Taliban’ı terörist görenler, saraya göre 'bazı kesimler' oluyor
Can Ataklı; Belli ki Erdoğan “bazı kesimler” olarak CHP’yi kastediyor. Tabii ki bu sadece CHP değil, o bazı kesimler içinde bu ülkenin geleceğini düşünen herkes var. Ve o bazı kesimler, eli kanlı katillerin 100 yıllık Cumhuriyet devletini yönetenler tarafından ciddiye alınmasını ibretle ve öfkeyle izliyor.
ANALİZ
“Keşke Yunan kazansaydı” diyenlerin en kara günü
Bugün 30 Ağustos.
Tam 99 yıl önce bugün emperyalizmin maşası Yunanistan’ın, işgal ettiği Anadolu’dan çıkarılması için verilen büyük savaşın zafer günü.
30 Ağustos’tan itibaren işgalci güçleri önüne katan Mustafa Kemal ve Türk Ordusu, 9 Eylül günü İzmir’i kurtararak bir dönemi bitirmiş ve yeni dönemin ilk ışıklarını yakmıştı. O günden bu yana karalar bağlayanlar var.
“Keşke Yunan kazansaydı” diyen sözde dindar tuhaf insanlar herhalde bu günü en kara gün olarak kabul ediyordur.
Gerçi her ne kadar Yunan kazanmamış olsa da son 20 yılda 80 yıllık Cumhuriyet’in kazanımlarından pek çoğu ortadan kaldırıldı, birçoğu erozyona uğratıldı. Arap kültürüne öykünen her türlü milli gelenek ve anlayıştan uzak bir yaşam türü oluşturuldu.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen Türk halkının ezici çoğunluğu zaferine de Cumhuriyetine de devrimlerine de ve bunu borçlu olduğumuz Büyük Atatürk’e bağlılığını sürdürüyor.
Her türlü medeniyete, gelişmeye, aydınlanmaya, çağdaşlaşmaya karşı olan dinci kesimlerin Kurtuluş Savaşı’nı da Cumhuriyeti de devrimleri de ve Atatürk’ü de sevmemesinin nedenini anlıyoruz elbette.
Nasıl bugün Afganistan’daki Taliban zihniyeti, Amerika’nın güdümünde öncelikle kendi halkına ve kendi dininden olanlara eziyet çektiriyor ve kendisi de egemenliğin keyfini çıkarıyorsa “Keşke Yunan kazansaydı” diyenler ve onları bugün bile destekleyenler aynı düşüncede.
Peki, gerçekten Yunan kazansaydı ne olurdu?
Dünkü SÖZCÜ’de, Ruhat Mengi’nin konuştuğu İlber Ortaylı çok öz ve net anlatmış ne olacağını. Ruhat Mengi’nin “Atatürk olmasaydı bugün Türkiye nerede olurdu?” sorusunu bakın İlber Hoca nasıl yanıtlamış;
“Hiçbir yerde olmazdı. Muhtemelen bazı yerlerimiz yine kurtulurdu ama bugünkü Türkiye olmazdı. Atatürk olmasa Kurtuluş Savaşı kadroları bile hazırlayamazdı bugünkü Türkiye’yi.
Çünkü orada en ileriyi gören ve bir tabirle en çılgını tek başına oydu. O Türkiye Mareşali’dir hakikaten.
O orada olmasa bu iş başka türlü olurdu, bilmiyorum öyle bir Türkiye’yi sever miydik?
Orta Anadolu’nun ortasında kalırdık, Ege filan hak getire, Trakya yok.”
Bugün 30 Ağustos törenleri yapılacak. İktidar her zaman olduğu gibi “resmi devlet töreni” adı arkasına sığınıp “sade suya tirit” bir tören düzenleyecektir.
Ama bu ülkenin Cumhuriyet’e ve devrimlerine bağlı insanları bu büyük bayramı mutlaka en coşkulu biçimde kutlamalıdır.
İlber Ortaylı da aynı görüşte ve “Milli bayramlarımız neden önemsizleştiriliyor sorusunu sormayın artık, idareden bir şey gelmeyeceği belli, kendiniz toparlanın. O kadar sivil toplum kuruluşu, Atatürkçü dernek var, bir araya gelsinler, organize olup kutlamaları hak ettiği gibi yapsınlar” diyor.
O halde haydi coşkulu kutlamalara.
Evlerimiz dahil her yeri ay yıldızlı bayraklarla donatmalıyız öncelikle ve yapılacak törenlere katılmak için sokaklara inmeliyiz.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Taliban’ı terörist görenler, saraya göre “bazı kesimler” oluyor
Yine bir yurt dışı gezisine çıkan AKP Genel Başkanı, gazetecilere verilen soruları cevaplayarak gündemle ilgili açıklamalar yapıyor.
Örneğin saray propagandacısı, geziye katılmaları için özel olarak seçtiği sözde gazetecilere, “Sayın Cumhurbaşkanımıza bazı kesimlerin Taliban’la görüşme yapılmasına karşı çıkmasını sorun” talimatı vermiş.
Onlar da görevi yerine getirerek bu soruyu sormuşlar.
AKP Genel Başkanı da şu cevabı vermiş; “Bizi bazı kesimler ilgilendirmez. Biz kendi irademize bakacağız. Biz ne düşünüyoruz, ne yapacağız ona bakarız. Türkiye’nin bu bazı kesimler dediğiniz muhalefeti, ana muhalefeti hiçbir şekilde çözüm odaklı çalışmadı ki… Ama biz çözüm odaklı çalışıyoruz.”
Ne güzel değil mi, iktidardalar ya, Türkiye sanki tapulu malları. Kimseye bir şey sormalarına gerek yok, çünkü kendi iradeleri var.
Sonra devam ediyor, “Taliban’la aynı masaya oturulmasın!” diyenlere yönelik şunu söylüyor; “Bir defa aynı masaya oturmadan hiçbir yerde siz bir çözüm üretemezsiniz. Ama bu konuda Türkiye’nin muhalefeti, ana muhalefeti böyle bir yaklaşımın içerisine girmedi, girmez. Ama bizim bu noktada özgüvenimiz var.”
Belli ki Erdoğan “bazı kesimler” olarak CHP’yi kastediyor.
Tabii ki bu sadece CHP değil, o bazı kesimler içinde bu ülkenin geleceğini düşünen herkes var.
Ve o bazı kesimler, eli kanlı katillerin 100 yıllık Cumhuriyet devletini yönetenler tarafından ciddiye alınmasını ibretle ve öfkeyle izliyor.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Erdoğan önünde yine bir gazetecilik rezaleti
Erdoğan en çok yurt dışı gezilerde konuşuyor.
Çünkü hepsi önceden seçilmiş bir sözde gazeteci grubu uçağa alınıyor.
Erdoğan da bunları lüks uçağının salon bölümünde uzun masaya oturtuyor, sonra soru-cevap faslı başlıyor.
Tabii genellikle her sözde gazeteci ile bir kare fotoğraf çekiliyor, bu gazeteciler kendi gazetelerinde sanki acar muhabirlik yapmışlar gibi “Ben sordum, o cevapladı” havasında herkeste aynı olan metni yayınlıyorlar.
Ancak her seferinde bu sözde gazetecilerin aslında soru sormadıklarını, soruların sarayın propagandacısı tarafından önceden verildiğini yazıyorum.
Hatta öyle ki; sarayın adamı kimin, ne soracağını önceden belirliyor, herkes bunu kabul ediyor.
Bunlar dışında tek kelime bile edilmiyor, kazara da olsa soru sorulmuyor. Bunu nasıl anlıyorum ve bu kadar açık yazıyorum, onu da tekrar söyleyeyim.
Çünkü her seferinde bu sözde gazeteciler, en sorulması geren hiçbir soruyu sormuyorlar.
Bu kural son gezide de değişmedi.
Aynı skandal tekrar yaşandı.
Önceden verilen sorular soruldu, kazasız belasız cevaplar alındı ve bütün gazeteler aynı metni yayınladı.
Gazetecimsilerin hiçbirinin aklına, “Afganistan’dan neden apar topar çekildiğimizi” sormak gelmedi.
Çekilmeden bir gün önce neden Afganistan’a bir tuğgeneralin atandığını sormak da bu sözde gazetecilerin aklına gelmedi.
Herkesin merak ettiği, “Gül ile bir görüşme yaptı mı?” sorusu da sorulmadı.
Çünkü bunların asla sorulmayacağı, sarayın adamı tarafından önceden talimat olarak verilmişti.
“Yalan” deyin hadi.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
S-400 ikinci parti alınıyor mu, alınmıyor mu?
Sözde gazeteciler yine saray propagandacısının talimatı üzerine AKP Genel Başkanı’na S-400 füzelerini de sormuşlar.
Ancak nedense “Şu alınan S-400 füzeleri ne zaman faaliyete geçecek, hazır duruma gelecek?” demek akıllarına gelmemiş de ikinci parti S-400 alımını soruyorlar.
Erdoğan da önceden hazırlanan cevabı vermiş.
Demiş ki; “Rusya’yla ilgili, ikinci paketin alımı vesaire, bu konularda bizim herhangi bir tereddüdümüz yok. Rusya’yla bizim gerek S-400 konusu olsun, gerek savunma sanayine yönelik olsun, birçok adımımız var. Hatta daha değişik bir alternatifi söyleyeyim. Mesela bu yangınlarda onlardan gelen Ilyushin uçaklarını kullandık. Son telefon konuşmamızda da bu konuyu görüştük. Rusya seyahatimde de bütün bunların hepsini tekrar ele alacağız.”
Yani? İkinci parti S-400 alınıyor mu, alınmıyor mu?
AKP Genel Başkanı’nın “Tereddüdümüz yok, başka adımlar var” deyip lafı yangın uçakları ile gargaraya getirmesi de pek hoş bir çalım.
BUNU YAZMAK GEREK
Erdoğan’ın “tenezzül etmediği” zirvede Türkiye’ye ağır sözler söylendi gıkımız çıkmadı
Türkiye’de pek konuşulmayan ama İslam coğrafyasında çok ciddiye alınan bir zirve yapıldı Irak’ın başkenti Bağdat’ta.
Toplantının adı; adı “Komşu ve Bölge Ülkeler İşbirliği ve Dayanışma Zirvesi”
Kimler katıldı diye merak ediyorsanız sayayım;
Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Katar Emiri al Sani, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, Kuveyt Başbakanı el Sabah, Ürdün Kralı 2. Abdullah, BAE Devlet Başkan Yardımcısı, Başbakan ve Dubai Emiri Şeyh Muhammed bin Raşid Al Maktum, Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu Gayt, Körfez İşbirliği Konseyi Genel Sekreteri Nayif el Hacraf ve İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri Yusuf el Useymin…
Hepsi kendi ülkelerinin bir numaralı isimleri.
AKP iktidarı ise bu toplantıya Dışişleri Bakanı ile katıldı.
Malum AKP Genel Başkanı, Sisi’nin olduğu yerde olmayacağını söylemişti.
Taliban’la görüşüp “Biz büyük devletiz, diplomasi yapmasını biliriz” diyeceksiniz, sonra gerçek devletlerin başkanlarını boykot edeceksiniz.
Gülerler adama, orası da ayrı tabii.
Erdoğan, Bağdat zirvesine tenezzül etmedi ama Irak Başbakanı Mustafa Kazımi Türkiye’ye karşı dilediği gibi konuştu, kimsenin gıkı çıkmadı.
Kazımi, “Irak olarak topraklarımızın başkalarına saldırı, bölgesel ve uluslararası çatışma sahası olmasını kabul etmiyoruz. Geçtiğimiz günlerde Musul’a bağlı Sincar bölgesini ziyaret ettim. Sincar ve ülkemizin diğer her yerinde tüm tehlikelere rağmen hayatı normale döndürmek istiyoruz” dedi. O toplantıda Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı öylece baktı sadece.
Kazımi’nin Türkiye’yi kastettiği çok ortada.
Çünkü son aylarda Irak topraklarında operasyon yapan, özellikle Irak Başbakanı’nın adını geçirdiği Sincar’a girip çıkan tek ülke Türkiye.
“Konuşsun istediği kadar, biz dilediğimiz gibi Irak’a yönelik operasyon yaparız” diye böbürlenebilir ve aldırmaz davranabilirsiniz tabii de uzun vadede işler öyle yürümüyor işte.
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları