyor” demiş. Askerler de Başbakan’ı hayranlıkla dinlemişler.

Tabii insan merak ediyor, konuşma baştan niye kamuoyundan gizlendi, bir hafta geçtikten sonra ne oldu da açıklanmasına gerek duyuldu?

*****


Emniyet şeridi paralı olsun

Her gün otoyollarda emniyet şeridini kullananları görüp hiddetleniyorum. Elimden bir şey gelmiyor. Zaten polisin de elinden bir şey gelmiyor, çünkü ortada trafik polisi yok.

İDO’nun Eskihisar-Topçular arabalı vapurunda başlattığı “Daha fazla para veren ön sıraya geçer” uygulamasından sonra aklıma “parlak” bir fikir geldi.

Bu emniyet şeritlerini koruyup boş tutamıyoruz. Bari devlet para kazansın.

Acelesi olan, normal şeridinde trafik kurallarına uyarak bekleyenleri “salak yerine” koyup bu şeride girenler bari para ödesinler. Hazır kameralar da var, taksimetre gibi çalışsın bunlar, emniyet şeridine girip çıkma sürelerine göre para yazsınlar.

Hiç olmazsa yanımızdan “vın” diye geçip gidenlere öfkelenmek yerine cimrilik yaptığımız için kendimize kızarız.

Hem de bu şeridi kullanan magandalar, kimi iktidar kalantorları ve içinde kim olduğunu bilmediğimiz mavi lambalı arabalardakiler “Biz zenginiz, çalışın, sizin de olsun” duygusunu tadarlar.

ÜYE YORUMLARI

Yorum Yap

Facebook Yorumları