Taksiciler Odası Başkanı, doğru söylemiyor
Can Ataklı; Flashhaber’de yayın bittikten sonra hemen kapının önünde tam 27 dakika taksi bekledim. Önümde duran 7 taksinin şoförü de “Karşıya geçemem” dedi ve basıp gitti.
ÇOK GÜLDÜM
Erdoğan’dan rötarlı espri
Kim ne derse desin Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Ben Kemal, geliyorum!” sözleri kamuoyunda çok geniş yankı uyandırdı.
Hatta öyle ki bir siyasetçi tanıdığım, “Bu söz Kılıçdaroğlu’na bir iki puan kazandırmadıysa, ben bir şey bilmiyorum” bile dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu bu sözle büyük bir atılım yapar mı?
Olabilir tabii.
Vatandaş kimi zaman bir küçücük kelime ile bile harekete geçebiliyor, etkilenerek fikrini değiştirebiliyor.
Örneğin bana göre “YETER” sloganı kamuoyunda derin bir etki yaratacaktır.
Hele her tarafından “YETER” afişleriyle donatıldığını bir düşünün.
Gözlediğim kadarıyla Kılıçdaroğlu’nun Cüneyt Arkın’ın bir filminin zihinlere kazınan “Ben Kemal, geliyorum!” repliğini “siyasi amaçla” kullanması iktidar kanadında hayli endişe yarattı.
Bundan Erdoğan’ın da şiddetle etkilendiği görülüyor.
AKP Genel Başkanı, dünkü grup toplantısında bu söze cevap vermek istedi.
Bunu da esprili biçimde yapmak istedi.
Ama yaptığı espri bana göre biraz rötarlı espri oldu.
Çünkü Erdoğan, “Ben Kemal, geliyorum” sözüne cevap verirken “Ben ona ‘Bay Kemal’ diyorum, ama belli ki o yanlış anlamış, aslında ‘Bay bay Kemal’ diyorum” diye konuştu.
Peki bu espriyi Erdoğan kendi mi buldu?
Sanmıyorum.
Çünkü sosyal medya “Ben Kemal, geliyorum” sözüyle çalkalanırken, AKP’li bir kişi “Kemal Bey, ‘Ben Kemal’ derse biz de ona bay bay Kemal deriz” diyen bir tweet attı.
Sanıyorum bunu Erdoğan’a da gösterdiler, o da hoşuna gittiği için kullandı.
Öyle ya da böyle, sonuçta bu konuşmaları izleyince kendi kendime “En azından küfürsüz, hakaretsiz, içinde espriler de olan bir siyasi tartışma izliyoruz” demeden edemedim.
Gelelim Millet İttifakı’nın 2 binin üzerindeki hedefinin açıklandığı mutabakat metnine Erdoğan’ın gösterdiği tepkiye.
Anladığım kadarıyla Erdoğan böyle bir metni hiç beklemiyormuş.
Eleştiri olarak yapabildikleri çok sınırlı.
Babacan’ın lafı üzerinden “Bunlar yabancılardan aferin bekliyor” diyebildi örneğin.
Ya da “FETÖ’cüleri ve PKK’yı sevindirdiler” eleştirisi yapılmış.
Bunların bir karşılığı yok aslında.
Aklı başında hiç kimse o metinden “Millet İttifakı vesayet rejimini kuracak, FETÖ’cüleri işbaşına getirecek, PKK’lılara serbest bir ortam sağlayacak” ana fikrini çıkarmaz.
Sadece dünyadan haberi olmayan ve zaten AKP’den başka partiye oy vermeyecek olan yoksullaştırılmış ve cehalete itilmiş bir kitle bunlara inanır.
Seçime doğru iktidarın işi giderek zorlaşıyor.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Evindeki kokain için “Bana yanlışlıkla gelmiş” diyen iş insanı beraat etti
Geçtiğimiz yıl ilginç bir uyuşturucu operasyonu yapılmıştı.
Türk- Amerikan İş Adamları Derneği (TABA) Genel Başkanı ve L’actone Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı Ali Osman Akat, yurt dışından kargo yoluyla uyuşturucu ithal ettiği iddiasıyla tutuklanmıştı.
Aynı operasyonda 5 kişi daha yakalanmıştı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile fotoğrafları da çıkan Akat bir süre sonra şartlı tahliye edilmişti.
Akat’ın verdiği ifadede “Uyuşturucu işini bilmem, evime bu kargonun yanlışlıkla geldiğini sanıyorum” dediği ortaya çıkmıştı.
Akat ve birlikte yakalanan 5 kişinin davası ocak ayının sonunda tamamlandı.
İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada sanıklardan Tevfik Atak mahkûm edilirken Ali Osman Akat beraat etti.
Mahkeme diğer sanıklar hakkında “hukuki delil” bulunamadığı için beraat kararı verildiğini açıkladı.
Elbette bir zanlı hakkında yeterli delil bulunamazsa beraat etmesi çok normaldir.
Ancak beni şaşırtan Akat’ın “Kargo evime yanlışlıkla gelmiştir” açıklaması olmuştu.
İçinde kokain bulunan bir kargo paketinin birinin evine yanlışlıkla gitmesi nasıl olabilir anlamak mümkün değil gibi sanki.
