Suruç olayı ve yandaş medyanın sefilliği
Can Ataklı: Olayın üzerinden 24 saatten fazla geçtiği halde nedense hiçbir medya organı olayın nasıl yaşandığını açıklıkla anlatmıyor. Ölen 4 kişiden üçünün HDP'li olmasına rağmen ısrarla “AKP saldırıya uğradı” başlıkları atılmaya devam ediliyor. Ölen 4 kişiden 2'sinin hastaneye yapılan baskınla öldüğü özenli biçimde saklanıyor.
ANALİZ
SURUÇ OLAYI VE YANDAŞ MEDYANIN SEFİLLİĞİ
Bir bayram sabahı bu yazıyı yazmak bile insanı daraltıyor inanın.
Ancak seçime bir hafta kala, iktidarın giderek puan ve prestij kaybettiğinin görüldüğü bir ortamda Suruç'ta yaşananlar insanın tüylerini diken diken ediyor.
Bunlar iktidarın, yandaşlarının ve bir kısım medyanın gözünün artık ne kadar karardığını, insanları birbirine düşman etmek ve bundan da kendine pay çıkarmak için ne kadar alçaldıklarının ibret verici bir örneği çünkü Suruç olayları.
Şanlıurfa'nın Suruç İlçesi'nde dün AKP'liler “esnaf ziyareti” yapmak üzere ilçeyi dolaşmaya başlıyorlar.
AKP'li grup, sahiplerinin HDP'li oldukları bilinen bir dükkana giriyorlar.
Burada bir ağız dalaşı yaşanıyor, ufak bir arbede çıkıyor, bunun sonunda Esat Şenyaşar adlı HDP'li vatandaş bıçakla yaralanıyor.
Ondan sonra olaylar birden büyüyor. AKP'li grubun içinde bulunan AKP Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız'ın kardeşi Mehmet Ali Yıldız'ın yanındaki korumalar tabancalarını ve otomatik silahlarını çıkarıyorlar.
Ardından bir savaşı andırır gibi ortalığı silah sesleri kaplıyor. (Bunun nasıl bir şey olduğunu hayal edemeyenler olayla ilgili görüntüleri izleyerek otomatik silahlardan çıktığı anlaşılan silah seslerini dinleyebilir)
Olay yerinde Mehmet Yıldız ve bir kişi can veriyor. İkisi ağır yaralı 11 kişi hastaneye kaldırılıyor.
Ardından AKP'li grup hastaneyi basıyor ve HDP'li iki kişi de burada öldürülüyor.
Olayın iktidar kanadında ve medyada yansıması ise gerçekten korkunç.
Çünkü neredeyse bütün medya olayı “HDP'lilerin AKP'lilere saldırısı” olarak duyuruyor.
Hükümet anında açıklama yapıyor.
İçişleri Bakanı Soylu “Bunun için önceden plan yapıldığını” bile söylüyor.
Sarayın sözcüsü sadece “bir kişiye” yani ölen AKP'liye baş sağlığı dileyerek “bunun hesabının sorulacağını” bildiriyor.
Bayram sabahı ise AKP'nin cumhurbaşkanı adayı Erdoğan tüm televizyonların canlı yayınladığı bayram namazı çıkışı konuşmasında “Ne yaparlarsa yapsınlar şunu bilsinler ki biz bu işin peşini, bırakmayacağız. Ne Gabar'da ne Cudi de ne Bestler Dereler'de bırakacağız, tek terörist kalmayana kadar üzerine gideceğiz” diyerek olayın tek failinin PKK olduğunu ileri sürdü.
Bunlar geçekten korkunç gelişmelerdir. Seçim tartışmaları, kavgaları hatta çatışmaları ilk kez görülen bir şey değil.
Burada önemli olan medyanın bu kadar sefil duruma düşmesidir.
Olayın üzerinden 24 saatten fazla geçtiği halde nedense hiçbir medya organı olayın nasıl yaşandığını açıklıkla anlatmıyor.
Ölen 4 kişiden üçünün HDP'li olmasına rağmen ısrarla “AKP saldırıya uğradı” başlıkları atılmaya devam ediliyor.
Ölen 4 kişiden 2'sinin hastaneye yapılan baskınla öldüğü özenli biçimde saklanıyor.
Bir dükkan içinde başlayan ağız dalaşı sonunda AKP'li bir milletvekilinin korumalığını yapanların (muhtemelen polis) otomatik silahlarla ateş açması da söz konusu edilmiyor.
Seçim çalışması yapanların niçin bellerinde silahla dolaştığı da sorgulanmıyor.
Bu sefil medyanın da 24 Haziran günü sonunun gelmesi gerekiyor.
Sırf bir kişinin tek adamlığının sürdürülmesi için hepsinin boynunu bu kadar eğmesinin utancını bir gün mutlaka yaşamalılar.
AKP adayı Erdoğan'ın mahalle temsilcilerine “7 Haziran'ı bir daha yaşayamayız” demesinin hemen ardından patlayan Suruç olayını çok iyi değerlendirmek gerekiyor.
AKP'nin 7 Haziran yenilgisinden sonra terör dalgası esmiş halkı 1 Kasım'da yeniden AKP'ye iten ilk olay Suruç'ta yaşanmıştı.
Bu kez böyle olmayacak.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
NEREDEN ÇIKARDINIZ DOLARIN YÜKSELDİĞİNİ
Çok hoşuma giden deyimlerden biridir “Ağlanacak halimize gülüyoruz” sözü.
Aslına bakarsanız son zamanlarda “ağlamamız gerektiği halde güldüğümüz” o kadar çok konu var ki.
Adam çıkmış “Aya yol yapacağımıza bile inananlar var” diyor, gülüyoruz haliyle.
Cumhurbaşkanlığına adaylığını koymuş bir kişi 1954 doğumlu olduğu halde 1946'da biten tek parti dönemindeki 75 kişilik sınıflarda okuduğunu söylüyor, aynı kişi 1982'de doğan kızının 1981'de yatak odasının kapısına “babacığım seni çok özledim” yazan not bıraktığını ileri sürüyor.
Gülüyoruz, ağlayamıyoruz.
Ancak dün sosyal medyada izlediğim bir videoyu gerçekten çok sevdim.
İşin esası tam bir “gülüyoruz ağlanacak halimize” durumu ama yapanlar çok güzel yapmış.
Elinde mikrofon spiker vatandaşa soruyor “Dolar yükseliyor ne diyorsunuz?”
Adam şaşkın biçimde “Nereden çıkarıyorsunuz doların çıktığını?” diyor ve ekliyor “Dolar çıkmıyor ki Türk lirası düşüyor. Gemi batıyor gemi ama kimse farkında değil.”
Ağlanacak bir durum bu kadar mı güzel anlatılır…
CANIMI SIKAN ŞEYLER
BAYRAMDA YAZI YAZMAK İLK KEZ BİRAZ AĞIR GELDİ
Bayramlar, özellikle dini bayramlar toplumu “manen” birbirine çok yaklaştıran günler.
Böyle günlerde çoğumuz kısa süreliğine de olsa hayatın bazı gerçeklerinden koparak, bazı dert ve tasaları bir kenara bırakıp birkaç mutlu gün yaşamaya çalışıyor.
Ama Türkiye'de yaşayınca bunu başarmak o kadar kolay değil. Üstelik seçime gittiğimiz bir ortamda bu duyguları yaşamak iyice zorlaşıyor.
Tek adam rejimini ülkemizin kalıcı rejimi haline getirmek için akıl almaz yöntemlerle çaba harcayan bir iktidarın bayram günü bile halkı birbirine düşürmeye yönelik açıklamalarını dinlemek insanı adeta çıldırtıyor.
Bayram sabahı bile “Bunlar, onlar” sıfatlarını kullanarak ve yüzleri asla gülmeyerek konuşan siyasileri gördükçe içim daralıyor.
Demokrasiyi, hukuk sistemini, insan hak ve özgürlüklerini istemediklerini oylarıyla belirten geniş bir kitlenin varlığı, bütün olumsuzluklara rağmen sırf dini duygularla bir iktidarın peşine takılanların çokluğu yüreğimi sıkıyor.
Bugün güzel yazılar yazmak, geleceğe güvenle baktığımızı söyleyebilmek isterdim.
Ama onu yapabileceğimiz günlere de çok yakın olduğumuzu hissediyorum.
Bu duygularla hepinizin bayramını kutlar saygılar sunarım.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
YURTDIŞINDAKİ VATANDAŞLARIN ADRESİNİ AKP'YE KİM VERDİ?
Yurtdışında yaşayan pek çok okur ve izleyicimden birbirine benzer mesajlar alıyorum son günlerde.
Hepsinin şikâyeti şu; “Evimize AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan imzalı mektuplar geldi. Bizden AKP'ye ve kendisine oy vermemizi istiyor. Peki, adreslerimiz kendisine nasıl ulaştı?”
Aslında herkes cevabı biliyor.
Bu adresleri AKP Genel Merkezi'ne ulaştıranlar bu ülkelerdeki elçilikler.
Çünkü doğal olarak adres kayıtları sadece elçilik ve konsolosluklarda var.
Bunlar aslında kişisel kimlik bilgileri ve devletin koruması altında olması gerek.
Ancak AKP ve tabii ki başkanı büyük bir kibir içinde “Devlet biziz” dediği için elçiliklerin elinde olan adres bilgilerini diledikleri gibi kullanabiliyor.
Sanıyorum kibirden gözleri öyle bir kararmış ki hiçbirinin aklına bu yapılanın bir “anayasal suç” olduğu gelmiyor.
Seçimi kaybederlerse bütün bunlar “suç dosyaları” olarak önlerine konduğunda yaşayacakları şaşkınlığı düşünemiyorum bile.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
YSK BAŞKANI DA DURUMU FARK ETTİ GALİBA
Seçim günü yaklaştıkça AKP tarafındaki panik giderek artıyor.
Ama daha önemlisi AKP'nin adayı Tayyip Erdoğan her gün yeni bir “anayasa suçu” işleyerek üste çıkmak ve kamuoyunu etkilemek istiyor.
Erdoğan artık sadece AKP adayı olarak yaşıyor.
Bir taraftan Cumhurbaşkanı olduğunu, bu makamın kendisine yüklediği sorumluluğu asla düşünmüyor.
Böyle olunca da Cumhurbaşkanı yetkisiyle ama bir partinin adayı olarak canının istediğini yapabileceğini sanıyor.
Kendisini ülkenin “tek” sahibi olarak gördüğü için de başta anayasa olmak üzere hukuk kurallarını ve yasaları açıkça ezdiğini övünerek söylemekten geri durmuyor.
AKP adayı son olarak hapisteki HDP adayı Selahattin Demirtaş'ın TRT'de nasıl konuşması gerektiğini Yüksek Seçim Kurulu'na verdiği talimatla belirlediğini açıkladı.
Erdoğan “Arkadaşlara ‘YSK'yla görüşün, gitsinler orada cezaevinde çekimi yapsınlar' dedim. Zaten bunlar canlı yayın değil, malum”diye konuşarak Demirtaş'a izni kendisinin verdiğini söylediği gibi “bant çekim” olduğunu da belirtmeyi ihmal etmeyerek “Beğenmediği yerleri çıkarabileceğini” ima etti.
Bir siyasi partinin devlet televizyonunda nasıl konuşacağını yasalar belirler bunun yürütmesi ise YSK'ya aittir.
Ancak kibir patlaması yaşayan Erdoğan bu temel kuralı takmıyor ve talimat verdiğini açıklayabiliyor.
Ancak bu kez çok “ilginç” ve “aykırı” bir durum yaşandı.
Erdoğan'ın bu “anayasa ihlali” anlamına gelen konuşmasını Cumhuriyet'ten Alican Uludağ ve Mahmut Lıcalı , YSK Başkanı Sadi Güven'e sormuş. Güven, özel kalem müdürlüğü aracılığıyla “Erdoğan'ın iddia ettiği gibi bir talimatın kendilerine verilmediğini” bildirmiş.
Bu uzun süredir ilk kez oluyor.
Referandum gecesi bile her şeyi göze alarak Erdoğan'ı henüz son sonuçlar alınmadan “zafer kazanmış olarak ilan eden” YSK başkanı bu kez aynı tavrı sürdürmedi.
Öyle anlaşılıyor ki YSK başkanı da kaçınılmaz durumu fark etmiş.
Bu beni çok sevindirdi.
24 Haziran akşamı AKP'nin istediği şeyler olmayabilir demek ki.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları