Tarihi kişilere sorulan sorular ve ünlü cevaplar
Can Ataklı; Stalin’e sormuşlar; “En büyük korkunuz?” “Sokakta yalnız başıma yürümek” diye cevaplamış.
Bizim bildiğimiz casuslar böyle miydi?
Casus deyince akla ilk gelen isimlerden biri James Bond.
Kraliçe’nin “öldürme izni verdiği” tek ajan diye sunuldu bize.
Sean Connery idi ilk James Bond.
Yakışıklı, kadınları anında baştan çıkaran, attığını vuran, korkmayan, bir dolma kalemli dünyayı kurtaran kahramandı.
Sonra CIA ajanlarını tanıdık filmlerden.
Sonra yine gizli istihbarat örgütlerinin gözü pek yakışıklı mı yakışıklı casuslarının maceralarını izledik.
Hele kadın ajanlar.
Birbirinden güzel, birbirinden seksi o baştan çıkarıcı kadınlar çizgi film kahramanları gibi bin metreden düşseler bile ölmüyorlardı, yüzlerinde bir çizik bile olmuyordu.
Ama o da ne?
MİT gerçek casusları yakaladı geçenlerde.
Aman Allahım bunlar nasıl casus böyle?
Güzellik desen yok, yakışıklılık hak getire, fizikleri berbat.
Attığını vursalar ne olacak, bunlar mı casusluk yaparak dünyayı kurtaracaklar olanlar?
Yıkıldı gitti hayallerimiz.
Şaka bir yana, MİT’in yaptığı operasyonda yakalananlar aslında bize başka bir gerçeği gösteriyor.
Birincisi, casus dediğin öyle filmlerdeki gibi olmuyormuş.
İkincisi bunlar casussa vay halimize.
Çünkü aralarında Türk yok.
Hepsi ya Suriye’den ya Irak’tan ya da Filistin’den gelmişler.
Hepsi de ya vatandaş olmuş ya da oturma izinleri almışlar.
Demek ki neymiş, İsrail casuslarını da bizimkiler getirmiş.
Ağırlamışlar, yedirmişler içirmişler.
Onlar da kalkıp İsrail’in Mossad’ına casusluk yapmaya kalkmışlar.
İyi de bunlar gelirken demeyeyim ama vatandaşlık hakkı oturma izni falan alırken bir soruşturmadan geçmemişler mi?
Kimse bakmamış mı bunlar neyin nesi diye?
Haydi bizimkiler bakmadı, İsrail nereden bulmuş bunları?
Yoksa zaten gelirken de mi Mossad’ın ajanlarıymış bunlar?
Hayır, insanın aklına ister istemez kötü şeyler de geliyor.
Ne bileyim, belki de bizimkiler bunların casusluk yapmasına izin vermişlerdir, casusu bildikleri için de Mossad’ı tokatlamak da kolay olmuştur.
Neyse ne, orasını karıştıracak kadar aklımı peynir ekmekle yemedim elbette.
Ama şunu da söylemek gerek; Kontrolsüz biçimde milyonlarca insan Türkiye’ye sokulursa olacağı budur.
“Türkiye’ye bu kadar çok sığınmacı almak akıl işi değil” diyenlere “ırkçı” diye hönkürenler oturup azıcık düşünsünler artık.
Bu garip tipler Mossad ajanı çıktı.
Peki Türkiye’nin her yanına yayılmış milyonlarca yabancı arasında acaba başka hangi ülkelerin casusları, ajanları var acaba?
HOŞUMA GİDEN ŞEYLER
Tarihi kişilere sorulan sorular ve ünlü cevaplar
Sosyal medyada gördüm.
Sorular ve cevaplar birebir doğru olmasa da çok hoş.
Okuyalım o zaman;
Goebels’e sormuşlar;
“İktidar nedir?”
“Düşman yaratmaktır” diye cevap vermiş.
II.Ramses’e gitmişler;
“En büyük piramit hangisi?”
“Kibrimizdir” demiş.
Platon’a sormuşlar;
“Devlet nasıl yönetilir?”
“Ya ilimle, ya zulümle” diye yanıtlamış.
Orhan Gazi’ye sormuşlar;
“En büyük zulüm nedir?”
“Geciken adalettir” demiş.
Çiçero’ya sormuşlar;
“Roma İmparatorluğu nasıl yıkıldı?”
“İşi ehline vermedik” diye yanıt vermiş.
Sultan Süleyman’ın hocası Yahya Efendi’ye sormuş;
“Devlet nasıl yıkılır?”
“Nemelazımcılıkla” demiş.
Kârun’un yanına varıp;
“Zenginliğin sırrı nedir?” demişler.
“Halka avuç açmamaktır” demiş.
IV.Murat’a sormuşlar;
“Yardıma alışana ne olur?”
“Emir almaya da alışır” diye cevaplamış.
Gorbaçov’a
“En büyük hatan neydi?” diye sormuşlar.
“Yanlışı hep karşımızdakinde aradık” diye yanıtlamış.
Stalin’e sormuşlar;
“En büyük korkunuz?”
“Sokakta yalnız başıma yürümek” diye cevaplamış.
NOSTALJİ
Bulmaca çözme yarışması
Eski bir hikayedir ama her okunduğunda keyif alınıyor.
Size de anlatayım o zaman;
Orhan Veli ile Sait Faik’in işi gücü yoktur.
Can sıkıntısından Eftalikus kahvesinde otururlar.
Oturdukları kahvede can sıkıntısından her gün birer Cumhuriyet Gazetesi alıp bulmacalarını çözmeye başlarlar.
Sonraları ise bu bulmaca çözme işi aralarında bir iddiaya dönüşmeye başlar.
İddia şudur; O günkü bulmacayı kim önce bitirirse karşı taraf o kişiye rakı ısmarlayacaktır.
Günler böyle geçerken Sait Faik yenilgiden yenilgiye koşmaktadır.
En sonunda canına tak eder ve “Nasıl beceriyorsun lan, her gün rakıyı bana ısmarlatıyorsun?” diye serzenişte bulunur.
Orhan Veli ise insanı çıldırtacak sakinlikte cevap verir. “Çünkü Cumhuriyet Gazetesi’nin bulmacalarını ben hazırlıyorum.”
KOMİK
Erkek, heykel de olsa erkektir
Avrupa’da bir apartmanın dış cephesinde süs olarak kullanılan iki heykel.
Zeus heykeli gibi heykeller normal zamanda sadece süs ilgisi çeker belki.
Ama pencere önünde iki güzel genç kadın üstelik de yarı çıplak olunca iş değişiyor tabii.
Ne diyeyim, erkek erkektir her zaman, mermerden bir heykel olması bile fark etmez…
ÇOK GÜLDÜM
Bu pazara iki fıkra var
Bu hafta Yıldırım Tuna’dan iki fıkra geldi. Gelin birlikte okuyalım;
Yaşlı çiftçi
Yaşlı çiftçi çok kötü bir yıl geçirmiş, ektiği bütün mısırlar perişan olmuş, buğday deseniz öyle, elinde sadece satabileceği kalitede ve tek geçinebilme ümidi bahçesinde yetiştirdiği armut var, doldurmuş sepetine tutmuş şehrin yolunu, karşısına ilk çıkan evin kapısını çalmış.
Kapıyı tamamen içini gösteren tülden sabahlık giymiş bir sarışın açmış, seksi bir ses tonuyla “Evet tatlım.. Senin için ne yapabilirim?” diye sormuş.
Bir an şaşkınlığından kurtulup “Satılık çok güzel armutlarım var..” diye cevap vermiş yaşlı çiftçi.
Adamın heyecanlandığını hisseden afet oyununa devam edip sabahlığın üst kısmını açıp “Armutların bu kadar iri ve sert mi?” diye sormuş.
“Ahh, evet” demiş çiftçi yutkunarak, “Gerçekten çok güzeller.”
Sabahlığının önünü açıp bütün vücudunu göstermiş fıstık “Bu kadar iştah açıcı mı armutların?” der demez başlamış yaşlı çiftçi ağlamaya.
“Neden o gözyaşları bir tanem?”
“Hanımefendi” demiş çiftçi hıçkırarak, “Süne zararlısı buğdayımı perişan etti, kımıl iti mısırlarımı berbat etti, şimdi de fahişenin teki bi sepet armuda beni becerecek, Ben ağlamayım da kim ağlasın?..”
Restorana ödeme
İyi giyimli adamın biri mahallelerindeki lüks restorana girip sahibini bulmuş, “Caddenin yukarısındaki akıl hastanesinden geliyorum” demiş, “Hastalarımızı topluma kazandırma programımız nedeni ile yatan hastaların yüz elli kişilik bir bölümünü restoranınızda yılbaşı yemeğine getirmek istiyoruz.”
Restoran sahibi bu tek kalem kârlı işe çok sevinmiş, böyle bir faaliyeti her zaman destekleyeceklerini söylemiş, “Harika” demiş adam, “Yalnız bir konu var, hastaların para taşımalarına henüz izin vermiyoruz, ödemelerini onlar size gazoz kapağı ile yapacak, biz sizinle daha sonra hesaplaşırız..!”
Restoran harika bir açık büfe hazırlamış, şişler, ızgaralar, kebaplar havalarda uçuşmuş, gece geç saatlere kadar yenilip içilmiş ve eğlenilmiş, çıkışta hastaların her biri kasada sıraya girip hesaplarını gazoz kapaklarıyla ödemişler ve restorandan ayrılmışlar.
Restoran sahibi hastaları getiren adama “Nasıl?..” demiş, “Beğendiniz mi?” ve faturayı uzatmış, adam faturayı incelemiş, “Yemek güzeldi de. Ooo. Beklediğim tutarın epey üzerinde.” demiş adisyona bakıp şakaklarını ovuştururken, “Ama merak etmeyin, hallederiz. Acaba tutarı iki metal tencere kapağı ile ödesem üzerini verebilecek kadar beyaz çakıl taşınız var mı?..”
ÜYE YORUMLARI
Yorum YapFacebook Yorumları