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Ne güzel ülkeyiz, sorunumuz Erkan Baş’ın kazağı
Son günlerdeki en sevimli haber bence Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ın Tommy Hilfiger markalı kazağının sorun yapılması.
Tommy Hilfiger, ABD’nin daha düşük gelirli insanları için üretim yapan bir tekstil firması.
Ürünleri insanın içini açan renklerden oluşuyor.
TİP Başkanı da bu kazaklardan birini giyiyormuş.
Sosyal medyadaki bazı tipler, “TİP Başkanı nasıl olur da 1.500 liralık kazar giyer” diye adeta bir “geyik muhabbeti” açmışlar.
Erkan Baş sosyalist ya, ille her şeyin en ucuzunu almak zorunda diye düşünüyorlar.
Bu ilkel görüşü bir kenara bırakalım, Erkan Baş’ın buna cevabı çok hoşuma gitti.
Şöyle demiş; “O kazağa 1.500 lira vermedim. Uzun zaman önce aldığım bir kazak. Fiyatı 7-8 kat artmış. Ama yurttaşın siyasetçiyi sorgulaması önemli bir kazanım. Şükürler olsun ki bizim tartışılacak tek şeyimiz kazağımız.” Medeni, kendine güvenen, dürüst ve açık sözlü bir siyasetçinin vereceği en güzel cevap bu. “Sosyalistsin sen, en ucuzuna ve en kötüsüne layıksın” demek isteyenlere ne kadar da zarif bir cevap olmuş değil mi?
ÖNERİ
Marmaray’ın işkenceye dönen kliması
Çok sevdiğim bir dostum, her sabah en yoğun saatlerde Marmaray’ı kullanıyor.
Ne zaman rastlasam “Bıktım şu Marmaray’ın insana işkence çektiren klimasından” diye yakınır.
Peki neden?
Bu dostum trenin klimasından niye şikayet ediyor acaba?
Sorunca anlattı: Kış günleri diye sıcağı sonuna kadar açıyorlar. Yahu kardeşim kış gününde zaten lahana gibi üst üste giyiniyoruz ama sokakta üşümemek için, oysa trenin içi evimizdeki odamız gibi. Birkaç durak ötede inmek zorundayken üstümüzü başımızı çıkaracak halimiz yok. Ama ne oluyor 10 dakikalık bir yolculukta bile ter içinde kalıyoruz, sonra dondurucu soğuğa çıkıyoruz. Bu işkence değildir de nedir?”
Haklı mı?
Bana göre evet. Trenin ısıtmak için klimaları sonuna kadar açmanın anlamı yok, oda sıcaklığının biraz altında tutmak yeterli.
Aynı şey, yazın da metrolarda tersine yaşanıyor.
Klimanın soğuk ayarı sonuna kadar açılıyor, dışarıdaki sıcaktan gelince ilk anda çok hoşunuza gidiyor bu serinlik ama birkaç durak sonra adeta tir tir titreyerek iniyorsunuz metrodan.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Taksiciler Odası Başkanı, doğru söylemiyor
İstanbul trafiğinin en önemli sorunlarından biri taksi sayısının yetersizliği.
1991 yılında alınan kararla getirilen taksi sayısı kısıtlaması, aradan geçen 30 yıla rağmen hala aynı tutuluyor.
O zaman 7-8 milyon nüfuslu olan İstanbul’da belki yeterli olabilecek taksi sayısı şimdi 16 milyonu geçmiş dev kentte asla yeterli olamıyor.
Herkes biliyor ki artık İstanbul’daki taksi sayısının artması gerek, ancak buna da saray izin vermiyor.
Nedeni basit; çünkü AKP, İstanbul’u kaybetti. Bu durumda artık oy verdiği partiye bakılmaksızın bütün İstanbul’dan intikam alınıyor.
Taksi sayısı az olunca taksiciler de diledikleri gibi davranıyor.
Müşteri seçiyorlar, “Çok trafik var” bahanesi ile bazı yönlere gidecek müşterileri araca almıyorlar, zengin Arap turist peşinde koşup Türk müşterilerin yüzüne bakmıyorlar.
Aralık ayı içinde adeta AKP’nin emir eri gibi çalışan Taksiciler Odası Başkanı Eyüp Aksu sözüm ona bir “taksi denetimine” çıkmıştı.
Aksu kendince “Özellikle en çok şikayet gelen Taksim’de” yapmıştı bu denetimi ve sonucunu da büyük bir gururla açıklamıştı.
“28 takside denetim yaptım. Gideceğim yeri söylemeden taksilere bindim, hiçbiri itiraz etmedi. Şikayetler gerçeği yansımıyor.”
Peki taksicilerin şefi doğru mu söylüyor?
Elbette hayır.
Aldığımız yüzlerce şikâyeti bir kenara bırakayım, sadece geçen çarşamba günü kendi başımdan geçeni anlatayım.
Flashhaber’de yayın bittikten sonra hemen kapının önünde tam 27 dakika taksi bekledim.
Önümde duran 7 taksinin şoförü de “Karşıya geçemem” dedi ve basıp gitti.
8’inci taksici “çelebi bir eski İstanbul şoförüydü” ve “Karşıya gideceğim” demem üzerine “Nereye isterseniz oraya gideceğim elbette beyefendi” diyerek beni aracına aldı.
Eyüp Aksu acaba benimle birlikte Flashhaber’in önünde taksi denetimi yapabilir mi?
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları